Yaşadıklarımız, Türkiye´nin önce rotasını, sonra da yönünü ve yörüngesini bulma serüveni...
Türkiye, iki asır önce büyük sarsıntı geçirdi, rotasını kaybetti; fırtınalı denizde, oraya buraya sürüklendi ve sonunda ?gemi? karaya oturdu.
Yüzyıl önce, fırtınalı denizin ortasında bir ?tahta parçası?na tutundu, karaya çıktı: Hayatını kurtardı ama dünyasını ve yörüngesini kaybetti; bedenini kurtardı ama ruhunu yitirdi.
Özetle: İki asır önce rotamızı, bir asır önce de yörüngemizi yitirdik ve tarihten çekildik.
Yüzyıldır kendi tarihimizi yapmıyoruz; daha doğrusu, yüzyıldır tarih filan yapmıyoruz; Batılıların yaptığı tarihte yaşama savaşı veriyoruz sadece...
Hem rotamızı bulma hem de tarihî yörüngemize yeniden kavuşma zorlu mücadelesi...
Ürpertici olan nokta, bu ülkenin entelijansiyasının, bu ülkenin rotasını da, yörüngesini de yitirdiği yakıcı ve yıkıcı gerçeğini görememesi...
Zihnen sömürgeleşmesi, yani bedenen burada yaşaması ama ruhen bu topraklarda yaşayan insanlarla da, bu topraklarda yaptığımız tarihle ve yeşerttiğimiz medeniyetle de zihnî, ruhî irtibatını tastamam koparmış olması...
Bu zihnî sömürgeleşme, beraberinde zihnî felçleşmeyi ve rûhî körleşmeyi de getirecekti kaçınılmaz olarak...
Türkiye´nin sorunu ne?
Köklü bir varoluş meselesi var Türkiye´nin: Türkiye, yeniden medeniyet iddialarını kuşanarak taze bir medeniyet yolculuğuna çıkabilecek mi?
Türkiye´nin zihnen kendi kendini sömürgeleştiren, zihnî felçleşme ve rûhî körleşme yaşayan elitlerinin, aydınlarının böyle bir soru´ları da, sorun´ları da olmadı hiç bir zaman.
Ama Batılılar, bu soruları soruyorlar yüzyıldır sürekli olarak.
Daha doğrusu, Türkiye, resmen medeniyet iddialarını reddettiğini ilan etmesine, Batılı / seküler bir yörüngeye girmesine, bunun göstergesi olarak Batı ittifakının kurucu kurumları içinde yer almasına rağmen, Batılılar, acaba Türkiye toparlanarak yeniden medeniyet iddiasına sahip çıkacak bir yola girer mi, yeniden ruhköklerinden beslenerek yeni bir medeniyet yolculuğuna soyunabilir mi, sorusunu her dâim soruyorlar kendi kendilerine Türkiye´yle ilişkilerini sürdürürken...
Altını kalın harflerle çiziyorum: Batılılarda bir tarih bilinci ve perspektifi var; bir Batı uygarlığı bilinci ve perspektifi de var.Türkiye´yle ilişkilerini hep bu tarih ve medeniyet bilinci ve perspektifi üzerinden kuruyor, kurguluyorlar.
Yüzyıldır, Batılıların üzerinde kafa patlattıkları bütün mesele şu: Acaba Türkiye, ?biz Batı ittifakının bir parçasıyız? diyerek bizi aldatıyor mu; Türkiye´nin yeniden ruhköklerinden beslenen bir medeniyet iddiasını sahiplenmesi, bu medeniyet iddiasını adım adım hayata ve harekete geçirmesi gibi gizli bir gündemi mi var?
Batı´da, gerek akademide gerek siyasa çevrelerinde gerekse think-tank kuruluşlarında yüzyıldır, özellikle de son 40 yıldır sorulan, cevabı bulunmaya çalışılan soru bu.
Batılıların tek derdi var: Türkiye´nin her ne sûretle olursa olsun, yeniden medeniyet iddialarını sahiplenmeye ve dolayısıyla yeni bir medeniyet yolculuğuna soyunmaya kalkışmasına aslâ göz yumulmaması!
O yüzden Batılılar, yüzyıldır, bütün stratejilerini, Türkiye´nin medeniyet iddialarını sahiplenmeye kalkışmasını önlemek için geliştiriyorlar.
Gelecek yüzyılı belirleyecek en büyük fenomenin, Türkiye´nin medeniyet iddialarını yeniden benimsemesi, bu iddiaları adım adım hayata ve harekete giydirecek geri-dönüşü imkânsız bir yöne ve yörüngeye girmesi gerçeği olduğunu bizden çok daha iyi biliyorlar.
O yüzden son çeyrek asırdır Türkiye´yi kuşatmaya, Türkiye´nin kontrolden (Batılıların yörüngesinden ve güdümünden) çıkmasını önlemeye çalışıyorlar.
Son on yıldır, Türkiye´nin Türkiye´den ibaret olmadığını, etki ve nüfûz alanının medeniyet coğrafyasını bile aştığını, bütün mazlum coğrafyalara ulaştığını gördü Batılılar ve düğmeye bastılar:
Hem içerden hem de dışardan Türkiye´yi durdurmaya karar verdiler.
Bunun için de terör örgütlerini harekete geçirerek Türkiye´yi önce kaosun, iç-çatışmanın eşiğine sürüklemek, sonra da Türkiye´yi parçalamak için savaşıyorlar vargüçleriyle...
Türkiye´nin sözümona seküler aydınları çoktan zokayı yutmuş olsalar da, Batılılar, Türkiye´de devletin, Batılıların Türkiye´yi önce içerden çökertme sonra da parçalama niyetlerini çok iyi anladıklarını gördüler ve şaşkına döndüler...
17-25 Aralık darbe girişimi, Gezi kalkışması provokasyonu, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi püskürtüldü. Kürt-Türk iç savaşı projesi püskürtüldü.
Tek ve son seçenekleri kaldı Batılı emperyalistlerin: Türkiye´nin parçalanması. Bu konuda onyıllar öncesine giden bir hazırlık içindeydi emperyalistler...
Terör koridoru, bir gecede oluşturulmadı, değil mi?
Türkiye, başından beri söylüyorum, Suriye ile ilişkilerini rayına oturtmak zorundadır: Suriye politikasıyla tuzağa düşürüldük: Esed´i göndereceğiz dediler, Türkiye´ye gaz verdiler; sonra da sipsivri ortada bırakıverdiler!
Türkiye´nin geldiği noktada, Afrin operasyonunun birincil hedefinin Suriye´nin toprak bütünlüğünün sağlanması olduğunu açıklaması, bunun, Suriye politikasının ana ekseni hâline gelmesi önemli.
Burada söylediklerim, Esed´in vahşî katliamlarını gözardı etmemizi gerektirmez.
Ehem´le mühim´i ayırt etmemizi gerektirir: Eğer Suriye´nin toprak bütünlüğü teminat altına alınamazsa, Türkiye´nin parçalanmasının önü de alınamaz -Allah muhafaza!
Sözün özü: Türkiye, rotasını ve yörüngesini bulma sürecine girdi. Önce Fırat Kalkanı, ardından Afrin operasyonuyla emperyalistlere ve kuklalarına anlayacakları dilden cevap verdi.
Ve mesaj alındı.
Şimdi bize düşen şey şu: Ülke içinde birlik, kardeşlik ve bütünleşme ortamını korumak ve pekiştirmek. Farklılıkları kaşımamak, asgarî müştereklerimiz üzerinde yoğunlaşmak...
Bazen zor zamanlar, toplumların önlerini açar...
Şimdi tam da böylesi bir süreçten geçiyoruz...
Kenetlenme, bütünleşme, kardeşlik ortamını büyütme zamanı şimdi...