Özgürlüğün tanımını yaparken hangi teoriye yaslandığınız önem kazanıyor. Yani herhangi bir kavramı tanımlarken bu ölçü geçerli iken özgürlük kavramının tanımı bunu çok daha fazla hak ediyor. Aynı zamanda bu temel bir gerçekliği de işaret etmiş oluyor.
Özgürlüğü tartışırken mevcut insani durumları dikkate aldığımız andan itibaren özgürlüğün ne kadar mümkün olduğunu düşünmek bir vecibe olarak öne çıkıyor. Çünkü tarihsel koşulların esiri olarak tanımlanan insan kimliğinin kültürel baskı karşısında var olmanın zorluğunu hesaba kattığımız zaman bir tanımın yapılmasının zorluğu da açığa çıkıyor. Ayrıca, insanın taklit ederek öğrenmesi ve her edimini aslında gözlemleri sonucu öğrenilerek ortaya koyduğu için özgür olduğunu söylemenin anlamsızlığı da açığa çıkıyor. Özgürlüğün çok sınırlı bir zeminde var olduğunu bize gösteren ise modern dünyanın haklar mevzuunu hukuki bir zemine yaslamasıdır. Aslında insan hakları, eşitlik ve özgürlük söylemleri bir kurgu olmaktan öteye geçemiyor. Bu temel gerçeği de vurguladıktan sonra asıl meseleye geçelim…
Özgürlüğü metafizik bir ilke olarak ele almadığımız sürece onu reel hayatta tam olarak tanımlamak ve onun şartlarını oluşturmak neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden özgürlük derken hangi kategori üzerinden özgürlüğü tartıştığımızı da belirlemek önemlidir. Biyolojik zeminde özgür olmadığımız gün gibi aşikâr. Birçok zeminde özgürlüğümüz elimizden alınır. Sağlık meselesi önemli… Hatta biyolojik yapımızın sınırları da bu anlamda bir çerçeve çizer. Sosyal zeminde özgür olduğumuzu söylemek de o kadar kolay olmasa gerek! Özgürlüğümüzü ancak sosyal zeminde çok önemli bir bedel karşılığında ele alacağımızı ve çoğu zaman da bunu başaramayacağımızı belirleyebiliriz. Üretme ve tüketme meselesi de aynı şekilde. Kendi isteğimiz sandığımız her şeyin bize gösterildiği ve bizim ikna edildiğimiz reklamlar aracılığı ile bize dayatıldığını biliyoruz. Aşk meselesi bile bu çerçevede anlamlandırılır. Film, roman ve dizilerde dahi hep birini severken bir başkasının sevgisinin bizim sevgiyi tetiklediğini söylemek durumundayız. Yani en önemli şey olan aşkta bile özgür değiliz. Ki kara sevda tam olarak bizi bulan bir şey olduğu için o da özgür olarak seçtiğimiz bir şey değil…
İnsan içine doğduğu kültür ve şartların esiri olmaktan kolayca kurtulamaz… Çünkü bu kültür ve şartlar onun kimliğini ve karakterini belirginleştirir. Bu alışkanlıklardan kurtulmak için gerçek anlamda bir irade ve bu iradeyi harekete geçirecek bir isyan ahlakını harekete geçirmek lazım ki bu insanların geneli için mümkün değil… O zaman elimizde bir avuç insanın özgürlüğü kalıyor ki o da sınırlı alanlarda…
Modern dünyanın bu kadar özgürlüğü savunmasındaki temel etken nedir o zaman? Meselenin çözümü de bu soruya verilecek cevaptadır aslında…
Modern dünya tarihsel geçmişi bağlamında da kendi varlığının anlamını deruhte etmek ve karşı karşıya kaldığı düşman güçlere karşı kendi varlığını savunma adına bu kavramı kullanıma dâhil etmiştir. Dün Tanrılara karşı bir özerklik savaşı verirken bu kavrama sığındılar. Bugün ise kilise ve aristokrasiye karşı kendi varlıklarının kalıcı şekilde var olmasının bir zemini olarak özgürlüğü savundular. Sizi özgürleştiriyoruz diyerek halkın gücünü mevcut iktidar karşısında yanına almanın sihirli bir kelimesi olduğu için kullanıldı… Hala bu politika devam ediyor; batı dışı toplumlarda o toplumun bazı kesimlerini yanına almak için bu sefer onlara yönelik aynı sloganı devreye koyarak oradaki iktidara kendi politik emellerine uygun tavırlar sergilemesinin zemini oluşturuluyor. Örnek vermeye gerek yok… Çünkü o kadar çok ki…
Özgürlüğü bireysel zeminde kullanarak kabile, aşiret ve ailenin varlığını tehdit olarak algılatmayı sağlayarak kendi politik güçlerini artırmanın bir aracı olarak kullanılmaya da devam etmektedir. Modernleşme güzellemeleri sadece aydınlanmaları için değil, batı dışı toplumların yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koymanın bir aracı olarak tedavülde tutulmaya devam ediyor.
