ÖZGÜR-DER YÖNETİM KURULU ÜYESİ ŞEKERCİ: CEZAEVLERİNDE 28 ŞUBAT SÜRECİ DEVAM EDİYOR

Özgür-Der Yönetim Kurulu Üyesi Şekerci, "Başörtüsü sorunu çözüldü ancak hala cezaevlerinde 28 Şubat süreci devam ediyor." dedi.

ÖZGÜR-DER YÖNETİM KURULU ÜYESİ ŞEKERCİ: CEZAEVLERİNDE 28 ŞUBAT SÜRECİ DEVAM EDİYOR

Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) Yönetim Kurulu Üyesi Hülya Şekerci, "Başörtüsü sorunu çözüldü ancak hala cezaevlerinde 28 Şubat süreci devam ediyor. Mahkemelerde brifing verilmiş yargı mensupları, hakimler, savcılar tarafından yargılanan Müslüman kardeşlerimiz, hala içeride." dedi. 

Türk siyasi tarihine "post modern darbe" olarak geçen 28 Şubat sürecinde yaşananları AA muhabirine değerlendiren Şekerci, o dönem Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarının Türkiye gündemini oluşturduğunu ve 28 Şubat 1997´de 9 saat süren tarihi bir MGK toplantısı yapıldığını hatırlattı.

Toplantıda 18 maddelik kararların hükümete dayatıldığını ifade eden Şekerci, "Bu maddelerde kılık kıyafet düzenlemesi, Kuran kurslarının Diyanet´e devredilmesi, 8 yıllık zorunlu eğitim vardı. Bu da imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılması anlamına geliyordu. Bunlar Türkiye toplumu için zorbaca istek ve dayatmalardı." diye konuştu.

Refah Partisi´ne ve Refah-Yol hükümetine çok ciddi baskı olduğunu aktaran Şekerci, "28 Şubat sadece başörtünün yasaklandığı bir süreç değildi. Her kurumuyla İslami kimliğin üzerine tümüyle gidilen bir süreçti. Kurumlar, sadece askeri yapılar da değildi. Sivil bürokrasi, medya, STK´lar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi yapılar... Bu da asker tarafından yürütülüyordu. Kışlalarda verilen brifinglere medyadan, hukuk camiasından savcılar, hakimler katılıyor ve ´irticayla nasıl mücadele edeceğiz?´ başlığı altında aslında ´İslami kimliği nasıl bastıracağız´ çalışmaları yapılıyordu. Daha sonra ortaya çıkan Batı Çalışma Grubu´nun 6 milyon insanı fişlediği ortaya çıktı." ifadelerini kullandı.

"Başını açan arkadaşlar, ciddi psikolojik sıkıntı yaşadı"

28 Şubat dönemi denilince daha görünür olması nedeniyle başörtü sorununun akıllara geldiğini ancak bu dönemde bankaların hortumlanıp boşaltıldığını dile getiren Şekerci, başörtüsü yasağının bir kamufle aracı olarak kullanıldığına dikkati çekti.

"O dönem bir vali ya da bir kurumdaki yetkili adı yolsuzlukla anılmaya başladığı zaman hemen başörtüsü yasaklarına sarılıyor ve ´irtica geliyor´, ´laiklik elden gidiyor´ sözlerinin arkasına saklanarak, bütün yolsuzlukları bunun üzerinden yapıyordu, bu şekliyle dokunulmazlık kazanıyordu." diyen Şekerci, yasağın artarak İstanbul´dan diğer şehirlerdeki okullara da yayıldığını, bu dönemde "kamusal alan" kavramının gündeme geldiğini ve başörtüsünün üniversite gibi kamusal alan ilan edilen yerlerde yasak olduğunu kaydetti.

Özel ve kamusal alan tarifini yapan yasakçı çevrelerin "Biz sizin özel alanınıza, başörtünüze karışmıyoruz." dediğini söyleyen Şekerci, şöyle devam etti:

