Oruç: Mânevi Arınma Rehberi

Prof. Dr. Mehmet Kubat'ın, Özgün İrade Dergisi dergisi 2020 Nisan-Mayıs (192-193.) saysında ve aynı zamanda ozgunirade.com'da yayımlanan yazısı...

Oruç: Mânevi Arınma Rehberi

Türkçede oruç, Arapça’daki “savm” kelimesinin karşılığıdır.

Lügatte “Savm” “bir şeyi yapmaktan kendini alıkoymak, o şeyi işlemekten geri durmak ve ondan uzaklaşmak” gibi anlamlara gelir.

Terim olarak ise oruç, “mükellefin niyetli olarak imsak vaktinden (tan yerinin ağarmasından) itibaren güneşin batış anına kadar geçen süre zarfında yemek, içmek ve cinsel temastan uzak durmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.

On bir ayın sultanı Ramazan, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından “Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem ateşinden kurtuluş” olarak nitelendirilmiş oruç tutma ayıdır.

Müslümanlar bu ayda, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı” (Bakara 2/183) fermanı gereği oruç tutarlar.

Bu âyette yer alan “Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için” kısmından anlaşılıyor ki, sağlık ve sıhhate olan faydası ve psikolojik açıdan çeşitli yararları yanında, “Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor” (Ankebût, 29/45) âyetinde belirtilen ibadette olduğu gibi, orucun, kişiyi kötülüklerden koruma gibi büyük bir hikmeti de vardır.

Bu husus Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından, “Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye “ben oruçluyum” desin” (Buharî, Savm, 8); “sözleriyle vecîz bir şekilde dile getirilmiştir.

Malum olduğu üzere “kalkan”, savaşlarda düşmanın bıçak, kılıç, mızrak vb. zarar verebilecek kesici ve öldürücü şeylerden kişiyi koruyan bir vasıtadır.

Gerçekte fert, vesveseler, nefsin iğvâları, hevâ ve heves, kötü arzular ve şeytanlarla sürekli savaş halindedir.

Nasıl kalkan, sahibini düşmandan koruyorsa, aynı şekilde oruç da kişiyi kötülüklerden ve günah işlemekten korur.

Her kötülüğün başı, Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı etmek ve sorumluluk duygusunu yitirmektir.

Oysa namaz, zekât, hac ve diğer dinî ibadetler gibi oruç da kişiye daima Allah’ı hatırlatır ve onun sorumluluk duygusunu geliştirir.

Bu nedenle oruç tutan fert, sadece imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemek, içmek ve cinsel arzulardan uzak durmakla yetinmemeli; aynı zamanda harama el uzatma, harama bakma, gıybet, nemîme, kovuculuk, laf taşıma gibi her tür kötülük ve günahtan da uzak durmaya gayret etmelidir.

Oruç tutan Mü’min, Yüce Allah’ın “Olur olmaz yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve sert, bütün bunlardan sonra bir de ne idüğü belirsiz kimselere, serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme.” (el-Kalem, 68/10-14) buyruğuna kulak vererek Yüce Allah’ın gadrine uğramış kötü kimselerden de uzak durmalıdır.

Kişi, kötülüklerden uzak durabildiği oranda tuttuğu orucun makbul olabileceğini asla hatırından çıkarmamalıdır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terk etmeyen kimsenin Allah da yemeyi ve içmeyi terk etmesine değer vermez.” (Buharî, Savm, 8) buyurarak, oruç tuttuğu halde bir türlü kötülüklerden vazgeçmeyen ve mütemadiyen günah işlemeye devam eden kimsenin ibadetine değer verilmeyeceğini açıkça dile getirmiştir.

Konuya dair bir diğer hadis-i şerîfte ise Allah Resûlü (s.a.v.), “Nice oruç tutanlar vardır ki, geriye kendilerine tuttukları oruçlardan yalnızca açlık ve susuzluk kalır. Nice gece ibâdet edenler de vardır ki, kendilerine bundan kalan şey sadece uykusuzluktur.” (İbn Mâce, Sıyâm, 21) buyurarak, oruç ibadetinin kötülüğü önlemede bir kalkan vazifesi görmesi gerektiğine dikkatlerimizi çekmiştir.

