Bazen benim de, AK Parti’yi kurulduğu ilk günden destekleyen, bazısı içinde de yer almış, şimdilerde muhalif yorumcular gibi, “İçlerinde hiç mi 20 yılın muhasebesini yapıp yanlışlıkları gören ve itiraz eden yok” düşüncesine kapıldığım olmuyor değil. Oluyor.
Türk siyasi hayatı daha Cumhuriyet’i kuran ilk Meclis’ten ve tek parti döneminden başlayarak bu tür muhasebelere tanıklık etmiştir.
İlk Meclis’te tek bir parti vardı: CHP. Ancak Meclis’te onun içinden çıkan ve ‘İkinci Grup’ adıyla bilinen bir muhalif cephe oluşmuştu. Ölümü bile göze alan gözüpek milletvekilleri vardı o grupta. Yeni kurulan Cumhuriyet’in doğru bir çizgide ilerlemesi için demokrasiyle buluşulmasını arzu eden insanlardan oluşuyordu o grup.
Seslerini çıkarttıkları biliniyor.
Ne zaman “Yeni partiler kurulabilir” denildiyse hemen muhalif cephe oluşturma amaçlı örgütlenmeler yine o dönemde görülebildi. Kazım Karabekir’in liderliğinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (kuruluş tarihi: 17 Kasım 1924) ve onun kapatılma sürecine yakından tanıklık etmelerine rağmen Fethi Okyar liderliğinde Serbest Fırka (kuruluş tarihi: 12 Ağustos 1930) öyle faaliyete geçmişti.
CHP içinden dört milletvekili, önce ‘Dörtlü Takrir’ adıyla yönetimden farklı olan düşüncelerini kamuoyuyla paylaştılar, ardından da ülkeye çok partili dönem ile iktidar değişikliği yolunu açan Demokrat Parti’yi (kuruluş tarihi: 7 Ocak 1946) kurdular.
Aradan geçen yarım asrı bir tarafa bırakıp AK Parti’yi doğuran daha yakın tarihte yaşananlara da aynı gözle bakabiliriz.
Kurucuları daha önce içlerinde yer aldıkları partilerde gördükleri yanlışlıklardan duydukları huzursuzluğu en son partilerinde yönetimi ele alma mücadelesine çevirmemişler miydi? ‘Erdemliler Hareketi’ böyle doğmuş, sonra da yeni bir parti kurulması ihtiyacı kendini belli etmişti.
Necmettin Erbakan gibi arkasında koca bir tarih bulunan karizmatik bir lidere karşı mücadele vermişti AK Parti kuruluşunda öncülük yapan kadro.
İlla bulundukları partiden ayrılmaları gerekmiyor siyasilerin, gördükleri yanlışlıkları söyleyerek doğruların bulunmasına yardımcı olmaları yeterli.
AK Parti’nin başlangıcında bu vardı.
Kuruluşu ve iktidar oluşu üzerinden fazla vakit geçmeden karşılarına çıkan ABD’nin Irak’a müdahale edebilmek için Türkiye’den yardım istemesi olayında, AK Parti’den sayıları 100’e kadar varan bir milletvekili grubunun da katılımıyla, TBMM, 1 Mart tezkeresine geçit vermemişti (2003).
CHP ile birlikte hareket etmeyi göze alabilmişti o AK Parti milletvekilleri…
Şimdi öyle bir tavır AK Parti’de pek görülmüyor. Ara sıra çıkış yapanlar olsa da, onlar sıfatları önünde ‘eski’ yaftası bulunan AK Partililer…
Demokrasi, öyle sanıldığı gibi, yalnızca iktidar-muhalefet ayrışması ve yarışmasıyla olmuyor. Muhalefet demokratik olmayan ülkelerde de var. Esas demokratik tavır partilerin içlerinde farklı görüşlerin ifadeleriyle oluşuyor.
Parti içi demokrasi önemli.
Yakın zamanda İngiltere’de iktidar partisinden milletvekilleri -hatta bakanlar- yanlışlarına itiraz ettikleri başbakana karşı çıkabildiler ve kendisini değiştirmediği görülünce onu değiştirdiler.
İngiltere’deki muhalefet, İşçi Partisi, şu sıralarda kongresini yapıyor ve orada farklı görüşten partililer iktidara gelmelerini sağlayacak düşüncesiyle en sıkı eleştirilerini kürsüye taşımaktalar.
Zaten, fazla uzak olmayan bir geçmişte, lider yenilenmesine de gitmişti İşçi Partisi…
Kimseden, özellikle de politikacılardan, kendi keyiflerini kaçıracak, konfor alanlarını tehlikeye düşürecek çapta bir karşı çıkış beklemiyorum. Bunun şu sıralarda bizde olamayacağını bilebilecek kadar gözlem deneyimim var.
Sanki muhalefet cephesinden yanlışlara itiraz görülüyor da, iktidarı muhasebeye çağırıyorum; böyle bir şey orada da yok. Yanlış gördüğünde itiraz edilebilme alışkanlığı muhalif cephede de çoktan kayboldu.
Günümüzde iktidar da muhalefet de bu yönden birbirlerine benziyorlar.
Esasen farklı görüşlerin ifade edilmesini sağlayacak olan partilerin örgütleri de sessiz. İktidar ve muhalefetin izledikleri yolun partililerce beğenilip beğenilmediğini ancak anketlere yansıyan oy hareketlerinden öğrenebiliyoruz. İktidar cephesine oy vermeye alışmış olanlardan hatırı sayılır bir grup ya saf değiştirdi ya da “Kararsızım” diyerek kararını geciktirmekte. Ana muhalefetin -CHP’nin- oylarında ise fazla bir kıpırdanma yok.
İktidar değişmesine değişecek de yerine ne gelecek?
Muhalefet partileri bu soruya kestirmeden 6’lı masayı işaret ederek cevap verme kolaycılığında.
AK Parti’den durumun farkına varılmaya başlandığına dair işaretler alınmıyor değil.
Önemli bir AK Partilinin, bir üniversitenin akademik yılını açış konuşmasında sarf ettiği “Jeo-stratejimiz bize imkanlar sunuyor. Bizim bunu imkana, fırsata dönüştürmemiz, Türkiye’yi bölgesinde dünyada etkin bir ülke haline getirmemiz gerekiyor. Bu mücadele sadece siyasetin mücadelesi değil, hepimizin ortak mücadelesidir” sözlerini bu yönde bir adım olarak değerlendirmek mümkün.
Türkiye’de şu sıralarda izlenen dış politika çizgisinin yetersizliğine dönük bir eleştiri olarak görülebilir bu sözler…
Ülkenin bölgesinde ve dünyada etkin halde olmadığının bir tür itirafı…
Bir başka önemli AK Partili de geleceğin fazla parlak olmadığını görmüş olmalı ki, içe dönük bir değerlendirme ihtiyacı duyarak, yeni dönemde yeni yüzlerin ön plana çıkması gerektiğinden söz etmiş.
“Hepimiz hata yapıyoruz, hatasız olan peygamberlerdir” sözü de yine aynı önemli AK Partiliye ait.
AK Parti’de yetkili birinin ağzından ‘hata’ sözcüğünün kendileri için kullanıldığını duymak bile kulağa sürpriz geliyor.
Sıra herhalde hangi konularda ‘hata’ yapıldığının paylaşılmasına da gelecektir.
Eskiler “Bir çiçekle bahar olmaz” derlerdi, bunu ben de biliyorum; ancak bir-iki değişik ve beklenmedik çıkış bile ülke açısından ümit ışığı yerine geçebiliyor.
Görelim Mevlam neyler…