İnsanın duydukları ve okudukları başka, görerek, yaşayarak tarihin canlı tanığı olması başka bir şey.
Hele hele kişi, sadece tanıklık etmekle kalmayıp bizzat yaşananların aktörlerinden biri olmuşsa bu daha da başka bir şey.
Onun içindir ki renkli, fırtınalı bir hayat sürmüş sanatçıların, siyasetçi, aydın ve entelektüellerin anıları büyük ilgi çeker.
Olayların, kıyıda köşede kalmış çok önemli ayrıntılarının birinci elden öğrenilmesinin tadına doyum olmaz.
Bu basit gibi görünen ayrıntılar çoğu kez karanlıkları aydınlatarak, fotoğrafın eksik kalan karelerini tamamlar ve gerçeğin ortaya çıkmasını sağlar.
22 Ocak 2014 günü Gülistan Perwer'in, Rudaw Televizyonu’ndaki programına katılmak üzere Erbil'e gittim.
Bildiğiniz gibi Rudaw TV, halen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı olan Neçirvan Barzani'nin kontrolünde bir kanal.
Kürdistan Bölgesi'nde hemen her siyasetin ayrı bir televizyon kanalı var.
Fotoğraf: CNS
Barzanilerin, Talabanilerin, Goran Hareketi'nin, İslamcı partilerin (Yekgirtu, Komela İslam...) kanallarının her biri kendi siyasetleri doğrultusunda yayın yapıyor.
Rudaw'ın dışında, TV Kürdistan 24 de Başbakan Mesrur Barzani'nin çizgisinde yayın yapan ikinci bir Barzani kanalı.
Amcaoğlu ve aynı zamanda da enişte kayınbirader olan Mesrur ve Neçirvan Barzani’nin parti içi rekabetleri TV kanallarında da devam ediyor.
Gülistan Perwer'in programı siyasi olmaktan çok, kişilerin özel hayatlarını, ilk gençlik yıllarını, ailelerini, çocuklarını, zevklerini, hobilerini tanıtan özel hayatla ilgili bir programdı.
Programda, Şıvan ve dotmamı (amcakızı) Gülistan Perwer’in imam olan dedelerinin, Midyat'ta bizim aşiretin (Dermemmıka) Keferzé köyünden Siverek'e göç hikayelerine kadar çoğu kimsenin bilmediği bir çok konuyu dile getirdik.
Birbirimize 'dotmam' ve 'pısmam' (Amcakızı ve amca oğlu) diye hitaplarımız da sohbete renk kattı.
Güzel bir yayın oldu.
Programdan sonra Rudaw TV'nin başındaki kişi gelerek tebriklerini iletti ve eğer vaktimiz varsa biraz sohbet etmek istediklerini söyleyerek makamına davet etti.
Türkçe dahil 4 dili mükemmel konuşan Rebwar Kerim'in de aralarında olduğu birkaç kişiyle koyu bir sohbete daldık.
Sohbete katılanların hepsi yurt dışında eğitim almış, en az birkaç Batı ve birkaç Ortadoğu dilini iyi bilen arkadaşlardı.
Anlatmayı ve konuşmayı seven biri olmama rağmen o gece genellikle dinlemeyi seçtim.
Sorular sorarak, bölgede olan bitenleri anlamaya çalıştım.
Özellikle de o tarihlerde, Kürdistan yönetimi ile Türkiye arasında yeni başlamış ve sürmekte olan petrol ticaretinin siyasi yansımalarını, yan etkilerini öğrenmek istiyordum.
Irak Anayasası'na göre, Kürdistan'da üretilenler de dahil tüm Irak petrollerinin satımından elde edilen gelir bir havuzda toplanır ve bu gelirin yüzde 17'si Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne verilir.
Merkezi hükümetin izni olmadan hiçbir vilayet veya kuruluş kendi başına petrol satışı yapamaz.
O günlerde Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin, Bağdat'ı dikkate almadan Türkiye'ye tek taraflı petrol satışı ve satıştan elde ettiği geliri merkezi hükümete vermemesi ciddi bir sorundu. Uluslararası anlaşmalara da aykırıydı.
Bağdat yönetimi bu duruma karşı çıkarak tehditler savuruyor, taraflara yaptırımlar uygulayacağını söylüyordu.
Habur Sınır Kapısı'ndan tankerlerle yapılan bu ticaret, başlangıçta gizlenmeye çalışılmış, ancak yüzlerce tankerlik filolarla yapılan bir taşımayı uzun süre gizlemek mümkün olmadığından kısa bir süre sonra iş ortaya çıkmıştı.
