Ortadoğu’da kaos 2020’de de sürecek mi?

İSLAM ÖZKAN ANALİZ ETTİ...

Ortadoğu’da kaos 2020’de de sürecek mi?

Ortadoğu’da 11 Eylül olaylarının tetiklediği, işgal ve müdahalelerle ivmelenen istikrarsızlık, kısa vadede durulacak gibi görünmüyor. Genel beklentiye göre gösteriler ve protesto şeklinde patlak veren toplumsal hareketlerin ve savaşların yarattığı kaos, belirli kesintilerle de olsa 20 ila 50 yıl sürebilir. Zira her şeyden önce SSCB’nin yıkılışının ardından bütün dünyada yeni bir uluslararası sistem oluştuğu halde, Ortadoğu’da soğuk savaş mantığının değişmesine yol açacak, bölgenin uluslararası sisteme entegre olmasını sağlayacak yeni bir sistem inşa edilemedi ya da edilmedi. Bunun bir nedeni, enerji hatlarının güvenliği ile küresel ekonomik ve siyasal düzenin İsrail’in güvenliği üzerine kurulu mantığıydı. Ayrıca özgür ve şeffaf seçimlerin hayata geçirilmesi durumunda halkın karar alma mekanizmalarına etki edebildiği yeni siyasi yapıların öngördüğü belirsizliğin içerisinde büyük riskler barındırmasıydı. Yeni sisteme geçiş ve uluslararası sisteme entegrasyonun, demokratik bir geçişi öngördüğü meselesi ise izahtan vareste. İşte bölgesel düzende meydana gelen sancının temel kaynağı, seçimler üzerinden siyasal aygıtlara etki etme imkânı olmayan halk katmanlarının toplumsal hareketler üzerinden inisiyatifi ele almak için harekete geçmesinin bölgesel düzende yarattığı sarsıntılardan başka bir şey değil.

Uluslararası düzeyde yeniden yapılanma süreçleri, genelde büyük savaşlar ve toplumsal altüst oluşlar sonucunda gerçekleşir. Görünen o ki, Arap dünyasında bölgesel düzeyde yeni bir uluslararası sistemin kuruluşu ya da mevcut sisteme intibak, bu altüst oluşların başarılı olmasına bağlı. Arap dünyasındaki ayaklanmalar da yerel ölçekte ekonomik-sosyal eşitsizliğe ve dengesizliğe ilişkin isyan olmakla birlikte aynı zamanda bu eşitsizliğin uluslararası arenadaki yansımalarına da dolaylı bir başkaldırı olarak okunabilir.

Küresel gelişmelerle bölgesel ivmelenmelerin tetiklediği 1989’dan sonraki süreçte başta uluslararası aktörlerin gücü ve nüfuzunun yanı sıra petrol çıkarma teknolojisi ve küresel dengelenmenin yapısında önemli denebilecek değişimler meydana geldi. Jeopolitik güç dengelerinin Pasifik eksenine doğru kaymasının yavaş ama derinden etkilediği uluslararası sistemin öncelikleri sırasında da yer değiştirmeye tanık olundu. Sonuç, Soğuk Savaş döneminde hayli önemsenen yer Ortadoğu’nun son dönemlerde aynı oranda bir ihtimamı yitirmiş görünmesi. Dolayısıyla bölgede yaşanan istikrarsızlık ve kaosun, bir taraftan ABD’nin bölgesel etkinliğini vekalet mantığı üzerinden başka güçlere devretmesine ve kendi güç ve enerjisini çok daha stratejik öneme sahip Çin ve Pasifik bölgesine kaydırmasına yol açmış görünüyor.

Bölgede istikrarsızlığın bir süre daha devam edeceğine ilişkin inancı pekiştiren bir başka nokta ise bölgesel sistemin entegrasyona izin vermeyecek bir mantık üzerine inşa edilmiş olması. Sadece ABD yanlısı ve karşıtı şeklindeki bir ittifak yapısına izin veriliyordu ve hala da öyle. Soğuk Savaş döneminde ancak Varşova Paktı ülkeleri bir safta Batı Bloku ülkeleri bir başka safta bir ittifak kurabiliyor, çift kutuplu uluslararası düzenin mantığı sadece buna izin verebiliyordu. Aynı mantığı miras alan bölgesel yapılanmanın sürdürülmesinin pek çok nedeni var elbette ama bu nedenlerden biri de savaş alanına dönüşen bölgesel yapılanmada çatışmanın ortaya çıkardığı enerjinin silah sanayi başta olmak üzere birçok alanda kriz ve durağanlığı aşmak için kullanılması. Dolayısıyla statükonun hiç durmadan yeniden üretildiği bir bölgesel yapılanmanın mevcut sorunların derdine derman olması düşünülemez. Bunun için mutlaka söz konusu yapılanmanın aşılması gerekiyor.

Yeni bölgesel sistemin kuruluşu, bölge ülkelerinin performansına ve yöneticilerin yeni kurulmaya çalışılan düzene intibak kapasitesine bağlı. Şayet siyasal elit, bundan sonraki süreçte kitleleri eski dönemlerdeki gibi yalan vaatlerle oyalamanın mümkün olmadığının farkına varır, vatandaşlarının eşitlik, adalet, şeffaflık, özgürlük ve ulusal onur gibi taleplerine karşılık verirse, bu sürecin daha az sancılı ve göreli sarsıntısız geçmesi mümkün. Bu taleplere karşılık vermeyen ve yeni sürece ayak uydurmakta zorlanan siyasal aktörlerin (bu aktörler siyasal elit ya da rejimler de olabilir) bu “yaratıcı kaos”un altında kalma ihtimali ise oldukça yüksek.