"Bizim örtümüz zaten kamusal alanda aslında farz edilmiş bir şey. İnsanlara ´başörtülüden öğretmen olmaz, başörtülüden hakim olmaz, başörtülüden savcı olmaz, devletin kurumlarında olmamalısınız´ tarzında şeyler söylediler. Biz her yerden bir kuşatılmışlık içerisindeydik. Bu dönemde söyledikleri başka argüman da ´mahalle baskısı.´ Yani, ´siz başörtüsü takarak başörtüsü takmayan insanlara psikolojik baskı yapıyorsunuz.´ diye bir gerekçe uydurdular. Baskının giderek arttığı, eylemlerin ise azalmaya başladığı 1999 yılında başörtüsü sorununu gündemde tutmak, eğitim haklarını savunmak ve ihlallere karşı mücadele etmek amacıyla Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği´ni kurduk. Her alanda artan yasaklara karşın direniş de devam etti. Bir de baskılara dayanamayıp başını açan arkadaşlar oldu. Başını açan arkadaşlar da ciddi psikolojik sıkıntı yaşadı. İnsanın kendi kimliğinden, inancından taviz vermesi kolay bir durum değil. Bazıları peruk taktı. Bu sefer sistem, ´ideolojik peruk yasaktır.´ dedi. Başörtüsü yasağına karşı geliştirilen her türlü eylem yasaklandı. İstanbul Üniversitesi´nde şapka bile yasaklandı. Öğretmenevlerine ´başörtülüler ve evcil hayvanlar giremez.´ yazıları asıldı. Başörtüsü yasakları öyle bir noktaya geldi ki parklar kamusal alan mı değil mi? Kimisi ´kamusal alan ve oraya da girmesinler.´ dedi. Medine Bircan isimli yaşlı bir hanımın sağlık karnesinde fotoğrafı başörtülü diye tedavisi yapılmadı. Oğlu photoshop ile saçını açarak tedavi yaptırabildi. Bursa´da üniversiteye giden otobüslerde başörtüsü avına çıkıldı. Fabrikada işçi olan başörtülü kadınlar otobüsten indirildi. Folklor ekibini bile İstanbul Üniversitesi´nden içeriye almadılar. Çocukları askerde olan başörtülü anneler yemin töreni ve ziyaretlerde içeri alınmadı. Başını açmak istemeyen imam hatip öğrencileri polis tarafından toplanarak bilmedikleri yerlere bırakıldı. O dönemde mesela bir veli gözaltına alınmıştı, Makbule İbrahimoğlu. Kadıköy İmam Hatip Lisesi önünde kızı eylemdeydi ona destek vermek için gitmişti ve gözaltına alınmıştı, bu Makbule İbrahimoğlu´nun da 7 tane çocuğu vardı ve 1 ay hapis yattı bu eyleme katıldığından dolayı."

"Fetullahçılar darbecilere güzelleme yaptı"

1990´lı yıllarda İmam Hatip Lisesi mezunlarının çoğalmasıyla başörtülü öğrencilerin sayısında bir artış olduğunu ve üniversitelere girişte ciddi bir yükseliş yaşandığını kaydeden Şekerci, "Bu, sistemi rahatsız etti. ´Biz bu cahil halkı okutursak, bizim tedrisatımızdan geçerlerse o insanlar zaten modernleşirler.´ gibi bir algıları vardı, tam tersi oldu." dedi.

Şekerci, öğrencilerin kimliklerini korumaya başladığını ve sayılarının da arttığını dile getirerek, "(Laiklik elden gidiyor.) söylemiyle üzerimize gelmeye başladılar. İslami kimliğin görünür olmasına karşı moral bozuklukları vardı. Onları tarlada çalışan başörtülü bir bayan rahatsız etmiyordu. İş yerinde, fabrikada bir temizlik işçisinin başörtülü olması onları rahatsız etmiyordu. Onları rahatsız eden avukatın, doktorun başındaki başörtüsüydü. Çünkü onlar kendi yerlerini böyle konumlandırıp diğerlerini parya olarak görüyorlardı. Bize yıllardır ´siz kızlarınızı okutmuyorsunuz.´ demelerine rağmen, bu sefer de ´hayır siz başörtülüsünüz, okuyamazsınız.´ diye diretmeye başladılar." değerlendirmesini yaptı.

Kemalist bakış açısına göre cemaatler ve örgütler arasında bir fark bulunmadığını söyleyen Şekerci, "Fetullahçıların daha önceki darbelerde takındığı tavır da aynı. Hiçbir karşı durma yok. Tam aksine darbecilere güzelleme yaptılar." dedi.

Bir genç kızın başını açma kararında çok farklı faktörler olabileceğini belirten Şekerci, "Başından beri Fetullahçılar kayıttan önce öğrencilerden açık resim istediler. ´Biz açık resim verelim ki daha sonra yasak gelir.´ diye propaganda yaptılar. Başlarını açmalarını meşrulaştırmaya çalıştılar. ´Biz günah işliyoruz ama başkaları da yanmasın, Müslümanlar da bu kurumlarda bulunsun.´ Fetullah Gülen´in başörtüsüne ´füruat´ demesinin öyle bir döneme denk düşmesi ilginç bir şey. O dönemde bazı ilahiyatçılar da zaten kullanıldı. Türkiye´de ilk defa ´Kuran´da başörtüsü var mıdır yok mudur?´ tartışmaları, 28 Şubat darbe sürecine denk düşer. Ondan önce böyle bir tartışma yoktur." diye konuştu.

"Sıra arkadaşları karşılarına hoca olarak çıktı"

O süreçte yasaklara karşı direnmenin zor olduğunu aktaran Şekerci, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çünkü sonunda yasakların biteceğine karşı bir ufuk gözükmüyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ´Bin yıl da olsa irticayla mücadele sürecek.´ demişti. İrticadan kastı da 18-19 yaşındaki kızların örtüleriydi. Karanlık bir tablo vardı, umut vadetmiyordu. O yüzden direnişi çok önemsemek lazım. 28 Şubat sadece mağduriyetlerin tarihi değildir. Aynı zamanda bir direnişin de tarihidir. Bu direnişi yapan da başörtülü gençler ve ona destek veren Müslüman erkeklerdir. Çok orantısız bir güçtü görünürde ama Allah´ın lütfuyla siyasi iradenin de bu noktada durduğu nokta itibarıyla Allah az olan bir şeyi çoğalttı, bereketlendirdi ve bugün çok şükür başörtüsü yasakları ortadan kalktı. Af çıktıktan sonra okuyan arkadaşlarımız oldu ama iş işten geçmişti. Sıra arkadaşları 10 yıl sonra karşılarına hoca olarak çıktı. Akademik kariyer artık mümkün değildi. Birkaç tane çocukları vardı. Yasak döneminde birçoğu bitiremedi. Bazıları yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Bir beyin göçü oldu. Başörtüsü sorunu çözüldü ancak hala cezaevlerinde 28 Şubat süreci devam ediyor. Mahkemelerde brifing verilmiş yargı mensupları, hakimleri, savcılar tarafından yargılanan Müslüman kardeşlerimiz, hala içeride. Şu an 28 Şubat´ı yapanlar yargılanıyor, ciddi cezalar almak üzereler fakat darbecilerin yaptığı yargılanmayla kardeşlerimiz hala içeride."

Zulüm ve darbelerin ilelebet sürmeyeceğinin altını çizen Şekerci, kendi kızıyla ilgili bir anısını paylaşarak, "1998´de bir kızım oldu. Babasıyla ´bu kız okumak isterse ne yapacağız?´ diye konuşmuştuk. Oradaki psikoloji, ´başörtüsü yasağı devam edecek´ yönündeydi. Kızım ilkokuldayken ´artık okumak istemiyorum.´ dedi. ´Neden?´ diye sorduğumda cevaben ´Nasıl olsa başörtüsü yasakları devam edecek.´ dedi. Bir de biz sürekli eylemlere gidiyoruz. Çocuk da durumun farkında. O gün Sibel Eraslan vardı yanımızda ve ´Merak etme biz o sorunu çözeceğiz.´ dedi ve çözüldü de... Hiçbir zaman zulüm ilelebet sürmüyor, darbeler de öyle. Çok baskın bir şekilde gelir ama bir müddet sonra daha önceki darbelerde olduğu gibi darbecilerin istemediği bir yöne doğru gider topluluk. İstemediği bir partiye oy verirler. İstemediği bir toplumsal gelişim olur. Bu baskı uzun süre katlanılacak bir baskı değildir. Şimdi yasakların önemli bir kısmı aşılmış oldu." değerlendirmesinde bulundu.

"15 Temmuz direnişinin temelleri 28 Şubat´ta atılmıştı"

Şekerci, hiçbir düşünce ve görüşün darbe ile getirilmemesi gerektiğini anlatarak, bir daha 28 Şubatlar yaşanmaması için yönetimin şeffaf olması gerektiğini söyledi.

Darbelerin hangi niyetle yapılırsa yapılsın hiçbir meşruiyeti bulunmadığını vurgulayan Şekerci, şunları kaydetti:

"Buna karşı halkın gerçekten uyanık olması lazım. Mesela 15 Temmuz´daki direniş önemlidir. Bu direnişin temelleri, aslında 28 Şubat´ta atılmıştı. 28 Şubat sürecinde belki bu kadar ciddi bir hareketlilik görmedik. 28 Şubat´ta da tanklar Sincan´da yürümüştü. Kimse tankların önüne çıkmamıştı ama bu, sonuçta toplumsal hafızada bir birikim ortaya getiriyor. Yasaklar ve ekonomik krizler. ´Tekrar darbe olursa yine mahvolacağız.´ gibi bir arka planı var. Bu arka planın 15 Temmuz´daki yansıması bir direniş olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla haklarımız konusunda hassas olmamız gerekiyor. 28 Şubat sürecinde daha önceki darbe süreçlerinde neler yaşandığını unutmamak gerekiyor. Bunun toplumsal hafızada canlı tutulması lazım. Buna karşı özellikle vesayet rejimlerinin, askeri vesayetin asla bugün yeniden getirilmemesi gerekiyor. ´Bundan sonra olmaz.´ diyebileceğimiz bir garanti de yok elimizde. Bugün olmaz ama ileri tarihlerde, daha sonraki süreçlerde bu sıkıntı yaşanabilir."