Orta Doğu denilen İslam’ın merkez bölgesi için en büyük felaket, 19- 20. Miladi yüzyılda Avrupa’dan ithal edilen milliyetçilik anlayışı olmuştur. Avrupalılara özgü bu kavram, bölge aydınlarınca aktüel problemlere bir çare gibi ithal edilmiştir Ortadoğu coğrafyasına… Yanlış teşhis, yanlış tedavi getirmiştir ne yazık ki… İslam toplumuna musallat olan bu hastalık, kolay kolay kuruyacağına pek benzemiyor, aksine iyice azınca azıyor.
Bugün Ortadoğu’daki sınırların hepsi uydurma, devletçiklerin hepsi yapay, hayatsız, tarihsiz ve dayanıksız… Avrupalılarca icat edilmiş 20. yüzyıl garabetlerinden bir kavramdır Milliyetçilik ve onun boy gösterdiği topraklarda…
Ortadoğu ülkelerinde bu kavram, yani milliyetçilik şekil değiştirerek ırkçılık haline bürünerek bir virüs gibi insanların beynine ve kalbine girmiş bulunmaktadır. Orta Doğulu, örümcek ağına düşen sinek gibi, bir takım peşin hükümlerin pençesinde kıvranıp durmaktadır. Genel olarak dışarıdan gelip yerleşmiş ve yanlış bir eğitim politikası yüzünden iyice kökleşmiş bir takım kavramlar, klişeler halini almış ve sloganlaştırılmıştır.
Orta Doğu insanı, geçmişinden, tarihinden, geleneklerinden, yerel ve belgesel olan her şeyinden soyutlanmış, dejenere bir insan tipi haline getirilmiştir. Din ve din bağıntısı yozlaştırılmaya çalışılarak, özsüz, ihlassız, samimiyetsiz bir takım dış şekillerden ibaret avam tabakasına mahsus yani halka özgü ve aydınlarca hor görülen bir kalıntı gibi korunmaya çalışılmaktadır.
Ortadoğu ülkelerindeki en büyük problemlerden biri ve hatta belki de en başta geleni kuşkusuz idare edenlerin beyninde yer edinmiş ırkçılıktır. Türkiye, Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan, Arabistan, Ürdün, Irak, İran ve hatta kuzey Afrika ülkelerini içine alan bütüne verilen bir ad olan Ortadoğu, tarih boyunca büyük uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Halkları idare edenlerin tarzı ve yöntemi, tek lider olarak kalmaya çalışmaktadır.
İnsanlar tarafından tekrar edilen çok ünlü bir söz vardır:” Bir Ormandan büyük bir ağaç çıkar, ötekileri, bodur kalmaya mahkûmdur.” Rahmetli Necip Fazıl, bu sözü, konferanslarında sık sık tekrar edip dururdu. Bir gün asistan olarak görev yaptığım İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesindeki hocalarımızdan Profesör Doktor Muharrem Ergin Bey’e aktarmıştım bu sözü… O da doğrudur, bu söz, sanki Üstat kendisi için söylenmiştir şeklinde bir yorum yapmıştı.
Bu söz, sanki Ortadoğu ülke insanı için idare edenler için söylenmiştir. Çünkü iktidara gelenler, ikinci bir adam yetiştirmeyi asla düşünmemekte ve ebediyen bu makamı işgal edeceklerini varsaymaktadırlar. Halbuki insan gibi devleti idare edenlerin de belli bir ömrü vardır. Bu nedenle şair ne güzel söylüyor:
“Subha dek hiç kimsenin şem’in füruzan eylemez
Bi-vefâ dünya ger ben bildiğim dünya ise” (Bu vefasız dünya, eğer benim bildiğim dünya ise, hiç kimsenin mumunun sabaha kadar yanmasına izin vermez.)
Arap ülkelerinde gönül hararet, hareket ve şevki yitmiştir. Acem diyarlarında da koyu bir mezhep taassubu içinde fikri yükseklik son bulmuştur. Afrika ülkelerindeki insanların gelecek vaat edecek durumları pek görünmüyor. Ancak Dicle ve Fırat, insanlığı kurtaracak kahramanlara susamış ve insanlığa yol gösterecek önderleri beklemeye başlamıştır.
Ümitsiz olmamak gerekir. Yıldızlar, batıp giderken şafak yakın demektir. Beklenen bir zaman diliminde, ufukta güneş görünmeye ve gece çekip gitmeye başlar. Unutmamak gerekir ki inciler, ancak dalgalı ve hırçın denizlerde olur. Ortadoğu ülkelerindeki hayat belirtileri, bitmemiştir. Kurumuş damarlarında canlı bir kan dolaşmaya başlar başlamaz, yeni bir hayat gelecek demektir. Çünkü sulanacak olursa bu topraklar verimli topraklardır ve kısa sürede verimli hale gelecektir.
Kaynak: Farklı Bakış