Aktardığımız bu âyet ve hadislerden açıkça anlaşılıyor ki, oruç tutmak suretiyle helal olan yiyecek ve içeceklerden uzaklaşan, gece uykusundan feragat ederek sahura kalkan, namaz kılan, Allah’a yalvarıp yakaran kimse, şayet haram olan şeylerden ve kötülüklerden de uzaklaşmıyorsa, onun ibadetine değer verilmeyecek ve o bunlardan beklediği karşılığı da asla alamayacaktır.

Çünkü genelde bütün dinî ibadetlerin, özelde ise orucun bir gayesi de Mü’mini kötülüklerden alıkoyması ve günahlardan uzak tutmasıdır.

Oruçlu olduğu halde günah ve kötülüklerden kendisini alıkoyamayan kimse, bu gayenin gerçekleşmesini başaramamış sayılır.

Kötülüklerden ve günah işlemekten kurtulamayan kimse, orucunu sırf Allah rızasını gözeterek şuurlu olarak tutarsa, yerine getirdiği bu ibadet tesirli bir ilaç gibi kendisini günah ve manevî hastalıklardan kurtarır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her kim Allah’a inanarak ve karşılığını da sadece Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları affolunur” (Buharî, İman, 28) buyurarak günah işleyen kimsenin, bu ayda sırf Allah rızasını gözeterek oruç tuttuğunda Yüce Allah’ın affına mazhar olacağını bildirmiştir.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her iftar vaktinde Allah tarafından cehennemden âzâd edilenler vardır. Bu durum her gece böyledir.” (İbn Mâce, Sıyâm, 2) buyurarak günahkârların oruç ibadeti sayesinde affedileceklerini bildirmiştir.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) böylesi bir zenginlikte tecelli eden oruçtan, af ve bağışlanma ayı Ramazandan istifade edemeyenleri “Ramazanı yaşadığı halde günahlarını bağışlatamayan kimseye yazıklar olsun” (Tirmizî, Daavât, 100) diyerek uyarmıştır.

Oruç, insanı bedenen sıhhate kavuşturduğu gibi, bireyin irâdesini terbiye etmesine, hevâ ve heveslerine karşı koymasına, şeytanın aldatıcı kışkırtmalarından kurtulmasına, sabrı öğrenmesine ve zorlukların üstesinden gelmesine de yardımcı olur. Bu sayede oruçlu kişi, her zaman ve her yerde Allah’ın gözetim ve kontrolü altında bulunduğunun bilincine vararak hareket eder.

Ayrıca oruçlu insanda fakirlere, yetimlere, Afrika’nın birçok ülkesinde olduğu gibi bir lokma ekmek bulamayan, bu yüzden ölümle yüz yüze gelen aç ve yoksullara karşı şefkat ve merhamet duygusu gelişir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “Ramazan ayı girdiğinde göğün kapılan açılır, cehennemin kapıları kilitlenir ve şeytanlar zincire vurulur” (Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyâm, 1, 2, 4) hadisinde ifade edildiği üzere, bu ayda bütün kötülük odakları manevî anlamda engellendiği için, Ramazan orucunu tutan kimse daha cömert olur; bu da onda fakirlere daha fazla yardım etme isteğinin artmasına vesile olur.

Bir kudsî hadiste “Oruç, benim için tutulmuştur. Onun karşılığını da ancak ben veririm” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 164.) buyrularak, Ramazan ayında yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılan iyiliklerin sevabının kat kat fazla olacağı haber verilmiştir.

Bu sebeple Ramazan’da oruç tutan kimse, bu ibadeti yalnızca lütuf ve keremi sonsuz Yüce Allah’ın emrini yerine getirmek için yaptığı için, sınırsız bir sevap ve mükâfata nâil olacağı bilinciyle hareket eder.

Ramazan ayı bir rahmet, mağfiret, af ve bağışlanma ayı olduğu için, bu ayı oruçlu geçiren kimse, Ramazanı daha çok ibâdetle geçirmenin yollarını aramalıdır.

Bu hususta Allah Rasûlü (s.a.s.), “Her kim Ramazan ayının faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek, Ramazan’ı ibadetle ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhari, İman, 37; Müslim, Salatü’l-Müsafirîn, 13) buyurarak, Yüce Allah’ın rahmetine, mağfiretine ve affına nail olmak için yapılması gereken ibâdetlere dikkat çekmiştir.

