Taha Akyol yazdı;
Cumhurbaşkanı ve partisinin genel başkanı Erdoğan’ın son grup konuşmasındaki iki sözü, Türkiye’de ne kadar ciddi bir sistem sorunu olduğunu gösteriyor:
Evvela mafya sorunlarının soruşturulmasıyla ilgili sözleri:
“Geçmişten bugüne hiçbir iddia, hiçbir itham ortada bırakılmayacak, her şey yargı tarafından araştırılıp, tüm yalanlar, iftiralar ortaya dökülecektir.”
Devlet başkanı, daha baştan “yalanlar, iftiralar” diye nitelerse emniyet ve yargı tarafsız ve eksiksiz soruşturma yapabilir mi?
Diğeri, İYİ Parti lideri “Bay Meral” hakkındaki sözleri:
“Bu daha bir. Daha neler olacak neler, daha dur bakalım. Bunlar iyi günler…”
Erdoğan Meral Akşener’in sözlerine eleştiriyle karşılık verebilirdi. Zaten hemen her gün muhalefeti ağır sözlerle suçluyor. “Dur bakalım daha neler olacak, bunlar iyi günler” sözleri çok endişe vericidir: Türkiye yakın zamanda gazetelerin baskına uğradığı, gazetecilerin dövüldüğü, liderlere linç girişimlerinin yapıldığı çok gergin bir toplumdur. Sakinleştirici davranmak şarttır..
Bu sistemde Cumhurbaşkanı bakanlıkların teşkilatını istediği gibi düzenleyebilir, istediği azil ve atamalar yapabilir.
Bugün 13 Üyeli HSK’nın 10 üyesi Cumhurbaşkanı veya onun Meclis grubu tarafından atanmaktadır. Muhalefetin seçtiği sadece üç üye vardır. HSK iktidarın yargı üzerindeki denetim cihazıdır.
Cumhurbaşkanı yasamaya da ‘İttifak’ yoluyla hakimdir.
Üç erk üzerindeki bu kudreti sebebiyledir ki, Türkiye’deki sistem “başkanlık sistemi değil… kuvvetlerin cumhurbaşkanında birleştiği bir kuvvetler birliği istemidir.” (Kemal Gözler, Elveda Anayasa, Ekin yay. 4. Baskı, s. 101)
Venedik Komisyonu da aynı tespiti yapmıştır.
Erdoğan lideri olduğu partinin güç mücadelesini ve muhalefetle kavgasını işte bu yetkilere sahip olarak, bu etkileri kullanarak yürütüyor. Sonuç ortada…
Türkiye böyle bir tecrübe yaşamıştı: Bütün devlet yetkilerine sahip Milli Şef’in yönetiminde çok partili hayata geçmek!
Büyük gerilimler yaşanmış, İnönü 1947’den itibaren partisinin günlük siyasetini “genel başkan vekili”ne bırakarak kendisi parlamenter sistemdeki partisiz cumhurbaşkanıymış gibi davranmış, valilere tarafsız davranış emrini vermiş, gezilerinde CHP ile birlikte DP binalarını da ziyaret etmişti. 17 Eylül 1947 tarihli Cumhuriyet’in haberi:
İnönü’nün yayınladığı “12 Temmuz Beyannamesi”nin 1950’deki hür seçimlerin yolunu açtığını, Menderes ve Bayar da söylemiştir.
Yüz yıllık tarihimiz sert, uzlaşmaz kavgaların hasarlarıyla da doludur. 27 Mayıs faciası böyledir.
Merhum Aydın Menderes, Celal Bayar’ın partisiz bir cumhurbaşkanı gibi davranmadığı için eleştirmişti.
CB sisteminde yaşayarak görüyoruz ki, partiler arası mücadeleye “devlet yetkileri”ni katmak hiç iyi olmadı: Kutuplaşma keskinleşti, kamu kurumlayrı siyasallaştı, yargıya güvensizlik arttı, ekonomi daha da bozuldu.
Devlet Bahçeli bile Meclis Başkanı’nın “tarafsızlığı”nı vurgulayarak partiler arasında uzlaştırıcı bir rol üstenmesini önereren bir metin açıkladı.
Mustafa Şentop Erdoğan’a ne diyebilir ki?
Türkiye’nin partisiz cumhurbaşkanına ihtiyacı kesindir.
Meral Akşener’in açıkladığı “İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”de, Cumhurbaşkanı’nın seçildikten sonra partisiyle ilişkisinin kesilmesi, bir defa ve 7 yıl görev yapması öngörülüyor. Böylece Cumhurbaşkanı tekrar seçilmek gibi bir hırsa ve siyasi hesaplara kapılmadan siyasi etik ve tarihe sorumluluk duygusuyla hareket edebilecektir.
Gelecek Partisi’nin önerisinde de aynı prensip vardır. CHP, Deva ve Saadet de aynı görüşte.
Bugünkü tartışmalarda partisiz cumhurbaşkanı yargıya destek verebilir, iddialar hakkında Devlet Denetleme Kurulu’nu da harekete geçirebilirdi.
Türkiye’nin buna ihtiyacı yok mu?!
Güçlenmekte olan Meral Akşener de diğer muhalefet liderleri de korkup sinmeyecekler elbette…
Türkiye’nin düzlüğe çıkmasının en önemli şartlarından biri, partisiz cumhurbaşkanı sistemine geçmektir.