İşin bam teli şu; dünyanın en pahalı meselesi özgürlüktür. Kan, gözyaşı ve bir sürü şeyi kaybetmeyi göze alarak ulaşabileceğin bir ‘nirvana’ olara tanımlanabilir. Ama ulaştığında ise özgür olduğunun bir serap olduğu gerçeği ile aklını yitirme pahasına bu yalanı sürdürme çabalarını uzatırsın. İllegal yapıların büyük çoğunluğu bu psikolojiyi yaşamaya devam etmektedir. Dün kesin karşı olduğun şeye bu gün büyük bir umutla sarılmayı başka türlü izah edemeyiz. İzaha yeltendiğimizde öne çıkaracağımız her delil aslında esaretimizi çoğaltacak bir zemine sahip olmaya devam edecektir.
Özgür olamaz mıyız? Yukarıda söylediğimiz gibi çok az insan özgürlüğü sahici anlamı ile tadabiliyor ve bunun ağır bedellerini ödeme pahasınadır bu… Ama insan özgürleşmediği sürece esaretin üzerinde oluşturduğu baskı ile sürekli yabancılaşmayı derununda hissetmeye devam edecektir. İşte bu noktada özgürlüğü bağlayabileceğimiz bir zemini kurma imkânı elde ederiz. Özgürlük her şeyi yapabilme zemini değil, bilakis yapabilecek bir gücü ve iradeyi elinde tutarken yapmama iradesine sahip olmaktır. Bu ancak seni şartlara karşı bağımsızlaştıracak bir zemini kurma imkânı sunar.
İnsan arzusunun esiridir. Bu esaretten kurtulmanın yolu arzuyu dizginlemek ve onu sınırlar içine alabilme gücüne dayalıdır. İnsan, arzusuna kavuşma isteği ile başka şartların esiri olur ve farkında da olamaz. Mesele insanın bizzat kendisi üzerine bir tanım yaparak özgürlüğün doğası üzerine bir tanım ile eşleştirerek iki olguyu aynı zeminde betimleyebilecek bir zihni donanımı ortaya çıkarmaktır. Şunu açıklıkla ifade etmekte yarar var. Tanrı dışında ancak insan özgür olabilir. Çünkü özgürlük yapabilme istidadı ile birebir ilişkilidir. Bu yüzden irade sahibi varlık Tanrı ve Tanrının şah eseri olar insandır. O zaman özgürlük bir ontoloji sorunudur ve metafizik bir zemine dayanır. Yoksa epistemik zeminde olup bitenleri dikkate aldığımız zaman özgürlüğün birden çok tanımını yapmak mümkün olur iken her tanımın da eleştirisi yapılabilir olacaktır.
Özgürlük bir metafizik ilke ise bunu betimlememiz gerekir. Tanrı insanı yarattığı zaman O’na özgürlüğü sunmuştur. Çünkü insanın imtihan oluşunun bütün kültürlerde bir karşılığı vardır. Her imtihan ise kişinin serbest hareket etme liyakatine dayalı olur. Bu yüzden insan özgür olma istidadı ile birlikte yaratılmıştır. Ama bu özgürlüğünü çok çabuk kaybetme ihtimali de beraberinde saklı olarak… İmtihan, insanın yapıp ettiklerinin karşılığını alacağı bir zemin doğurur. Bu da bize özgürlüğün asıl bağlamının sorumluluk ilkesi olduğunu gösterir. Yani özgürlük metafizik bir ilke olarak sorumluluğu üstlenen varlığa tevdi edilen bir haslettir. Onu taşıyan da bu özelliği gösterebilecek olandır.
