14. 09. 2018 Cuma
Dün yani 13 Eylül tarihi Gazze-Eriha anlaşması olarak da bilinen Oslo İlkeler Anlaşması´nın imzalanmasının yıldönümüydü. Gerçekte bir ihanet süreci olan ancak siyonist işgal rejiminin kazanımlarına sevimli bir kılıf geçirmek amacıyla ?barış süreci? diye adlandırılan görüşmelerin ilk ürünü niteliğindeki bu anlaşma 13 Eylül 1993 tarihinde imzalanmıştı. Bu anlaşma adından da anlaşılacağı üzere daha sonra imzalanacak anlaşmaların ön şartlarını belirleyen ancak meselelere müşahhas bir çözüm getirmeyen prensipler anlaşmasıydı. İsrail işgal rejiminin bu anlaşmayla elde ettiği en önemli kazanç ise ?Filistin heyeti? sıfatıyla görüşmelere katılan ama normalde Filistin halkını temsil etmeyen grubun İsrail´i resmen tanıması ve işgale karşı fiili mücadeleyi reddetmesiydi.
Daha sonra pratiğe dönük planları ve politikaları belirleyen muhtelif anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar da görünüşte Oslo İlkeler Anlaşması´na dayandırıldı.
Oslo İlkeler Anlaşması´nda, üzerinde köklü ihtilaflar bulunan Kudüs meselesi, mülteciler meselesi gibi temel meselelerin ?nihaî anlaşma merhalesi?ne bırakılması kararlaştırıldı. Biz o zaman bu gibi temel meselelerin nihaî anlaşma merhalesine bırakılmasının bu konularda siyonist işgal rejimine fırsat tanınmasından başka bir amaç taşımadığına dikkat çekmiştik.
Oslo İlkeler Anlaşması´nın üzerinden çeyrek asır geçti. Anlaşmaya göre nihaî anlaşma merhalesinin şimdiye kadar çoktan bitmiş ve temel meselelerin de kesin çözüme kavuşturulmuş olması gerekiyordu. Oysa geçen bu süreye rağmen ?nihaî anlaşma merhalesi? henüz hiç başlamadı. Zikrettiğimiz temel meselelerde ise işgalci siyonist rejimin isteklerinin gerçekleşmesi için çeşitli sinsi oyunlar oynanıyor. ABD´nin Kudüs´ü İsrail´in başkenti olarak kabul etmesi ve Tel Aviv´deki büyükelçiliğini Kudüs´e taşıması bu oyunlardan biridir. Çünkü ABD bu adımıyla Kudüs´ün bir bütün olarak İsrail´in olduğunu ve onun başkenti olduğunu kabul ettirmek, burayla ilgili bütün pazarlıkların önünü kapatmak istiyor. Şimdi de UNRWA´nın tamamen kapatılmasını sağlamak suretiyle Filistinli mültecilerin bulundukları ülkelere veya diğer Arap ülkelerine yerleştirilmesi suretiyle yurda dönüş davalarından tamamen vazgeçmeye zorlanmalarını istiyor.
Söz konusu anlaşmaya dayalı olarak oluşturulan Filistin Yönetimi bugün siyonist işgal rejimiyle güvenlik işbirliği içinde olan, işgal rejimi hesabına Filistin halkına baskı yapan bir yönetim haline gelmiştir. Bu yönetim Gazze´deki Filistin direnişini işgale karşı fiili mücadeleden tamamen vazgeçmeye zorlamak için bu bölgeye siyonist işgal rejimiyle birlikte yaptırım uygulamaktadır. Ramallah´taki Mahmud Abbas yönetiminin uyguladığı yaptırımların Gazze üzerinde en az siyonist işgal rejiminin uyguladığı abluka kadar olumsuz tesirinin olduğunu söyleyebiliriz.
Bu anlaşmanın siyonist işgal rejimi açısından en önemli amaçları, Filistin tarafı sıfatıyla masaya oturanların siyonist işgali resmen tanımaları ve meşru kabul etmeleri ve Filistinlilerin fiili direnişlerini durdurma görevini de kendilerinin üstlenmeleriydi. Siyonist işgal rejimi bu amaçlarını gerçekleştirmiştir. Filistin adına ise anlaşmanın kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Üstelik üzerinden çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen bugün gelinen nokta Filistinliler açısından başlangıç noktasından daha kötüdür. Bundan dolayı Filistin´deki İslâmî direniş bu anlaşmayı reddetmeye devam etmekte ve Filistinlilerin gasp edilmiş haklarının geri alınmasının tek yolunun işgale karşı meşru ve haklı direniş olduğu ilkesine bağlılığını sürdürmektedir.