Halk tabiri ile 'patlamıştı.'
Üstelik taşımayı Ahmet Çalık'ın şirketi yapmakta ve Çalık Holding'in başında da Başbakan'ın damadı Berat Albayrak bulunmaktaydı.
Muhalefete göre bu durum başlı başına ayrı bir skandaldı ve asla kabul edilemezdi!
Bu kadar büyük bir işin tankerlerle sürdürülemeyeceğini gören taraflar, Kürdistan petrollerinin Ceyhan'a ulaştırılması için Kürdistan ile Türkiye arasında yeni bir petrol boru hattı yapmaya başlamışlardı ve bu da şimdilik gizli tutuluyordu.
Günlük veya aylık ne kadar petrol taşıması yapıldığı, petrolün kaça alınıp kaça satıldığı, bu ticaretin devlet kayıtlarında olup olmadığı veya ne kadarının kayıtlı, ne kadarının kayıt dışı olduğu; paraların Türkiye, Kürdistan veya yurt dışında hangi bankalara yatırıldığı, bu hesapların kimler tarafından kullanıldığı, ne kadarının devlet, ne kadarının şahıslara gittiği bilinmiyordu.
Her şey kalın bir sır perdesinin arkasındaydı.
Bütün bu 'sırlara' azıcık da olsa cevap bulabilmek umuduyla Rudaw TV yetkililerine sordum;
Bu petrol satışı Irak merkezi hükümeti tarafından şiddetle protesto ediliyor.
Hem sizleri hem de Türkiye'yi uluslararası kuruluşlara şikayet ediyorlar.
Böyle giderse bütün ilişkileriniz bozulacak.
Ne yapmayı, nasıl bir politika izlemeyi düşünüyorsunuz?
İçlerinden biri şakayla karışık, gülerek şöyle dedi;
Canım yüz yıl Kürdistan petrollerini Bağdat yedi. Saddam düşene kadar da bize tek bir cent bile vermediler.
Biraz da biz yesek ne olur?
Üstüne üstlük bizim petrollerimizin satışından elde ettikleri paralarla aldıkları bombalarla bizi öldürüyorlardı.
Yüz yıl sonra eşitleniriz, ondan sonrası Allah Kerim!
Söze giren bir başkası daha derin bir analizde bulundu!
Biz Kürtlerin, Araplarla ve dolayısıyla Bağdat'la, Araplarla işimiz bitti.
Bundan sonra bizim taktik değil, stratejik ortağımız Türkiye'dir ve Türkiye'de de AK Parti'dir.
Bağdat'ın bize yapabileceği bir şey yok, onun için endişelenmeye de gerek yok.
Hz. Peygamber'in; 'İnsanlara akılları kadar hitap edin' hadisi aklıma geldi ve onlar kadar akıllı olmadığım için tartışmaya girmeden ikinci sorumu sordum:
Bağdat meselesini anladım. Bu konuda rahatsınız. Peki, bunca yıldır Irak'a ve size trilyonlarca dolar harcayan başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılılar bu işe ne diyecekler?
ABD hala Körfez Savaşı'ndan dolayı Kuveyt, Suudi Arabistan ve Irak'a fatura kesiyor, Suriye ise karmakarışık.
Bölgedeki PKK ve İran faktörleri de ayrı bir konu, tüm bu engelleri nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
Özellikle de ABD'yi ne yapacaksınız?
İçlerinde en hararetli olanı biraz da alaylı bir şekilde; 'Amerika'nın burada yapabileceği hiçbir şey yok, çekip gidecek!' dedi ve eliyle de argo bir hareket yaptı.
Hiç adetim olmamasına rağmen sustum.
Kafalarında tüm sorunlarını çözümlemiş ve rahatlamış bu arkadaşlara;
"Bu kafayla gider iseniz askere
Tez alırsınız tezkere!" diyemedim.
Aklıma Şener Şen'in, İlyas Salman'la Şekerpare filmindeki "Dolaş, dolaş Galata'yı dolaş, biraz etrafı tanı, dolaş!" repliği geldi, elimde olmadan gülümsedim.
Ertesi gün Diyarbekir'e döndüm, kardeşim ve yakın arkadaşlarıma bu konuşmaları ve endişelerimi anlattım.
TV programlarında tartıştığımız hükümet (Devlet demek daha doğru) yanlısı bir akademisyen reklam arasında alaycı bir şekilde "Altan Bey, ben bu boru işinden çok korkarım, boru döşeyene mutlaka boru döşerler" dedi.
"Reklam sonrası bu dediğini canlı yayında tekrarla" teklifimi; "O kadar da uzun boylu değil, her doğru her yerde söylenmez!" diyerek geri çevirdi.
Bu konuları tartıştığımız başka bir TV programında ise petrol işinin kurcalanmasını istemeyen Abdülkadir Selvi, polemik yaparak bana saygısızca ve seviyesizce saldırdı.
Tabii ki gereken cevabı aldı.
Bundan sonra neler olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
"Amerika'nın burada yapabileceği hiç bir şey yok, çekip gidecek!" sözünden bir kaç ay sonra;
Bizzat Batılıların organize ettiği DAEŞ, Erbil'in varoşlarına kadar geldi, halkın büyük bir kısmı panikle Erbil'i terk ederek daha güvenli olan bölgelere kaçtı.
DAEŞ, PKK'nin Mahmur kampına doğru harekete geçince PKK kampı boşaltarak yaklaşık 14 bin kişiyi bir gecede nakletmek zorunda kaldı.
DAEŞ, Şengal Dağı'ndaki gariban Ezidilere saldırdı, binlerce masum Ezidi bir başka senaryonun kurbanı olarak katledildi.
Ağır silahlara sahip on binlerce askerden oluşan Musul'daki Irak Ordusu çarpışmadan teslim oldu ve DAEŞ, Musul'u ele geçirdi.
Türkiye'nin Musul Konsolosluğu işgal edildi ve Türk personel rehin alındı.
ABD, PYD'ye on binlerce tır dolusu silah vererek, Suriye'nin 1/3'ünü kapsayan tüm petrol bölgelerini işgal etti.
Türkiye'de 'Hendek Olayları' ile iç savaş çıkartılmak istendi.
15 Temmuz Darbesi yapıldı.
Irak Hükümeti, Kürdistan Bölgesi'ne bütçeden verdiği yüzde 17'lik ödeneği kesti.
Kürdistan Hükümeti memurlarına maaş ödeyemeyecek bir duruma geldi, bütün yatırımlar durduruldu, yüzlerce şirket iflas etti, büyük bir çoğunluğu ülkenin geleceğinden umudunu kesen gençlerden oluşan 300 bin kişi yurt dışına göç etti, maaşlarını alamayan öğretmenler boykota gittiğinden, okullar 4 ay kapalı kaldı.
Mesut Barzani'nin bağımsızlık referandumu kararına en büyük tepkiyi 'Taktik değil, stratejik ortak olan Türkiye ve AK Parti' gösterdi.
Önceleri perde arkasında halkın kararına saygılı olacağını söyleyen ABD, tavrını değiştirdi, Kerkük'ün İran destekli Bağdat yönetimindeki Haşdi Şabi milislerinin eline geçmesine göz yumdu.
Talabani'nin oğulları Bağdat ile iş birliği yaptı, 100 bin kişilik Peşmerge kuvvetleri kurşun atmadan Kerkük'ten çekildi.
Kerkük petrolleri Türkiye yerine, İran'a sevk edilmeye başlandı, Kerkük Türkmenleri için her gün nara atanlar ise ortadan kayboldu!
Liste uzun...
"Akılsız başın günahını ayaklar çeker!" derler.
Kürtçe'de de;
"Aklı hafif, yükü ağır" anlamında;
"Aklé sıvık, baré gıran" sözü var.
Maalesef dağ gibi sorunlarımız tüm Ortadoğu’da Türk'ü, Kürt’ü, Arap’ıyla... kerametleri kendilerinden menkul bu 'hafif akıllılara' teslim edilmiş durumda.
Satrançta en kolay hamle önündeki piyonları yemektir.
Acemice piyonlara saldırarak, yedikleri her piyonda zafer kazandıklarını sananlar, birkaç hamle sonra 'Çoban Matı' olurlar.
Her olayı yerinde bir atasözü veya deyimle özetleyen rahmetli dedem sağ olsaydı;
Oğlum lafı fazla uzatma, kendini de çok yorma!
'Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!'
Elimizdeki malzeme bu.
Réberéme Alo'ye
Xwarıné me çeloye!
"Rehberlerimiz Alolar olduğu müddetçe,
Yemeğimiz de kuru meşe yaprağından başka bir şey olmayacak!" diyerek taşı gediğine koyar ve meseleyi kısa yoldan 'Hallu-fasl' ederdi.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish