Demen onuncu yılını geride bıraktığımız Arap Devrimlerinin en önemli halkalarından birinin yaşandığı bir ülke. Ülkeye 30 yıldan fazla zaman tek başına hükmetmiş olan Ali Abdullah Salih’in devrilmesiyle birlikte başlayan milli mutabakat ve danışma süreci belli bir noktaya varmaktayken çok farklı bir karşı-devrim veya darbe sürecine maruz kaldı. Şimdiye kadar ülkenin genel gidişatıyla belli bir uyum içinde yaşamakta olan Husiler biraz İran desteğiyle biraz da SA ve BAE’nin farklı oyunlarıyla işlemekte olan milli mutabakat sürecine ve meşru yönetime darbe yaptı.
7 yıl önce yaşanan bu darbe aslında büyük darbenin ilk adımını veya bahanesini oluşturacaktı. Bu darbeye ve Yemen’e karşı İran müdahalesine karşı olmak adına BAE ve SA tarafından başı çekilen ve ilk başta bütün Yemen halkı tarafından olumlu karşılanan “Kararlılık Fırtınası” operasyonu bugün Yemen’in içinde bulunduğu durumun esas nedeni.
Yemen’de bugünkü durum yüzbinlerce insanın ölümüne, yüz binlercesinin yurtlarını terk etmesine yol açmış durumda. Göç edenlerin bir kısmı Türkiye’ye yerleşmiş, önemli bir Yemen Topluluğu oluşturmuş durumdalar. Bu topluluk bir yandan kendi ülkeleriyle bağlarını en yoğun şekilde sürdürürken Türkiye’de çok önemli yatırımlara da imza atmaktalar. Yemenliler nüfus niteliği itibariyle Araplar arasında en çalışkan, yatırımcı ve tüccar özellikleriyle bilinir. Bu özellikleriyle Türkiye’de önemli yatırımlara öncülük ediyorlar.
Türkiye Yemenlileri Dayanışma Derneği İstanbul’da geçtiğimiz hafta sonu çok önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Yemen’in önemli tarihçilerinden Ali Bin Carullah bin el-Ziyb’in 35 yılı aşkın süredir yürüttüğü tarih çalışmalarının kitaplaşmış halinin lansmanını yaptı. Osmanlı döneminde Yemen’in altın çağını yaşadığından bahseden kitap bir bakıma kendilerine eskiden olduğu gibi günümüzde yaşanan şartlarda da kucak açan Türkiye’ye bir teşekkür mahiyetinde.
Tarihin gerçekten günümüzde yaşananlar ışığında geçmişin hatırlanması, yeniden yazılması olduğunu çok iyi örnekleyen bir çalışma. Yemen’in Osmanlı yönetimi altında tarihinin en güzel, en etkili siyasi, mimari, kurumsal ve kültürel medeniyet eserlerini ortaya koymuş olduğunu çok sayıda belge ve örnekle ortaya koyan kitap aslında Osmanlı’nın Arap dünyasını sömürmüş olduğu tezine karşı verilen en anlamlı ve en bilimsel çalışmalardan biri olmuş.
OSMANLI YEMEN’İ VATAN BİLDİ. VATAN SÖMÜRÜLMEZ, İMAR EDİLİR
Bu cevabın bizzat Araplar tarafından, Yemenliler tarafından veriliyor olması tabii ki çok anlamlı. Kitabın lansman toplantısında yaptığım konuşmada söylediğimi burada da tekrarlayayım:
“Osmanlı, Yemen’e veya gittiği her yere bir vatan gözüyle bakıyor ve vatan kıldığı hiçbir toprak parçasını İstanbul’dan ayırt etmiyordu. Bir ülke kendi vatanına karşı sömürgeci olabilir mi? Sömürgeci geleneklerin tavır ve davranışları ortada. Onlar hiçbir zaman sömürgeleştirdikleri yerlere vatan gözüyle bakmadıkları için oranın insanlarına da toprağına da sadece iliklerine kadar sömürülecek bir nesne olarak bakarlar. Osmanlı en ücra vatan topraklarına o kadar çok hizmet götürmüştür ki, devletin Anadolu’yu bu vatan toprakları lehine ihmal ettiği eleştirisi bile yapılmıştır”
Bu sözlerim üzerine oradaki Türk Bayrağının önüne çıkıp söz alan bir Yemenlinin sözleri aslında tarihe ve günümüze nereden nasıl bakmamız gerektiğini en çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu. Ay-Yıldızlı bayrağı elinde tutmuş salondakilere şöyle diyordu Yemenli zat:
“Şu ay-yıldızlı bayrağı siz sadece Türkiye’de yaşayan insanların bayrağı mı sanıyorsunuz? Bu bayrağı kırmızıya boyayan kanlarda bizim kanımız az mı sanıyorsunuz? Bu bayrakta hepimizin kanı var. Yemen’de, Çanakkale’de, şurada burada. Osmanlı Yemen’i sömürmedi, imar etti, biz de onun varlığını kendi varlığımız bildik, kanımızla ortak olduk”
Tarih tekerrür ediyor ve Türkiye dün Yemen’e nasıl bakıyorduysa, bugün farklı bakmıyor, başkaları da nasıl bakıp davranıyorsa bugün aynı şeyleri yapıyor.
* İleri-teknoloji çağında kahramanlık olmaz aslında. Kahramanlık insan gücünün savaş kabiliyeti ve bu kabiliyeti cesaret ve azimle ortaya koyduğu performansıyla belirlenir. Teknoloji kavramı veya gerçeğinin kendisi kahramanlık aleyhine işleyen bir şeydir. Savaşlar teknolojik imkanlarla yapıldığından, savaşların sonucunu da kahramanlar değil, teknoloji belirlemektedir.
* Buna rağmen Özdemir Bayraktar’ın bu teknolojiyi üretip Türkiye’ye adamak için yaptığı şeyin kendisinin büyük bir kahramanlık olduğunda hiç kimsenin şek şüphesi yok. Onu tanıyan hayatının herhangi bir kesitine şahit olan herkes onun yaşam tarzının, kendini mesleğine, işine ve ülkesine adama tarzı dolayısıyla tam bir kahraman tanımına abartısız bir biçimde uyduğunu kabul ve takdir ediyor.
* Türkiye için asla tahayyül edilemeyecek bir teknoloji üretimini Türkiye için mümkün ve erişilebilir bir hale getirdi. Bu yolda ortaya koyduğu şey sıradan bir profesyonelin, hatta işini çok iyi yapan yetenekli bir işadamınınkinin çok ötesinde bir şey. İnsanüstü bir gayreti belirleyen en önemli motivasyonunun inancı olduğu çok belli. İman varsa imkânsız yoktur.
* Sadece kendisi değil, bütün evlatlarını da inandığı yola inandıran ve o yola koyan Özdemir Bayraktar son nefesine kadar çalışmasından geri durmayarak Hakk’ın rahmetine kavuştu. Ancak hem kendi evlatlarını hem de kendi çalışma tarzıyla, inancı ve emeğiyle ortaya koyduğu modeli, gençler için imrenilerek, özenilerek takip edilen bir rol model olarak bıraktı.
* Bu yolla her faniye nasip olmayacak bir sadaka-i cariye ile iyiliğini, etkinliğini devam ettireceğini görebiliyoruz. Bu vesileyle bir şahitliğimizi de ardından ifade edelim. Son zamanlarda Türkiye’de yeni nesiller için onun, bilhassa evlatlarıyla temsil ettiğinden daha güçlü, daha pozitif ve daha etkileyici bir rol model olmadı.
* Z Kuşağı denilerek, amaçsız, gayesiz, kişiliksiz, hazcı yüklemelerle motive edilmeye çalışılan gençlik modeline karşı onun modeli pekâlâ mümkün ve pekala yol gösterici olabiliyor.
* Bu özellikleriyle Türkiye’ye kazandırdıkları için şükranlarımı vefatının ardından ifade ederken Allah’tan rahmet, ailesine ve bütün Türkiye’ye başsağlığı diliyorum.