Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Özgür Özel: “Avrupa ile ilişkilerimiz: Hem güvenlik hem demokrasi”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel T24’de yazdı.

Özgür Özel: “Avrupa ile ilişkilerimiz: Hem güvenlik hem demokrasi”

4-6 Mart 2025 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda bir konuşma yapmak üzere gittiğim Brüksel’de, konuşmamın yanı sıra son derece önemli üst düzey temaslar gerçekleştirdim. Aralarında AB Konsey Başkanı Antonio Costa, Alman Başbakanı Olaf Scholz, İspanya Başbakanı ve Sosyalist Enternasyonal Başkanı Pedro Sanchez, Avrupa Parlamentosunda Sosyalist ve Demokratlar grup başkanı ve eski İsveç Başbakanı Stefan Löfven’in de bulunduğu çok sayıda isimle görüşme fırsatı buldum. Bu seyahat vesilesiyle partimizin temel ilkelerini, dış politika anlayışını ve Avrupa Birliği’ne ilişkin perspektifimizi muhataplarımızla paylaştım. Aynı zamanda küresel ve bölgesel gelişmelerin Avrupa siyaseti üzerinde ne denli ağır bir etkide bulunduğunu yakından gözlemleme ve bu süreçte neler yapılabileceğine dair önerilerimizi paylaşma fırsatı buldum. Bu yazımda, gerçekleştirdiğimiz temaslar vesilesiyle, Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin nasıl bir zemine oturtulması gerektiğine dair fikirlerimizi yurttaşlarımızla paylaşacağım.

Küresel sistemin ve bölgemizin yeniden şekillenmekte olduğuna şüphe yok. Önemli olan böylesine kritik bir dönemeçte ülkemizin kendisini nasıl konumlandıracağı, içinde derin belirsizlikler taşıyan bu dönüşümden Türkiye’nin kendisine bir zarar gelmeden en akılcı yolu nasıl bulabileceğidir.

Öncelikle AK Parti iktidarının bu süreçte birçok açıdan çok sorunlu bir yol izlediğini belirtmem gerekir. Sayın Erdoğan, Trump yönetiminin başta AB olmak üzere müttefikleriyle sorunlu bir ilişki dönemine girmesini ve Ukrayna Savaşı’nda hızlı dönüş yapmasını, tıpkı göçmen meselesinde olduğu gibi bir tür “stratejik fırsatçılığa” çevirmek istemektedir. Sayın Erdoğan, iktidarının ilk yıllarından bildiğimiz bir taktiği uygulamakta, Avrupa Birliği’ni içeride iktidarda kalabilmek için kullanmaya, araçsallaştırmaya çalışmakta, sürecin hiçbir noktasında atılması zorunlu demokratik adımlardan bahsetmemektedir. Hepimizin hatırlayacağı gibi, “AB’ye üye oluyoruz” medya kampanyasıyla 2004-2005’te başlatılan süreç, içeride gerekli bürokratik dönüşümler gerçekleştirildikten ve AKP kendi iktidarını sağlama aldıktan sonra uyutulmuştur. İçi boş denilebilecek “AB’ye üye oluyoruz” söylemiyle başlayan sürecin sonunda, AB ile ilişkilerimizin gelip dayandığı yer ise sığınmacı pazarlıkları olmuştur. AB ile ilişkilerimiz, demokrasi zemininden ve ilke temelli müzakerelerden tamamen koparılmıştır. Erdoğan’ın ifadesiyle, sığınmacılar için en az 40 milyar dolar harcanmıştır. AKP iktidarı, bu pazarlığın karşılığı olarak AB’den bir tür “eleştiri muafiyeti” elde etmiştir. Sonuçta, ekonomik, sosyal, kültürel, demografik maliyetler ise vatandaşlarımızın sırtına yüklenmiştir. Avrupa Birliği ile Erdoğan iktidarı arasındaki mutabakat Türkiye açısından bir kaybet-kaybet denklemi olmuştur.

Cumhuriyet Halk Partisi ise en başından beri, Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda son derece ısrarlı ve kararlı bir pozisyonda durmaktadır. CHP, AB ile aramızdaki ilişkilerin yeniden ilke temelli bir ilişki haline gelmesini savunmakta, sığınmacı meselesinin, diğer her şeyi unutturan, yok sayan bir unsur olarak görülmesine karşı çıkmaktadır.

Bugün ABD ve Avrupa arasında, artık herkesin farkında olduğu uzlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bilhassa Ukrayna meselesiyle belirginlik kazanan uzlaşmazlıklar, esasen daha eski tarihlere dayanan, Avrupa’nın “stratejik özerkliği”, güvenlik mimarisinin yeniden şekillendirilmesi gibi arayışları hızlandırmıştır. Son zamanlarda, Avrupa’nın en sıcak gündemlerinden biri, Avrupa coğrafyasının güvenliğinin, ABD’ye olan bağımlılığının azaltılarak nasıl sağlanacağıdır. Bu bağlamdaysa, Türkiye’nin, yeni güvenlik mimarisinde nasıl yer alacağı, hayatî bir soru haline gelmiştir.

Biz, memleketimizi çok yakından ilgilendiren, bir parçası olduğumuz Avrupa’nın güvenliği konusunda, Türkiye’nin çok önemli bir pozisyona sahip olduğunu ve olacağını öngörüyoruz. Avrupa’nın güvenlik konusunda özerkleşebileceği, ABD’ye bağımlılığını azaltabileceği bir güvenlik sisteminin inşası için, Türkiye’nin aktif ve dengeyi hiçbir zaman terk etmeyen bir rol oynaması gerektiğini savunuyoruz. ABD’yle ve diğer küresel güçlerle dengeli bir ilişki içinde kalarak Avrupa güvenlik mimarisinin parçası olmakla, Avrupa’nın bekçiliğini üstlenmek arasında bir ayrım yapıyoruz. İlkini savunurken, ikincisini net bir şekilde reddediyoruz.

Bizim, bu meseleye yaklaşımımızda, Erdoğan iktidarıyla ayrıştığımız başka bir husus daha var. Biz, güvenlik ve strateji ile demokrasi, insan hakları, hukuk devleti arasında pozitif bir ilişki kurulması gerektiğini savunuyoruz. Sığınmacılar üzerinden kurulan al-ver ilişkisinin, bu defa da “güvenlik sağlama” üzerinden kurulmasına karşı çıkıyoruz. Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım konuşmada da pragmatik aktörlerin, al-ver siyasetini; ilke sahibi aktörlerin ise değerler üzerinden müzakereyi tercih ettiklerini ifade ettim. İkincisinin daha kalıcı, daha güvenilir olduğunu vurguladım. Basit pazarlıklarla elde edilen kısa vadeli kazançların kolay kaybedileceğini unutmamak gerekir. Biz değer merkezli bir dış politikanın, küresel gerilimlerin arttığı, bölgesel krizlerin yoğunlaştığı dönemlerde daha önemli olduğuna inanıyoruz.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER