Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Özgürlük Düşleri Hüsranla Biten İdareler

Şakir Diclehan Yazdı;

Özgürlük Düşleri Hüsranla Biten İdareler

Bir oluşum, uzun uzun hazırlanmayı gerektirirken, doğrudan sonuca varmayı düşleyip bazı girişimlerde bulunan İslam ülkeleri, iki asırdır düşüş dönemine girmiş ve halen bu düşüşü yaşamanın acısını ve sıkıntısını çekmekte olduklarını bir türlü fark edemiyor ya da fark etmek istemiyorlar…

Bu ülkeler, yeni bir atılımı başlatıp ya da dört başı mamur düşünüp meseleleri ele almayı ve gerçekleştirmeyi, bir türlü beceremiyorlar, hemen kolay tarafından ve kestirmeden varmak istiyorlar sonuca…

Cephelerde yenilmeye başlayan Osmanlılar, kabahati askeri düzende bulmuş ve orduda düzenleme yapılırsa, savaşlarda başarıya ulaşacaklarını sanmış ve hemen eyleme girişmişlerdi. Askeri alanda Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine Nizam-ı Cedid’i getirmiş, ancak sonuç hüsranla bitmişti ne yazık ki…

Osmanlı, bu girişim ve eylemiyle başarılı olamayınca suçu rejimde bulmuş ve Meşrutiyet’in ilanı cihetine gitmişti. İlk olarak 1876 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından alayla valayla ilan edilmişti Meşrutiyet… Tazminat Fermanından sonra (1839) Osmanlı Devleti, sözüm ona Batı felsefesini iyice özümseyip yenilikçi fikirlere yönelme sonucu, Mithat Paşa’ya meşrutiyet ve sadrazamlık sözü veren II. Abdülhamit, Türk tarihinin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlatıp, 23 Aralık 1876’da Meşrutiyet’i ilan etmişti.

Meşrutiyet, aslında yönetimin tek otoritesi olan Padişah’ın tek karar organı olduğu bir sistemde, halkın da söz sahibi olduğu yenilikçi yapıyı temsil ediyordu. Bu yapıda Meclis-i Ayan üyelerini Padişah, Meclis-i Mebusan üyelerini de halk seçecekti. “Genç Osmanlılar (Jön Türkler) olarak adlandırılan ve önderliğini Mithat Paşa, Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi zatların yaptığı bu grup, halkın yönetimde söz sahibi olduğu bir yapı için harekete geçmiş, Sultan Abdulaziz’e bu teklif le gidilerek bir ilke imza atılmıştı. Bu olaya sıcak bakmayan Sultan Abdulaziz, tahttan indirilip yerine V. Murat tahta çıkarılmıştı.

Sultan V. Murat da sağlık sorunları nedeniyle tahttan indirilince, üç ay gibi kısa bir zaman dilimi içinde, Mithat Paşa’ya sadrazamlık sözü veren II. Abdülhamit, İstanbul konferansı sonrasında Türk tarihinin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlatıp, 23 Aralık 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanı ile bu sisteme geçmişti.

İlk Osmanlı Mebusan Meclisi, 20 Mart 1877’de açılmış ve 14 Şubat 1878’e kadar sürmüştü. II. Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşını gerekçe gösterip meclisi kapatmış ve I. Meşrutiyet’e son vermişti. Bir istibdat döneminde, yönetime aykırı fikir beyan eden ve yazı yazanlara hapis ve sürgün cezaları verilmeye başlanmış. Ve 33 sene sürmüştü bu tek adam rejimi…

“Yıkıldın gittin amma ey mülevves istibdat,

Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!”

Diye başlayan şiirde Akif, Abdülhamit zulmüne karşı kin ve öfkesinin dile getiriyor ve:

“Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye´se…

Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs’e!”

Şiiri, yoruma ihtiyaç duymayacak türden milletin hoşnutsuzluğunu dillendiriyordu Mehmet Akif…

Meşrutiyet, sonuna kadar gidilmemiş bir rejim değişikliği gibi görülmüş, fakat ilk heyecanlar çabuk sönmüş, ülke yine bir değişiklik bekler hale gelmişti.

Birinci kere Meşrutiyet ilan edildi, olmadı, ikinci defa sözde daha temelden yapılandırılarak ilan edilmişti (1908).  Hiç olmadı ve bu defa İttihat ve Terakki rejimi şedit bir şekilde geldi, ilk üç dört sene içinde özgürlük naraları atılmaya başlandı… Fakat 8-9 sene içinde diktatörlük, katliam ve zorunlu göçlerle toplum sarsıldı ve Osmanlı devleti yıkıldı.

Sonra, umutlar Cumhuriyet rejimine bağlandı. A’dan Z’ye her şey değiştirildi ve tek adam rejimi egemen oldu ülkeye…  Ve 1938’e kadar sürdü bu tek adam rejimi.

İkinci Dünya Savaşı başladı, kıtlık, karne ve siyah ekmek yıllarında askerlik dönemi uzadıkça uzadı ve 2. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle ülkede yeni umut, demokrasi, sözde çok partililik dönemi başladı.

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, 5-6 sene ülkeyi güzel idare etti ve halk rahat bir nefes almaya başladı. Fakat 1957 yılından itibaren muhalefet sindirildi ve tek parti ile ülkenin idare edileceği düşüncesine kaptırdı kendisini Demokrat Parti…

Derken 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle bir umut gibi görünse de kısa sürede bu da umut olma niteliğini yitirdi ve darbe yapanların bu eylemi yanlarında kâr kaldı. O günlere doğru yol alınırken haysiyetli bir hukuk adamı olan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Örfi İdareye çağırılır, sorgu hâkiminin odasına çıkar ve kendisini bekleyen hâkim:

-Oturunuz efendim. Evinizde arama yapılmış, bazı evrak ele geçirilmiş… Bunlar üzerinde sorgunuz yapılacaktır.

Hâkimin önünde iki yığın kitap, kâğıt, mektup…

Evvela şu kâğıt parçası üzerindeki eski harfli yazı, sizin midir, ne yazıyor, okur musunuz?

-Benimdir, efendim. “Gülistanı kargalar istila edince, bülbüller siner ve susar” yazıyor. Mevlana’nın mesnevisinden meşhur bir beytin tercümesidir. Ziyaretime gelen bir zattan yazmıştım. Bir yazımda kullanmak üzere masamın üzerine koymuştum.

Yazıdaki kargalardan kastınız kimlerdir? Milli Birlik Komitesi üyeleri midir?

Söz benim değil, arz ettim, Mevlana’nındır.

-Kâğıda sizin yazdığınıza ve bir yazınızda da kullanmak istediğinize göre, herhalde bir kastınız var.

-Gülistan Türkiye’dir. Kargalar, onu velveleye veren Bâbıâli’nin bazı soysuz yazarları, bülbüller de benim gibi milliyetçi ve memleketçilerdir.

İşte o yıllara ait bir özgürlük belgesi ve Harbiye, Balmumcu gibi hücrelerde eziyet ve işkenceler… Ve dünya çapında bir hocanın başına gelenler…

Bu askeri darbeden sonra Süleyman Demirel dönemi başladı ülkede… 30 sene halkı aldatarak ve kandırarak hükümetler kuran Demirel hükümetleri. Yedi kere şapkasını alıp giden ve sekizinci kere dönen bir Süleyman Demirel… Milli Cephe Hükümetleri de derde deva olmamış ve 12 Mart 1971 muhtırası da bir işe yaramamış, çarenin ekonomide olduğu düşünülmüştür… Kimileri anarşiye, kimileri teröre girişmiş, kimileri de sosyaliz ve komünizme gönül bağlamış ve1980 askeri darbesi gerçekleşmiş olur ülkede…

2003 yılına kadar aralıklarla hükümetler kurulmuş fakat askerler, ülkenin rahat bir nefes almasına hiçbir zaman izin vermemiş ve kendilerini rejimin ve devletin vazgeçilmez bekçileri olarak görmüşlerdir…

Yeni bir parti kurulur. Adı Adalet ve Kalkınma Partisidir, vatandaşına yeni bir hayat, yeni bir anlam ve bir dünya görüşünün sözünü verme söylemleri ile iktidara gelinmiş… Ve hal diliyle “Ülkeye egemen olmak istedim. Pekala işte oldum. O halde kader, benden insanımızın asgari mutluluğu veya hiç olmazsa ülkede herkesin kabul edebileceği yeni bir var oluş rahatlığını sağlamamı istiyor ve inancını yaşamak bekliyor benden… Biraz güzel geçen bir kaç yılın ardından yeni Başkanlık sistemi devreye girer ve bunun sonucu olarak maddi ve manevi bunalımlar dönemi başlar…

Kimsenin düşünemediği nokta, bir toplumun hayatının tek boyuta, tek unsura ve tek faktöre bağlanamayacağıydı.

Bir toplum, hem askeri hem idari ve hem toplumsal düzeni açısından bir düşünce etrafında halkalanmak ve bunu hayata egemen kılmak zorundadır. Hem rejimi, hem ekonomisi, hem kültür ve sanatı güçlü olmak, hem ruh, hem inanç ve hem ahlak planında, yani bütün alanlarda ve bütün boyutlarda güçlü olmak için bütüncül bir idealin sahibi olmak ve bu idealini gerçekleştirmek üzere makro plan ve programlar yapmak ve detaylandırmak zorundadır… Yani hürriyet ve ifade özgürlüğüne gem vurmadan cesaretle kararlar almak ve vatandaşlarını mutlu etmek zorundadır…

Tam iki yüz yıldır görülen düşler ve gerçekleştirilmek istenen özgürlükler, bir türlü gerçekleşmez, yaşanan aşklar heba olup gider ve hüsranla neticelenir…

 

Kaynak: farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER