18. 08. 2018 Cumartesi
Dr. Can Kasapoğlu(*)
Harp tarihi boyunca ?insan´ tek başına savaşmadı. 20. yüzyılda dahi at ve süvari sınıfı, birçok harp sahasında oyun-değiştirici oldu. Örneğin, Türk Kurtuluş Savaşı´ının başarıyla sonuçlandırılmasında, süvari birliklerinin sağladığı manevra üstünlüğü ve baskın faktörü çok kritik bir yer tutmuştu. Benzer şekilde, filler, güvercinler ve daha birçok canlı, insana harp sahalarında eşlik etti. Hatta, Fırat Kalkanı Harekatı´nda dahi, Türk Silahlı Kuvvetleri´nin patlayıcı aramasında kullanılan detektör köpekleri, hibrit harbin çok önemli bir tehdit faktörü olan EYP´lere karşı mücadelede aktif olarak yer almak üzere çatışma bölgesindeydi.
Öte yandan, yukarıda sayılan tüm ?unsurlar´, insanın verdiği kararlar doğrultusunda harp sahasında hareket etmişlerdi. Daha açık bir ifadeyle, dedektör köpekler, hibrit harp sahasında el yapımı patlayıcılar ile mücadele haritaları üzerinde kararlar almadılar. Benzer şekilde, süvari sınıfında bulunan atlar, bir manevraya ilişkin komuta tercihlerinde de bulunmadı. Oysa yapay zeka, harp durumunda ?insan´ ile çok farklı bir etkileşim içinde olacak gibi görünüyor. Yapay zekayı mümkün kılan teknolojilerdeki çok hızlı artış, insanın harp ve harekat stratejisi bakımından tek karar alıcı olma niteliğini tamamen elinden almasa da, paylaşmaya zorlayacaktır.
Bu noktada, askeri sistemlerde otonomi kavramından ve bu kavramın robotik harp yetenekleri üzerindeki etkilerinden kısaca, kolayca anlaşılabilir şekilde söz etmek gerekiyor. Otonomi, birçok sistemde çeşitli seviyelerde bulunabilir ve insanın karar alma mekanizmalarındaki hareket alanına endekslidir. Bu bağlamda ilk kategori operatör kontrolünün operasyon döngüsünün doğrudan içinde olduğu (human in the loop) sistemlerdir. Birçok güdümlü, akıllı mühimmat bu kategoride bulunmaktadır, zira ölümcül güç kullanma kararının verilmesi kritiktir, dolayısıyla ?insan´ her aşamada hangi spesifik hedefin imha edileceği üzerinde mutlak söz sahibidir. Öte yandan, insanın karar verme ve analitik refleks süreçleri, harbin baş döndürücü hızına yetişemeyebilir. Örneğin, zırhlı bir platforma yönelen güdümlü anti-tank mühimmatını imha etmek, insanın karar verme-harekete geçme kapasitesinden fazlasını gerektirmektedir. Bu nedenle, daha esnek ikinci kategorideki otonomi seviyesi, insanın operasyonel döngünün içinde değil, ancak üzerinde olduğu (human on the loop, yani, hedef setinin angajmandan önce tanımlandığı ve angajman limitlerinin belirlendiği) kabiliyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye´nin, daha Zeytin Dalı Harekatı devam ederken, Ukrayna savunma sanayii ile başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği zırhlı araçlar ve ana muharebe tankları için aktif koruma sistemleri projesi bu kategoriye bir örnek teşkil etmektedir.
Üçüncü kategorideki sistemler, (human out of the loop) insan unsurunun döngünün dışında olduğu, harekete geçirildiğinde hangi hedeflere hangi şartlarda taarruz edeceğini kendi belirleyebilen, hatta gelişmiş algoritmalar ve makine öğrenimi sayesinde yeteneklerini geliştirebilen silahlardır. Otonom, vurucu SİHA sistemleri -özellikle radar sistemlerini imha için dizayn edilen anti-radyasyon versiyonları- bu çerçevede en önemli ve gelecekteki daha gelişmiş otonomi seviyeleri hakkında en iyimser segmenti temsil etmektedir. Bu sistemler, (örneğin, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri´nin Nisan 2016 Karabağ çatışmalarında başarıyla kullandığı, İsrail yapımı Harop vurucu SİHA), özellikle anti-radyasyon görevleri için dizayn edilen kontrol modları kullanıldığında, hedef tespitten taarruza kadar karar verebilmekte ve imha saldırısı icra etmez ise üslerine kendileri dönebilmektedir.
Kompleks harp sahalarının konuyu daha da karmaşık hale getireceğinin ve otonom sistemlerin otomatik anlamına gelmediğinin önemle vurgulanması gerekiyor. Şöyle ki, otomatik bir sistem, örneğin hareket algıladığında ışıklandırmayı çalıştıran bir sistem, belirli koşullarda belirli davranışları göstermeye programlanmıştır. Otonom sistemler ise, her durumda bir dizi analitik data girdisini kullanarak, çok sayıda ihtimali de hesaplayarak, muhtemel en iyi hareket tarzlarını belirleyip arasından birini seçen sistemlerdir. Bu nedenle, her bir durumda değişebilen, farklı tepkiler verebilen davranış paternleri vardır. Şimdi, harp sahasının karmaşıklaşmasının otonomiyi nasıl daha kompleks hale getirdiğini kısaca özetleyelim. Bir insansız hava aracının, operatör ile kontrolü kaybederse, önceden belirlenen hava üslerine otonom iniş yapması; vurucu bir anti-radyasyon sisteminin, sorumluluk sahasında radar sistemlerinin izlerini arayarak bulması ve taarruz etmeye karar vermesi ya da taarruz etmez ise en yakın üsse dönmesi göreli olarak daha ?basit´ coğrafi şartlar altında gerçekleşmektedir.
Öte yandan, sürekli değişen bir meskun mahalde harp durumunda, insansız otonom bir kara aracının taktik haritası çok daha karmaşıktır. Her an harita üzerinde yeni durumlar oluşmakta, dost ve düşman kuvvetler yer değiştirmekte, siviller hareket etmekte, sivil ve askeri araçlar dinamik biçimde yer değiştirmektedir -hatta düşman unsurlar sivil binalarda, sivil elbiseler ile faaliyet dahi göstermektedir. Sürücüsüz arabalara dair ar&ge çalışmalarındaki zorlukları düşünüp; söz konusu zorlukları, otonom bir zırhlı muharebe aracının şehir savaşlarındaki hareketlerine uyarladığımızda, konu daha iyi anlaşılabilir.
Bu noktada, robotik harp ve otonom silah sistemleri olgusunun yalnızca ?yeni ve havalı silahlar ile daha yüksek ve akıllı ateş gücü´ anlamına gelmediğinin altını çizelim. Örneğin, halihazırda insan-yoğun ordulara sahip olan Batılı devletler, DEAŞ terörü karşısında genel olarak konvansiyonel kara birliği konuşlandırmama -no boots on the ground- prensibini benimsediler. Bahse konu terör örgütü karşısında konvansiyonel kara harekatına girişebilen tek NATO ülkesi ise Türkiye olmuştur. Şimdi, hayal gücü sınırlarını zorlayan bir soru soralım: Herhangi bir devlet adamı, örneğin 2050´li yıllarda, kuvvet yapısının önemli bir bölümü otonom sistemlerden ve robotik harp platformlarından oluşan bir silahlı kuvvetleri çatışma alanında konuşlandırmak hususunda günümüz Batılı siyasi elit ile aynı çekincelere sahip olur muydu? Bu soruya verilecek yanıt, yapay zekanın askeri yeteneklere giderek daha etkin uygulanmasının dünyayı daha barışçıl bir hale mi getireceği, yoksa devletleri daha agresif bir tutuma mı sevk edeceği sorularını da cevaplandıracaktır.
Başka zor sorular sormak da mümkün. Örneğin, hayali bir harp durumunda, insan-makine işbirliğinin çok yoğun olduğu bir birlikte, insansız, otonom bir harp aracının hedef tespit ve taarruz kararını da kendisi vererek, bir hastaneyi vurduğunu ya da esir alınan düşman askerlerini öldürdüğünü var sayalım. Silahlı çatışmalar hukuku açısından savaş suçu oluşturan bu eylemlerde bahse konu askeri sistemin yazılımından ve komuta-kontrol sisteminden sorumlu robotik alanda uzmanlaşmış mühendislerin mi, söz konusu insansız sistemi harp sahasında konuşlandırma kararı veren siyasi-askeri üst düzey karar vericilerin mi, yoksa insan-makine işbirliğinden müteşekkil taktik birliğin komutanının mı savaş suçları iddiaları ile muhatap olması gerekecek?
İnsan-yoğun orduların yerini otonom makine-yoğun orduların alması ve karar verme niteliklerinin, tedricen ve kısmen de olsa, ?komutandan´ ?yazılıma´ geçmesi, askeri sosyolojiyi nasıl etkileyecek? Yukarıdaki örneği bu kez de başka bir açıdan okuyalım. Otonom silah platformunun askeri-coğrafi fonksiyonlarla ilgili algoritmaları ve angajman kurallarını algılayan muharebe kontrol sistemi nedeniyle, harp sahasında bir hastanenin bulunduğunu ve savaş suçu oluşturacağı için vurulmaması gerektiğini değerlendiriyor olduğunu var sayalım. Oysa, ilgili platformun bağlı bulunduğu birliğin komutanı, hem yeni aldığı güvenilir insan istihbaratına (HUMINT) hem de yıllardır harp sahalarında olgunlaştırdığı sezgilerine güvenerek, hastanenin çoktan tahliye edildiğine ve düşman keskin nişancılarıyla taktik açıdan önemli üst düzey komutanlarının burada konuşlandığına kanaat getirmiş olsun. Bu arada, gerçekten de ilgili binadan birliğin üzerine keskin nişancı ateşi açıldığını kabul edelim. Bu durumda, binanın vurulması emri verilir ve otonom sistem bu emri yerine getirmez ise ne yapılacaktır? Asker kişiler için emre itaatsizlikte ısrara ilişkin geniş hukuki düzenlemeler bulunmaktadır. Öte yandan, bu düzenlemelerin insan-otonom sistemler işbirliğinin çok yoğun olduğu düzenlere nasıl uygulanacağı bazı soru işaretlerini beraberinde getirebilir.
Son olarak, savunma ekonomisiyle ilgili bir soru ile bitirelim. Bilindiği üzere, bugüne kadar birçok önemli askeri proje, devletlerin milli savunma programları aracılığıyla yürütülmüştü. Öte yandan, halihazırda yapay zeka ile ilgili araştırmalar, otomotiv ve enformasyon teknolojileriyle ilgilenen firmalar başta olmak üzere, özel sektör tarafından sürükleniyor. Bu çerçevede, geleceğin yapay zeka donanımlı robotik harp yeteneklerini geliştirmek için nasıl bir savunma ekonomisi modeli gerekecek?
Türkiye, halihazırda insansız sistemlere ilişkin çok önemli bir trend yakalamış durumda. Birçok çalışmamızda ifade ettiğimiz üzere, özellikle taktik SİHA sistemlerinde Suriye´deki sınır ötesi terörle mücadele alanında gösterilen başarılar ciddi bir referans teşkil ediyor. Benzer şekilde, Ankara´nın bir İHA yol haritası olduğunu da biliyoruz. Bunlar dikkate alınması gereken, değerli emareler.
Öte yandan, bundan sonra atılması gereken adımlara ilişkin bazı önerilerde bulunmakta da yarar var. Öncelikle, askeri sistemlerde otonominin çok karmaşık bir konu olduğunun ve henüz emekleme aşamasında bulunduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Dahası, harp sistemlerinin otonomlaşması, siyah ile beyaz arasındaki keskin ayrımdan çok gitgide değişen bir renk skalasına benziyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, insan-makine etkileşiminin artmasına ve askeri konularda makinelerin giderek daha çok inisiyatif almasına odaklanmak gerekiyor.
İlk olarak, Ankara´nın otonom sistemler, sürü zekası, makine öğrenimi gibi alanlarda disiplinler-arası düzeyde milli araştırma yeteneklerini yönetecek ve geliştirecek bir Yapay Zeka Strateji Belgesi´ne gereksinim duyduğu görülüyor. Böyle bir strateji belgesi, özel sektörden akademiye ve devletin ilgili teknoloji/güvenlik kurumlarına kadar tüm paydaşlara, çabalarını aynı hedeflere yönlendirecek bir prensipler manzumesi sağlayacaktır.