Ramazan ayı, bir yardımlaşma, paylaşma ve hayır ayı olduğu için, bu rahmet ve bereket ayında oruç tutarak Yüce Allah’ın sayısız lütuf ve ihsanlarına nail olanlar, “Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap” (Kasas, 28/77) buyruğuna uyarak, ellerindeki imkânları muhtaçlarla paylaşmalı, bu mübarek ayda daha fazla hayır ve hasenatta bulunmalı ve daha çok sadaka vermeye çalışmalıdırlar.

Zengin Müslümanlar, Ramazan ayına mahsus sadaka-ı fıtırlarının yanı sıra zekâtlarını da bu ayda vermeye gayret göstererek, bu sayede fakirlerin yanında olduklarını göstermelidirler.

Ramazan orucunu tutanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Şâyet insanlar, Ramazan-ı Şerîf’in kıymetini lâyıkıyla bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu ederlerdi” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III/1886) ve “Cebrail (a.s.) bana göründü ve «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun» dedi. Ben de «âmin» dedim” (Tirmizî, Daavât, 100) sözlerine istinaden, bu mübarek ayı bir ganimet ve fırsat görerek daha fazla sevap işlemeli ve günahlardan sakınmanın yollarını daha çok aramalıdırlar.

Oruçlu Mü’min, Ramazan’ı, günah ve kötülüklerden kurtulmada bir milat kabul etmeli, bu ayda tembellik ve zilletten kurtulmanın gayreti içinde olmalıdır.

Oruçlu Mü’min, “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır” (Bakara, 2/185) âyeti gereği, Ramazan’ı yalnızca oruç tutarak değil, aynı zamanda Kur’ân-ı Kerîm’in inmeye başladığı ay olması hasebiyle, bu mübarek ayda Yüce Kitabımızı okuyup anlamaya ve onu hayata aktarmaya çalışarak da değerlendirmelidir.

Bu bağlamda Mü’min, Kur’an ayı Ramazan’da Yüce Kitabımızı yalnızca lafzen okumaktan vazgeçmeli, onu anlayarak, tefekkür, tedebbür ve tezekkürle okumaya gayret göstermeli, âyetleri yavaş yavaş, sindire sindire anlamaya çalışmalı ve anladıklarını da hayatında tatbik etmelidir.

Mü’min, aynı şekilde bu mübârek ayda daha önce yapılan hata, kusur ve günahlara tövbe etmeli, bir daha aynı hataları işlememeye söz vermeli ve başta mazlumların felâhı olmak üzere bütün âlem-i İslâm’ın kurtuluşuna vesile olması için Yüce Allah’a dua ve niyazda bulunmalıdır.

Ramazan fırsat bilinmeli, bu ayda tutulan oruçla nefis dizginlenmeye çalışılmalı, kötülük, günah işlemekten sakınılmalı ve bu ayda sürekli Allah’ın rızasını kazandıracak sâlih ameller işlenmelidir.

Evet, Ramazan fırsat bilinmeli, Müslüman bu ayda kendisini ruhen ve bedenen formatlamalıdır.

Mü’min, kendisini ruhen temizlemenin yollarını aramalı, bunun için kendini içten arındırmalı ve yeniden inşa etmelidir.

Ayrıca kendisini bedenen de temizlemenin yollarını bulmaya çalışmalı, bunun için de çokça ibadet etmeli, vaktini ibadetü taatla geçirmelidir.

Ramazan’da imkânlar ölçüsünde hayır ve hasenatta bulunulmalı, sadakalar çoğaltmalı, özellikle fakirler gözetilerek onlara çokça yardımda bulunulmalıdır.

Ayrıca Coronavirüs (Covid-19) salgınının yaygın olduğu bu Ramazan günlerinde aynı sofralarda bulunma imkânı olmasa da anne, baba, hısım, akraba, dost, arkadaş, konu komşu ve bilhassa fakirlere ikramlar ulaştırılmalı, bu sayede onlarla ayrı kalınan bu günlerin geçici, aynı sofraları paylaşacağımız günlerin ise yakın olduğu vurgulanmalı ve kendileriyle her daim manen beraber olunduğu hissettirilmelidir.

(*) İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanı