İslam dünyasının Batı karşısında gerilemeye başladığı 16’ncı yüzyıldan itibaren Osmanlı'da, bu gerilemeyi durdurmak için yaşanan siyasi, askeri, ekonomik, kültürel çözüm arayışları çoğunuzun bildiği şeyler.
Yine bildiğiniz gibi İmparatorluğun çöküşünü engellemek için bir biri peşi sıra denenen '3 Tarzı Siyaset'in;
'Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük'ün hiçbiri derde deva olmadı ve neticede 622 yıllık imparatorluk büyük bir gürültü ile çökerek yerle bir oldu.
Osmanlı'nın bir zamanlar 15 milyon kilometre kareye ulaşan toprakları üzerinde bir tasnife göre 42, bir başka tasnife göre ise 46 devlet kuruldu.
Kurulan, yıkılan, tekrar şekillenenleri de eklerseniz bu sayı daha da artmakta.
Mısır da yaklaşık 4 asır Osmanlı hakimiyetinde yaşamış, son yüzyılda ise Arap Dünyası’na liderlik yapmış bir ülke.
Yüz yıllardır rahat yüzü görmeyen Mısır, milattan binlerce yıl önceye dayanan tarihi ve Firavunlar döneminden itibaren köklü uygarlıklara beşiklik yapmış coğrafyası ile sadece Afrika'nın değil, tüm İslam dünyasının en önemli devletlerinden biri.
Memluklularla, Osmanlılar arasında 1517'de yapılan Ridaniye Savaşı'nı Osmanlılar kazanınca, Mısır Osmanlı egemenliğine girdi ve bu tarihten itibaren yaklaşık 300 yıl İstanbul'dan gönderilen valiler tarafından yönetildi.
Yüz yıla yakın da Kavalalıların idaresinde pamuk ipliği ile de olsa yine İstanbul’a bağlı kaldı.
Kavalalı Hanedanı’nın kurucusu Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hikayesi okuma yazma bilmeyen basit bir erlikten, ‘Sultanlığa’ uzanan ilginç bir hikayedir.
Napolyon Bonapart, 1 Temmuz 1798'de İskenderiye'den başlayarak Mısır'ı işgal etmeye başladı ve ilk etapta karşısına çıkan Osmanlı Ordusu'nu bozguna uğrattı.
İşgale karşı savaşmak için Osmanlı, ülkenin değişik yerlerinden asker toplayarak Mısır'a gönderdi.
Sonraki yıllarda kendisi ve çocukları yaklaşık 150 yıl Mısır'da hüküm sürecek olan Mehmet Ali Paşa da bugünkü Yunanistan sınırları içinde bulunan Kavala'dan toplanarak gönderilen askerler arasındaydı.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Dönemi
Kavalalı Mehmet Ali Paşa (4 Mart 1769-2 Ağustos 1849), bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Selanik yakınlarındakiKavala’nın, Kondova köyünde dünyaya geldi.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Bazı tarihçilere göre Arnavut, bazılarına göre Diyarbekirli Kürt, bazılarına göre Konya ve bazılarına göre ise Erzincan’ın İliç İlçesi'nden Kavala’ya giden bir aileye mensuptur.
40 yaşından sonra okuma yazma öğrendiği ileri sürülen Kavalalı, gösterdiği askeri ve idari başarılarla kısa bir sürede yükselerek, Vali Hüsrev Paşa’ya karşı düzenlenen ayaklanma sonrası 1805’te, Mısır Valisi oldu.
Avrupa’dan getirttiği hocalarla kendine güçlü bir ordu kurdu ve çok önemli ıslahat çalışmalarına başladı.
İktidarına sorun yaratan Memlük Beylerini 1811'de, Kahire Sarayı’nda verdiği bir davette topluca öldürterek; Mısır’daki Memlük egemenliğine kesin olarak son verdi ve iktidarını pekiştirdi.
1811-1818 yılları arasında Osmanlı Sultanı adına Arabistan yarımadasında isyan eden Vehhabilere karşı savaştı.
Suudilerin büyük dedesi Abdullah bin Suud’u, 1818’de yakalayarak İstanbul’a gönderdi. Abdullah bin Suud ve isyancı arkadaşları İstanbul’da, boyunları vurularak idam edildi.
Osmanlı padişahının isteği üzerine Mora ve Girit isyanlarını bastırdı. Kendisine Mora valiliği sözü verildi.
Mora,1829’daki Edirne Antlaşması’yla Yunanistan’a verilince, Suriye valiliğini istedi. Ancak Mehmet Ali Paşa’nın genişleme siyasetinden çekinen Osmanlı hükûmeti Paşa’nın bu isteğini reddetti.
Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa Filistin’e yürüyerek Akka Kalesi’ni ele geçirdi.
Osmanlı Ordusu, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı.
Mısır Kuvvetleri Halep, Şam ve Adana’yı ele geçirdi. Konya’da Sadrazam Reşit Paşa’nın kuvvetlerini de yenerek, 1833’te Kütahya’ya kadar ilerlemesi üzerine; 2. Mahmud, İngiltere ve Fransa’dan yardım istedi.
1833'te Rusya'nın araya girmesi ile Osmanlı ile Kavalalı arasında Kütahya Antlaşması imzalandı.
Antlaşmaya göre Mısır, Suriye ve Girit valilikleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya, Cidde ve Adana valilikleri de oğlu İbrahim Paşa’ya verildi.
Bu durumu hazmedemeyen ve kaybettiği yerleri geri almak isteyen Osmanlı yönetimi büyük bir ordu hazırlayarak Suriye’ye gönderdi.
1839’da Antep-Nizip yakınlarında yapılan savaşta, Osmanlı ordusu bir kez daha bozguna uğradı.
Avrupa Devletleri ve Rusya'nın araya girmesi ile Londra’da imzalanan antlaşma ile Suriye, Girit ve Adana Osmanlı Devleti’ne geri verildi, Mısır ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere bırakıldı.
Bu tarihten sonra bağımsız bir sultan gibi davranan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1845’te İstanbul’a gelerek nezaketen padişaha bağlılığını bildirdi. 1849’da Kahire’de öldü.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunları döneminde Mısır Ordusu ve bürokrasisi içinde Çerkes ve Türk asıllıların hakimiyetine karşı yükselen tepkiler sonucu, Urabi (Arabi) Paşa önderliğinde ‘Mısır Mısırlılarındır’ hareketi başladı.
Urabi Paşa veya Arabi Paşa (1841-21 Eylül 1911)
Mısırlı bir köylü ailesinin çocuğu olan Ahmed Arabi Paşa El-Mısri; Mısırlı aydın, subay veköylülerininyabancı yöneticilerden duyduğu hoşnutsuzluğu ‘Mısır, Mısırlılarındır’ sloganı ile örgütleyerek bu hareketin siyasi lideri oldu.
Ezher’de öğrenim gördükten sonra orduya girdi ve yeteneği sayesinde, özelliklede 1875-1876 yılları arasındaki Habeşisten (Etopya) Savaşı sırasındaki başarılarıyla hızla yükseldi.
1879’da subayların Mısır Hıdivi Kavalalı İsmail Paşa’ya karşı düzenlediği ayaklanmaya katıldı.
1881’de ordudaki yabancılara karşı bir ayaklanma başlattı. 1882’de kurulan milliyetçi hükümette savaş bakanı oldu.
‘Mısır Mısırlılarındır’ (Mısrli’l-Mısriyin) sloganı, Arabi’yi ulusal bir kahraman haline getirdi.
Arabi’nin saygınlığının artmasından endişelenen Hıdiv Tevfik Paşa’nın İngiliz ve Fransızlardan yardım istemesi üzerine, İngiliz donanması çıkan olayları bastırmak için İskenderiye şehrini bombaladı.
Arabi Paşa, Temmuz 1882’de İngilizlerle iş birliği içindekiHidiv Tevfik Paşa’yı hain ilan ederek, Mısır ordusunun başkomutanı olarak direnişin başına geçti ve iktidara el koymak istedi.
Sir Garnet Wolseley komutasında İsmailiye’de karaya çıkan İngiliz askerleri tarafından Et-Tellü’l-Kebir’de 13 Eylül 1882’de bozguna uğratıldı. Bu olayları fırsat bilen İngiltere Mısır’ı fiilen işgal etti.
