“Blunt, Londra’da çeşitli gazetelerde ve dergilerde yayımladığı fikirlerini 1882 yılında bir kitaba dönüştürdü. ‘The Future of Islam’ (İslâm’ın Geleceği) isimli kitabında eski fikirlerini aynen tekrar ediyordu. Artık o da tıpkı İngiltere gibi, fikirlerinin hayata geçmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Başka bir ifade ile II. Abdülhamid Osmanlı sultanı olarak kaldığı sürece bu fikirlerinin gerçekleşmesinin imkânsızlığına iyice kanaat getirmişti. Beş bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümü, dünyadaki Müslümanların nüfusu ve haccın Müslümanlar için önemine ayrılmıştır. Kitabında ayrıca Avrupa’nın İslâm âlemini hakkıyla tanımadığını ve Müslümanları sadece Osmanlı Devleti’nden ibaret sandığını yazan Blunt, kendisinin de Arap dünyasını gördükten sonra fikirlerinin değiştiğini belirtmektedir. Müslüman nüfusu ve 1880 yılında Mekke’ye gelen hacılar hakkında bazı istatistikler verdikten sonra, İslâm mezhepleri ve müntesipleri hakkında da bilgiler vermektedir. Sonra konuyu hilafetin tarihine getirmektedir.
Kitabının ikinci bölümünde hilafet meselesini tartışan Blunt, burada Hz. Ebubekir’den I. Selim’e [Yavuz] kadar geçen sürede hilafetin nasıl el değiştirdiğini anlatmaktadır. Blunt’un bütün amacı, hilafetin Osmanlılar tarafından gasp edildiğini iddia edip, II. Abdülhamid’in İslâm Birliği fikrinin isabetsiz olduğunu ortaya koymaktır. En temel iddiası, İslâm literatüründe de bulunmakla birlikte farklı yorumlanan Hz. Muhammed’in ruhanî temsilcisi olacak kişinin, yani halifenin Hz. Peygamber’in mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinden olması gerektiğidir. Blunt’a göre, sadece bundan dolayı II. Abdülhamid’in halifeliği uydurmadır. Blunt, bütün bunlara rağmen son zamanlarda II. Abdülhamid’in hem Türk ulemasının ve hem de diğer milletlere mensup ulemanın saygınlığını kazandığını itiraf etmekte ve adeta bundan dolayı üzülmektedir. Avrupalıların politikalarının da II. Abdülhamid’in daha fazla sempati toplamasına neden olduğunu söyleyen Blunt, Abdülhamid’in İngiltere’nin gözüne baka baka Yunanistan, Arnavutluk ve Kürtlere karşı zaferler elde ettiğini ifade etmektedir. Fransızların Tunus’u işgal etmeleri üzerine II. Abdülhamid’in Kuzey Afrika Müslümanlarının yoğun sempatisini kazandığını, hatta Hindistan’da hutbenin onun adına okunduğunu kitabında hayıflanarak anlatmaktadır. Buna rağmen, İslâm Birliği siyasetinin çökmesi için ümitvar olan Blunt, şu iddialarda bulunmaktadır: Adı ister Abdülaziz, ister Abdülhamid olsun, bir Osmanlı Hilafeti oldukça, İslâm dünyasında gerçek bir ilerleme mümkün olmayacağı gibi, içtihat kapısı da açılamaz. Eninde sonunda hilafet Medine veya Mekke’ye geri dönecektir.”
Prof. Dr. Zekeriya Kurşun Hoca’nın “Osmanlı Arapları - Hilafet, Siyaset, Milliyet, 1789-1918” (Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul, Ekim 2022) adlı kitabını okurken, İngiliz şarkiyatçı ve siyasetçi Wilfrid Scawen Blunt’ı anlattığı kısma (s. 127 vd.) gelince durakladım. Klâsik İngiliz kibrinin yanı sıra, Osmanlı’ya ve tarih içinde oluşan “Türk” misyonuna yönelik önyargı ve düşmanlıkların bugün de hâlâ yerli yerinde durduğunu müşahede ederek…
Zekeriya Hoca, 452 sayfalık hacimli eserinde, -isminden de anlaşılacağı üzere- Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında yaşayan Arapları, Arapların merkezle ilişkilerinin seyrini ve nihayet Birinci Dünya Savaşı’nda Arap coğrafyasının Osmanlı’dan kopuş evrelerini anlatıyor. “Anlatıyor” dedim, ama belki şöyle söylense daha doğru olur: Canlı manzaralar halinde tasvir ve tahlil ediyor. Kitap, konusunun ehemmiyeti kadar, üslubundaki akıcılık ve muhatabını öyküsünün içine çekebilmesi yönüyle de tam bir “usta işi” olmuş.
“Osmanlı Arap Eyaletleri: Tehditler ve Tedbirler” başlıklı birinci bölüm, modern çağda Osmanlı İmparatorluğu’nun karşılaştığı ilk dış tehdit olarak, Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle başlıyor. Bunu Vehhâbî Hareketi, Cezayir ve Tunus’un işgalleri ve Fransa’nın Cebel-i Lübnan siyasetine dair tablolar izliyor. İkinci bölüm “Sultan II. Abdülhamid ve Araplar” meselesine, üçüncü bölüm de “Hilafet ve Siyaset” başlığıyla, Abdülhamid’in İslâm Birliği yönündeki gayretlerine ayrılmış. Süreci Zekeriya Hoca’nın kaleminden takip ederken, 33 uzun yılın Yıldız Sarayı’nda hangi psikolojiyle yaşandığının detaylarına vakıf oluyoruz. Kitabın devamındaki üç bölümde, II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte Arapların adım adım Osmanlı’dan ayrılışına tanıklık ediyoruz. Çok sayıda önemli şahsiyet, gizli cemiyet ve fikir akımı gözlerimizin önünden sırasıyla geçiyor.
Velhasıl, “Osmanlı Arapları”, modern dönem Ortadoğu’sunun nasıl oluştuğunu ve geçtiğimiz yüzyılda Araplarla aramızda neler yaşandığını net bir şekilde anlayabilme adına, vazgeçilmez bir metin…