İkincisi, Türkiye´nin insansız sistemler modernizasyonunda, sürü zekası (swarming intelligence) yeteneklerine sahip ve daha yüksek otonomi kabiliyetleri olan sistemlere yatırım yapması ve mevcut yatırımlarını da sürdürmesi lazım. Bu açıdan, son dönemde gündeme gelen vurucu SİHA Alpagu ve Kargu sistemleri ile henüz proje aşamasında olan su-altı vurucu insansız aracı Wattozz ciddi fırsatlar oluşturabilir. Ayrıca, Zeytin Dalı Harekatı sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gündeme getirilen insansız kara araçları atılımı da büyük önem arz ediyor. Zira, insan-otonom makine etkileşiminin kara birliklerinde yoğun biçimde uygulanması ve bu konseptin insansız hava araçları ile desteklenmesi, Suriye gibi çok riskli hibrit harp sahalarında kayıpları ciddi biçimde minimize edebilir.
Üçüncüsü ve daha önemlisi, daha önce insansız sistemleri değerlendirdiğimiz çalışmalarımızda yaptığımız vurguyu burada da yinelemekte yarar var. Sistem ve yetenek üretimi ancak konsept üretimi ile bir araya geldiğinde bir anlam ifade ediyor. Dolayısıyla, ileride en iyi askeri otonom silah sistemlerinin Türkiye´den çıkması yeterli olmayacaktır. Bu konuda, en iyi yayınların da Türk düşünce kuruluşları tarafından yapılması, Türk üniversitelerin ve araştırma fonlarının uluslararası çekim merkezi haline gelmesi gerekmektedir. Bilimsel ve eleştirel düşünce kabiliyetlerinin bu açıdan yeni nesillerin yetiştirilmesinde büyük önemi olacak. Zira, bilişimsel düşünme yetenekleri, yapay zeka ve otonomi algısı sosyo-kültürel olarak bir ?jenerasyon´ meselesi.
Son olarak anlamlı bir değerlendirme ile bitirelim. Literatürde birçok tahmin, yapay zekanın askeri uygulamalarının barut ile benzer sonuçlar doğuracağını, bu kabiliyetlere sahip olan devletler ile sahip olmayan devletler arasındaki makasın kapanmayacak şekilde açılabileceğini öngörmekte. Türk harp tarihi, barutun çok etkin kullanımına birçok kez şahitlik etmiştir. Çaldıran Meydan Muharebesi, İstanbul´un muhasara harbi ile fethi gibi birçok örnek, Türk stratejik kültürünün, barut kaynaklı teknolojik kırılmaları askeri başarılara dönüştürebilme yeteneklerini kesin bir şekilde göstermiştir. Benzer bir başarıya, atın evcilleştirilmesi sonucu, savaşın manevra niteliklerinde yaşanan devrimsel değişimin yönlendirilmesi de örnek gösterilebilir. Yine, yaklaşık olarak bin yıl arayla vuku bulan Malazgirt Muharebesi ve Kurtuluş Savaşı, Sultan Alparslan ve Mustafa Kemal Paşa´nın, coğrafyayı anlama ve kullanma açısından çok yüksek bir askeri geleneğin temsilcileri olduğunu göstermektedir. Özetle, Türk askeri stratejik kültürü, teknolojinin harp sahasında başarıya ve operasyonel yeniliğe dönüştürülmesine, elde bulunan yeteneklerin mümkün olan en iyi konseptler ile kullanılmasına ilişkin birçok başarıya zemin teşkil etmiştir. Yapay zeka ve otonomiye bu açıdan yaklaşmakta yarar var. Sanayi devrimini yakalama hususunda yaşanan olumsuzluklar sonucu, Türkiye son yıllardaki savunma atılımına kadar kendi ana muharebe tankını, kendi avcı uçaklarını üretmedi. Öte yandan bugün, dünyanın en iyi taktik SİHA sistemlerini üretiyor, beşinci nesil savaş uçağı programları yürütüyor, akıllı mühimmatlar imal ediyor. Türk savunma sanayii temsilcileri, yeni paradigmayı yakalayarak sanayi devrimi sonrası dönemin sorunlarını aşmak ve yeni bir sayfa açmak gibi ciddi, inovatif bir düşünceye sahip. Bu düşünce, her yatırımdan, her ekonomik kaynaktan daha değerli, zira Türkiye´nin otonom silah sistemleri bu düşünce üzerinde şekillenecek ve büyüyecek. Burada devlete düşen en önemli rol, tüm çabaları bir araya getirecek bir stratejik hedefler ve konseptler manzumesini oluşturmak ve gerekli insan kaynağını ortaya çıkarmak.
(*) Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi´nde (EDAM) savunma analistidir.