Sosyal bilimlerde son yüzyılda pek çok yeni disiplin, yaklaşım ortaya çıktı. Uluslararası hukuk, demokrasi teorileri, ırkçılık çalışmaları, kolonyalizm, sömürgecilik hatta sömürgecilik sonrası çalışmalar, şarkiyatçılık ve kültürel görecelilik gibi birçok alt araştırma alanları hemen hemen tamamen Batı’da ve Batılılar tarafından inceleme konusu yapıldı. Dünyanın geri kalan kısmı da her ne kadar bu teoriler ve çalışma alanları doğrudan kendi üzerlerinde yapılsa da yani araştırma konusu kendileri olsalar da onları öğrenip okullarında, üniversitelerinde öğretmeye çalıştılar. Bu teorilerin içerisinde belki de en önemlisi Edward Said isimli Filistin kökenli Amerikalı bir İngilizce profesörünün Oryantalizm-Şarkiyatçılık isimli çalışmasıdır. Hatta bu eserin sosyal bilimlerde bir dönüm noktası olduğu kabul edilmiş ve siyah çalışmalarından kadın çalışmalarına, oradan da ırkçılık çalışmalarına kadar “Said öncesi” ve “Said sonrası” diye ayırım bile yapılmaktadır. Hemen hemen her araştırma alanında bu çalışmaya sıklıkla atıf bulmak mümkündür.
Diğer taraftan madem eşitsizlik, demokrasi ve insan hakları gibi konularda Batılılar işin teori kısmını ve çalışma alanlarını bile belirledilerse, o zaman dünyadaki eşitsizliklere neden müdahale etmiyorlar diye sorulabilir. Öyle ya, işin uzmanı ve en azından teorisini ve hatta uygulamasını en iyi onlar biliyorlarsa, peki olumsuzluklar karşısında neden böyle sessiz kalıyorlar? “Batılı beyaz insan” bu kadar mı vicdansız ve gözlerinin önünde cereyan eden hadiselere bu kadar mı duyarsızlar?
Gerçi onlar kendilerini hep medeni olarak takdim ettiler. Bütün literatürünü kendi çıkarlarını merkeze alarak hazırladılar. Onlara göre “ötekinin” hep eğitime ihtiyacı vardı. Diğerleri henüz olgunluğa erişmemiş “vahşilerdi”. Onları yetiştirip eğitmek gibi “ulvi” bir görev edinmişlerdi. Ancak bu tür üstenci bakışın yanında, özellikle de II. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin uğradığı haksızlıklara dayanamayıp en azından azaltmayı amaçlayan Yahudi (E. Durkheim, M. Mauss ve C. Levi-Strausse gibi) bilim insanları, “Biz sizden çok farklı değiliz” gibi bir çıkışla uğradıkları zulme karşı seslerini çıkarmaya başlamışlardı. Hatta Nazi suçlusu A. Eichmann’ın mahkemelerini izleyip çalıştığı gazete için muhabirlik yapan H. Arendt “kötülüğün sıradanlığı” gibi muhteşem bir kavramı sosyal bilimlere armağan etmişti.
Ancak mesele İsrail’in kurulması ve o toprakların sahipleri olan Filistinlilere yapılan haksızlıklar ve zulümler olunca sanki Yahudilerin kendileri de dâhil olmak üzere tüm dünya bir sessizliğe bürünüyordu. Belki de taraflı medya kuruluşları zulme sessiz kalmayanların seslerini mütemadiyen engelliyordu. Bunun yanında İsrail’in geniş medya desteğine rağmen son saldırılarda Gazze’deki uluslararası medya kuruluşlarının olduğu binayı vurması bile aslında başlı başına yaşananları anlamak için yeterlidir. Böyle bir durumda soru aslında çok net; mağdur ve haklı olanlar haber yapılmasını engeller mi? Mazlum olan birisi basını özellikle destekleyerek gerçeklerin bütün dünyaya doğru bir şekilde yansıtılmasını istemez mi?
İşte son süreçte bu olanlar da gösterdi ki, sessizlik daha uzun süremezdi. İsrail’in yaptığı zulümler o kadar aşikâr olarak gözler önüne serildi ki, taraflı olanlar bile bu yaşananları manipüle edemediler. Nitekim İsrail’in son aylarda Şeyh Cerrah Mahallesi’nde yaptığı haksızlıklara, Ramazan ayının son günlerinde Mescid-i Aksa’da da devam etmesi bardağı taşıran son damla oldu. Dünyanın her köşesinden tüm din mensupları ve etnik gruplarından sesler yükselmeye başladı. Batılı ülkelerin başkentlerinde, şehirlerinde sayıları yüzbinleri aşan her kesimden insanlar İsrail’in zulüm ve saldırılarına karşı onurlu bir duruş sergilediler. Dünyanın dört bir tarafında insanlar Filistin için sokakları, meydanları doldurdu, taşırdı. Korku duvarları aşılıyor artık. Provokasyonların, manipülasyonların deşifre edildiği günlerden geçiyoruz. Halkların bu tepkisine karşı yönetimlerin uzun süre direnebilmeleri mümkün olmaz. İşte burada Filistin için kritik bir dönem var; bundan sonra İsrail’in hedefi Filistinli gruplar arasındaki fikir ayrılıklarını derinleştirmek olacaktır. Afganistan laboratuarından elde edilen sonuçlar burada da uygulanmak istenecektir. Herkes uyanık olmalı bu tuzaklara düşülmemelidir.
Sonuç olarak dünyada oluşan bu yüksek farkındalıkla birlikte Siyonizm’in tepkiler karşısında geri adım atması ve geri dönülemeyecek bir biçimde yenilmesi öyle çok uzak falan değildir. Ortadoğu’da yeni bir döneme geçiliyor. “Her yeni olan iyi olmayabilir” sözünü hatırlarsak, bu yeniyi “iyi yeni” yapmak ise “vicdan ittifakı”nı genişletmekle mümkün olabilir.