Barış istiyorsak, hak ettiğimiz hayatı zalimlerden koparıp almak istiyorsak Osman’ı bu utanç verici mahkûmiyetten kurtarmak zorundayız. Yoksa topluca müebbet zulme çarptırılacağız.
Osman Kavala’ya yaşatılanlar tarihe geçecek bir zulüm hikâyesidir. Bu toprakların halkları için de vahşi bir ibret kurgusu, bir haysiyet kıyımıdır.
“Muhteşem Gatsby”den mülhem geçmişi meçhul, karanlık bir şahsiyet hikâyesi, hemen her türden fesatın yazılabileceği bir servet iktidarıyla bütünlenmiş bu anlatı karşısında çaresiz bırakılan, iradesi çoktan gasp edilmiş toplum, değil Osman Kavala’yı üzerinde tepinilen kendi haysiyetini korumaktan aciz.
Ürkütücü bütün sıfatların yüklenebildiği bu adam; bu “kızıl milyoner”, bu “kirli Batı’nın casusu”, bu “darbe kışkırtıcısı”nın gerçekte kim olduğu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir linç güruhu onun ağırlaştırılmış müebbet cezasını coşkuyla karşıladı.
Hakikat kasasının başında duran Erdoğan ilan etmişti nasılsa. Bin bir rezillikle artık herkesin bildiği seyirde devam eden “hukuk süreci”, hükmü yarım yamalak ilan ederek sırra kadem basan hâkimleriyle hayatımızdan geleceğe dair bütün beklentileri silivermişti. Hüküm, Osman’ın hayatını sonlandırmakla kalmıyor, topluma çok önemli bir “andıç” da sunuyordu. Bundan sonra reisin arzuları dışında bir hukuk müebbeten askıya alınmıştır.
Osman, benim çocukluk arkadaşım. Lisede tanıştık. Birlikte büyüdük. Hayatı birlikte, çoğu zaman aynı yerlerinden kurcaladık. Her şeyimizi paylaştık. Belki farklı bir dünyadan gelmişliğimden, onun ailesi hakkında hiçbir bilgim yoktu. Osman’ın da birçok zengin çocuğunun okuduğu o okulda benim gibi orta sınıf bir aileden geldiğini düşünmüş olsam gerek. Giyim kuşamından her haline asla diğer zengin çocuklarına benzemezdi. Hatta basbayağı hırpaniydi.
Osman’la ev paylaştık, yol paylaştık, hayat paylaştık. ODTÜ’ye birlikte girdik, uzun boykotlarda birlikte durduk, Ankara’da bomba sesleri eşliğinde birlikte düşündük, birlikte eyledik. 80 darbesi yaklaşırken Anadolu’yu birlikte kat ettik. Dağlara çıktık, yaylalarda soluklandık, o zamana dek hayatımıza girmemiş coğrafyayı birlikte tanıdık. Gördük, dinledik, her şeyi birlikte anlamaya çalıştık. 12 Eylül darbesinin ertesi günü Bodrum’dan apar topar eve döndüğümde babamla birlikte evdeki Lenin, Marks külliyatını torbalara doldurup apartmanın çatısına saklıyorlardı. Osman, hep yanı başımdaydı.
Eğitimini Manchester’de sürdürdü. Mektuplaştık. Oradaki öğrenci hareketlerinin de içindeydi. Heyecanlıydık, coşkuluyduk, gençtik. O, hep genç kaldı.
Aile meseleleri üstüne İstanbul’a dönüp işin başına geçmesi gerektiğinde, ilk bana gelmişti. Henüz Türkiye’ye geldiğinden ailesinin haberi yoktu. O hayatı istemiyordu. İş insanı olmak zorunda kalmak onu incitiyordu. Kaçıp kaybolmak istiyordu. Sabahlara kadar oturup dertleştiğimizi hatırlıyorum. Bu servetin başına geçmenin nasıl hayırlı bir şey olabileceğine onu ikna etmek için günlerce dil döktüm; o yoksul evde oturup sabahlara kadar, bir anda kendini büyük iş insanı olarak buluveren arkadaşımı yatıştırmaya çalıştım. İş insanı olmak, Osman’ın başına gelen bir kazaydı.
Osman’ın kimileyin asap bozucu bir sükûneti vardır. Yanında kendimi hep şımarık hissetmeme sebep olan sorumluluğu, her insanı, her sözü ciddiye alan, herkesi dinleyip her düğüme çözüm arayan kişiliği belirleyici özelliğidir. Üstelik bu hali çok doğaldır.
Kefaleti beş para edermiş gibi insanlar hakkında yakın bilgiler verenlerden olmak hiç istemem. Ama ille de kefil olacağım bir yanı varsa, o da Osman’ın tehlikeli bir adam olduğudur. Nefret üreten savaşçı vahşiler için, hayatını kirli oyunun bütün kurallarına göre inşa etmişler için. Ayrımcılar için.
Osman’a yıllardır bir mektup yazamadım. Hayatımda hapishanelerden mektup almış olmama rağmen hiçbirine cevap yazamamış bir özürlüyüm sonuçta. Utanıyorum. Kelimeler beni terk ediyor. Çabaladıkça utancım derinleşiyor. Şimdi onu anlatırken de aynı duyguyla savaşıyorum. Osman’ın biricikliğini anlamak o kadar da zor değil diyor bir yanım, bütün yaptıkları ortada. Diğer yanım onu kurtaramadık diye hayıflanıyor, utancın en derinine gömülüyorum.
Nitekim Osman sermaye oyununda mızıkçılık yaptı. Kendini sivil toplum çalışmalarına adadı. 2002 yılında bu alandaki çalışmalarını kültür sanat alanında yoğunlaştırarak, Türkiye’de kültür ve sanatın üretimini, izlenmesini, paylaşımını çoğaltmak, yerel inisiyatifleri desteklemek, kültürel çeşitliliği ve hakları vurgulamak, bölgelerarası ve uluslararası iş birliklerini güçlendirmek amacıyla sanatın değişik alanlarından, iş dünyasından ve sivil toplumdan kişilerle birlikte Anadolu Kültür’ü kurdu. Anadolu Kültür gerçekleştirdiği projelerle toplumsal barış kültürünün yerleşmesini hedefledi.
Hep barış için çalıştı. Diyarbakır’da, Kars’ta sanat merkezleri açtı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde benzer çalışmaları destekledi. Farklı bölgelerden gelen gençlerin ortak sanatsal üretiminin yolunu açtı. İlk filmini çeken genç de yardıma muhtaç bir sivil toplum kuruluşu da onun kapısını çaldı. Sayısız üretimin arkasında oldu. Çocuklar için çalıştı. Sözgelimi Anadolu Kültür’ün zor yaşam koşullarına sahip çocuklara yönelik çalışmaları arasında, 2011 Van depreminden sonra çocuklarla yapılan fotoğraf atölyesi, Ezidi mülteci çocuklara yönelik eğitici çalışmalar ve Suriyeli mülteci çocuklar için hazırlanan çift dilli kitaplar öne çıkıyordu. Ermenistan halkıyla dostluk kurma çabalarına öncülük etti. Kürt sorunu konusunda bir adım atılabilsin diye karşıt insanları bir araya getirip barış diline çalışmaları için onları destekledi. İnsan çatlatan sabrıyla sesini hiç yükseltmeden, hiç kahramanlık taslamadan mütevazı bir barış ve insan hakları emekçisi oldu.
Keşke Osman kadar sakin olabilseydim. Keşke onun kadar gürültüsüz üzülebilsem, isyanımı gerektiğinde bastırabilmeyi bilseydim.
Yıllardır hücrede tutulan Osman Kavala, bu topraklardaki bütün halkların dostudur. Ona muktedirleri ürküten gücü veren, arkasındaki sermaye değil kazanmış olduğu sevgi ve dayanışmadır. Osman’a verilmiş olan müebbet karşısında sessiz kalmak, bu haksızlığı sineye çekmek bu topluma çok pahalıya mal olacaktır. Barış istiyorsak, hak ettiğimiz hayatı zalimlerden koparıp almak istiyorsak Osman’ı bu utanç verici mahkûmiyetten kurtarmak zorundayız. Yoksa topluca müebbet zulme çarptırılacağız.
Kaynak: Farklı Bakış