Tutuklanarak Divan-ı Harpte yargılandı ve ölüm cezasına mahkûm edildi, cezası Seylan’da (Sri-Lanka) sürgüne çevrildi ve ancak Hidiv değiştikten sonra, 1901’de siyasete karışmaması şartıyla Mısır’a geri dönmesine izin verildi.
‘Mısır Mısırlılarındır’ sloganıyla yola çıkan ve halktan büyük destek gören Arabi Paşa’nın 1882’deki İsyanı, ne yazık ki tam tersi bir sonuç doğurdu ve Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesiyle sonuçlandı.
Birbirinden farklı hedefleri ve sorunları olan dört kesim Arabî Paşa’nın çevresinde toplandı:
- Hıristiyanların etkilerinin artmasından ve yönetici sınıfın gayri İslami yaşantılarından rahatsız olan dindar Müslümanlar.
- Eski statülerini ve topraklarını korumak isteyen büyüktoprak sahipleri.
- Batılı güçlerin asker sayısını azaltarak orduyu kendi doğrultularında yeniden düzenleme politikasından rahatsız olan Mısırlı subaylar.
- Batı örneği bir demokratik anayasanın ekonomik ve siyasi canlanmayı sağlayacağına inanan küçük liberal reformcular.
Resmen 1882’den, 1923 yılına kadar süren İngiliz işgal döneminde, Urabi (Arabi) Paşa’nın milliyetçi fikirleri, Mısır’ın en önemli siyasi akımı oldu.
Krallık dönemi
Birinci Dünya Savaşı sonrası İngilizler, Osmanlı yanlısı Abbas Hilmi Paşa’yı hidivlikten uzaklaştırarak amcası Hüseyin Kamil’i sultan unvanıyla başa geçirdiler.
Böylece İngiliz güdümündeki Mısır Sultanlığı kurulmuş oldu.
Savaş sonrası Saad Zaglul Paşa (1859-1927) başkanlığında üç Mısırlı siyasetçi, bir heyet olarak Mısır’ın bağımsızlığını görüşmek üzere İngilizlere çağrıda bulundular.
Heyetle görüşmeyi ret eden İngilizler Saad Zaglul’u tutuklayarak Malta’ya götürdüler. Ülke genelindeki protesto gösterileri üzerine bir müddet sonra Saad Zaglul serbest bırakıldı.
Tüm ülkede örgütlenmiş olan ve adını Arapça ‘heyet’ anlamına gelen Wafd adını koydukları örgütleri, Mısır’ın en etkili siyasi gücü haline geldi.
1923’te Mısır, İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan etti ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunlarından Ahmed Fuad Paşa, I. Fuad adıyla kral oldu.
Nisan 1923’te meşruti monarşiyi esas alan Mısır Anayasa’sı kabul edildi.
1924 yılında yapılan seçimlerde milliyetçi Wafd Partisi (Heyet Partisi) büyük bir zafer kazandı ve Saad Zağlul Paşa Başbakan oldu.
İngilizlerin Kral üzerindeki yoğun baskıları sonucu meclis üst üste birkaç kez feshedildi. 1925 ve 1926’daki seçimleri de Wafd Partisi kazandı.
Saad Zağlul 1927’de vefat etti. Yerine 1952’ye kadar defalarca başbakan olan Mustafa Nahhas seçildi.
Kralın bir kez daha meclisi feshetmesi üzerine 1929’daki seçimleri de Wafd Partisi kazandı.
Ülkedeki kötü yönetim sonucu halktaki tepkilerin sürekli arttığı ve toplumsal muhalefetin büyük bir çoğunlukla milliyetçilik ekseninde, Mısır milliyetçiliğinin temsilcisi WafdPartisi'nde toplandığı bu yıllarda yeni bir muhalefet odağı şekillenmeye başladı ve ileriki yıllarda 100 yıl Ortadoğu siyasetini etkileyecek bir İslami hareket olan İhvan-ı Müslimin Cemiyeti (Müslüman Kardeşler) kuruldu.
İhvan-ı Müslimin ve Hasan El Benna (1906-1949)
İhvan-ı Müslimin'in kurucusu, genç bir öğretmen olan Hasan el Benna, 14 Ekim 1906 tarihinde Mısır’ın Buhayre vilâyetine bağlı Mahmûdiye kasabasında doğdu.