Meselenin üçüncü zemini ise yaşamın insana musahhar kılınışı ile ilişkili oluşudur. İnsan kendi sorumluluğunu üstlenmesi için yaptıkları şeyi kendi iradesi ile yapabilme becerisine ve istidadına haiz olması lazımdır. Bu da onu sorumlu kılmanın bir zeminidir. Kişi, yaptığı her şeyi özgürlüğü içinde yapabildiğinde sorumlu tutulur ve karşılığını alırken bu özgür insanın vicdanı o karşılığı onaylar.
O zaman özgürlük, yapılan her eylemin karşılığını ödeme konusunda insana verilen bir haslettir. Yani özü itibarı ile insan özgür değil, teklife muhatap oluşu ile özgürlüğünü elde etmiştir. Daha açık bir ifade ile insanın özgürlüğü verilidir. Kendisine bahşedilmiştir. Ama bir sorumluluk karşılığında… Bu temel gerçeği dikkate almayan her özgürlük tanımı insanı özgürlüğünden uzaklaştıran bir zemine dönüşür.
Özgürlüğün bir karşılığının olduğu gerçeğini gördük ve bu karşılığın çok pahalı bir durumu içerdiğini de söylemek lazım. Hatta sonsuzluğun bir karşılığı olduğunu rahatlıkla dillendirebiliriz. Özgürlük metafizik ise karşılığı da metafizik olacaktır. O zaman sonsuz bir zaman diliminde özgürlüğünün bedelini ödeyenler o hakkı kazanarak sonsuzlaşacaklardır. Buna değecek bir özgürlüğü konuşmak ve yaşamak insan olmanın haysiyeti ve anlamı ile de birebir ilgili bir durumu içerir…
Bu özgürlük zemini üzerinden insan kendi davranışlarının sahibi olur. Yani kendisine tevdi edilen sorumluluk gereği sınırlara riayet ettiğinde her davranışı onu biraz daha özgürleştirir. Özgürleştikçe de insan kendi sınırlarını daraltır. Kendisinden vazgeçerek başkaları için yaşamayı öncelemeye başlar. Kendinden vazgeçtikçe insan özgürleşmesini güçlendirir. Böylece kendi benliğini güçlendirecek paylaşım imkânlarını çoğaltarak varlık sahasına yönelik ilgisini derinleştirecektir. Kendi dışında yaptığı her paylaşım iyilik olarak kayıtlara geçerken onun kişiliğini arındırarak güçlü hale getirir ve özgürlük potansiyelinin sınırlarını genişletir.
İnsan kendisini kışkırtıcı her eylem ve düşünceye karşı sınırlara riayet ile başkası için yaptığı eylemlerden beslenerek onu alt etmeyi ve esaret içine düşmeyi engellemiş olur. Yani özgürlük dünyevi kaygılar yerine varoluşsal kaygılara yönelmeyi zorunlu kılar. Dünyanın sınırlı ve sonlu ihtiraslarına sahip olma yerine bekayı önceleyen bir bakışı öne çıkartarak özgürlüğünün tadını çıkarır. Kendisini çevreleyen şartlara rağmen özgürleşmeyi bu zeminde sağlama alarak var kılınabilir. O zaman gelenek, alışkanlıklar, arzular, istekler, beklentiler onu durdurma istidadını kaybeder. Yani özgürlüğü yaşadıkça insan, özgürlüğünü çoğaltan bir evrende var olmaya başlar. Her varlık, var oluş ve var olan onun özgürlüğünün teminatı haline gelir. Bu yüzden özgürlük bir rüşt/ olgun olma halidir.
Özgür insanlar, özgürlüğü savunurlar ve özgürlüğün yeşermesi için harekete geçerler. Bu yüzden onlar özgürlüğün kahramanları olma liyakatine sahip olurlar. Özgür olmak, kahraman olmak ve vazgeçmeyi başarabilmektir.