Babası, ‘El-Fetḥu’r-rabbânî li-tertîbi Müsnedi’l-İmâm Aḥmed bin Hanbel eş-Şeybânî’ adlı eserin yazarı olan ve geçimini saatçilikle sağladığı için de Sââtî lakabıyla tanınan Ahmed bin Abdurrahman el-Bennâ’dır.
İlk Kuran eğitimini babasından alan Benna, memleketindeki medreseden sonra, modern eğitim veren El-Medresetü’l-İdâdiyye’ye, Mısır yönetiminin idadileri kapatması üzerine de Buhayre’nin merkezi Demenhûr’daki ilköğretmen okuluna geçti.
Hassâfiyye tarikatı şeyhi Abdülvehhâb el-Hassâfî’ye intisap etti. Benna'nın hayatı boyunca fikir ve yaşantısında tasavvufun büyük bir etkisi oldu.
Hayattan izole edilmiş bir dervişlik anlayışı yerine, tıpkı Hz. Muhammed'in hayatını örnek alan Senusi Tarikatı gibi dünya ve ahireti bir bütün olarak algılayan ve yaşayan 'Derviş-Mücahid' anlayışını yerleştirmeye çalıştı.
İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra Mayıs 1927'de Kahire’de “Küçük Ezher” denilen Dârülulûm’a kaydoldu.
Okulu bitirdikten sonra öğretmen olarak İsmailiye'ye atandı.
Mart 1928’de henüz 22 yaşındayken, evinde bir grup arkadaşı ile İhvân-ı Müslimîn teşkilâtını kurdu. İsmailiye'de evlendi.
1932 yılında teşkilâtın genel merkezi Kahire’ye taşındı.
Mısır'ın, İkinci Dünya Savaşı'na İngilizlerin yanında girmesine karşı çıkan Hasan el Benna ve arkadaşları birçok kez tutuklandılar.
Teşkilat, İngilizlerin Siyonistleri desteklediğini ve onlara Filistin'de bir Yahudi Devleti kurduracaklarını düşünüyordu.
8 Ekim 1945’te yapılan genel kurul toplantısında Hasan el Benna, İngiltere’ye karşı cihad ilan etti.
Bu durum milliyetçi WAFD Partisi'ne mensup Başbakan Nukraşi Paşa (1888-1948) Hükümeti'nin İhvan üzerindeki baskılarını daha da artırdı.
6 Mayıs 1948’de de İhvân-ı Müslimîn kurucular heyeti, Mısır ve öteki Arap ülkelerinden; Siyonistlere karşı cihad ilân etmelerini istedi.
Hasan el Benna, İhvan mensuplarından silahlı bir güç oluşturarak Siyonistlerle çarpışmak üzere Filistine gönderdi.
İngiltere, ABD ve Fransa'nın Mısır Hükümeti'ne baskıları sonucu Nukraşî Paşa Hükümeti, İhvan-ı Müslimin teşkilatını yasa dışı ilan etti; 8 Aralık 1948'de mülklerine el koyarak kapattı.
Kapatılmadan 20 gün sonra Başbakan Nukraşi Paşa, 28 Aralık1948 günü sabah saat 10'da, İçişleri Bakanlığı binasında; İhvan mensubu olduğu söylenen Veteriner Fakültesi öğrencisi Abdülmecid Ahmed Hasan tarafından öldürüldü.
Başbakan Nukraşi Paşa’nın öldürülmesinden bir buçuk ay sonra Hasan el Benna, 12 Şubat 1949 günü akşam saatlerinde bürosundan evine dönerken otomobiline açılan yaylım ateşi sonucu ağır yaralandı, kaldırıldığı hastahanede öldü.
Hasan el Benna, sadece fikirleri ile değil, zühd ve takvaya dayalı tasavvufi yaşantısıyla da tüm dünyadaki Müslümanlara örnek olmuş en önemli liderlerden biridir.
Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Ürdün, Filistin, Suriye, Irak, Pakistan... gibi İslam ülkelerine elemanlarını göndererek şubeler açan İhvan-ı Müslimin, bu ülkelerden; Kahire'deki Ezher Üniversitesi'ne okumaya gelen Müslüman öğrenciler vasıtasıyla da fikirlerini çok geniş bir coğrafyaya yaydı.
Türkiye dahil, tüm İslam dünyasındaki İslami hareketlerle fikir adamlarını etkiledi.
Hür Subaylar Hareketi
Hasan el Benna'nın bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra Mısır’daki olaylar artarak devam etti.
1948 yılında İsrail'in kurulması ve İsrail'in kurulmasına itiraz eden Arap devletlerinin 1948'deki savaşta büyük bir yenilgi alarak İsrail'e hiçbir şey yapamamaları, ülkedeki İsrail'i destekleyen İngiliz hakimiyetinin giderek artması; iktidardaki milliyetçi WAFD Partisi'ne olan desteği yerle bir etti.
Arabi Paşa ve Saad Zaglul döneminden beri Mısır halkının umudu olan milliyetçi Wafd Partisi'nin yöneticileri de Kral Faruk ve İngiliz yanlısı olarak görülmeye başlandı.
1952 yılında İngilizlerin Suveyş Kanalı Bölgesi'ndeki hareketlerine tepki gösteren İsmailiye halkı grev ve gösterilere başladı.
25 Ocak 1952'de, İsmailiye'de İngilizlerin açtığı ateş sırasında 50'ye yakın Mısır polisinin öldürülmesi, 80'inin yaralanması, 200'ünün İngilizler tarafından tutsak alınması üzerine tüm ülkede büyük olaylar çıktı.
Bir gün sonra 26 Ocak 1952'de Kahire'de toplanan büyük kalabalıklar İngilizlere ait banka, otel, mağaza, gece kulübü, uçak şirketi, lokal ve benzeri tüm kurum ve kuruşları yaktı.
Bu olaylarda 9'u İngiliz olamak üzere 26 kişi hayatını kaybederken, 500'ün üzerine kişi yaralandı ve 700'ün üzerinde bina yakılıp yıkıldı.
Kral Faruk; göstericileri sakinleştirmek için Başbakan Nahhas Paşa'yı görevden aldı.
23 Temmuz 1952’de, ülkedeki karışıklıktan yararlanan Cemal Abdunnasır liderliğindeki 'Hür Subaylar'; bir darbeyle krallığı devirerek yönetime el koydu.
Hür Subayların neredeyse tamamı alt rütbelerdeki subaylar olduğundan General Necib ikna edilerek öne çıkarıldı.
Kral Faruk
Kral Faruk tahttan indirilerek İtalya'ya sürgüne gönderildi ve yerine altı aylık oğlu 2. Fuad Kral ilan edildi.
Yaklaşık 11 aylık bir geçiş döneminin sonunda 18 Haziran 1953’te, büyük sevinç gösterileri ile krallığa son verilerek cumhuriyet ilan edildi.
Mısır'ın kötü talihi keşke burada sona erseydi!
Ne yazık ki Cumhuriyet'in ilan edildiği 1953'ten beri de aynı maküs talih devam ediyor.
Son iki yüz yıldır Mısır'da; sağcı, solcu, İslamcı, milliyetçi, Sosyalist... bir sürü rejim denenmesine rağmen, ülke bir türlü huzura kavuşamıyor.
Sorunlar her geçen gün daha da büyüyor ve katlanarak altından kalkılamaz bir hale geliyor.
Bugün sadece Kahire'de, 2 milyondan fazla insan mezarlıklarda yaşıyor ve büyük umutlarla iş başına gelenlerin/getirilenlerin çok kısa bir zaman sonra öncekilerden hiçbir farkı olmadığı ortaya çıkınca da halk, sürekli olarak yeni arayışlar ve umutlar peşinde koşmak zorunda kalıyor.
Aslında bu kısır döngü birkaç istisna dışında sadece İslam ülkelerinde değil, tüm Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde aynı.
Halkın, kahraman olarak gördüğü ve yere göğe sığdıramadığı nice idol bir müddet sonra unutularak yok olup gidiyor.
20'nci yüzyılın ikinci yarısında yıldızı parlayan ve çok kısa bir zamanda yıldızları sönen bu sahte kahramanların en önde gelenlerinden biri de, sadece Mısır'da değil, tüm Arap dünyasında neredeyse bir 'Yarı Tanrı' derecesine çıkarılan, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştirmeye çalışan Cemal Abdunnasır'dır.
Devam edeceğiz...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.