ABD’nin Biden iktidârı üzerinden yaptığı açılım Türkiye’yi bâzı açılardan zorlayacak görünüyor. Trump’ın Türkiye’yi doğrudan zorlayan pek az çıkışı oldu. Belki de Trump, zihninde Türkiye’yi hiçbir zaman hedefe koymadı. Trump’ın bir Evangelist olarak, râhip olayındaki sert çıkışı, yazdığı o mâlûm mektup bu genellemenin hâricinde değerlendirilmelidir. Ama neticeten Trump’ın Türkiye’yi zorlayan siyâsetleri daha çok “dolaylı” gerçekleşti. Kuzey Irak ve Sûriye üzerinde kurulmaya çalışılan PKK devletinde ortaya konulan ABD tercihi esas olarak, ABD çıkarların temelinde değil, İsrâil’in güvenlik ihtiyâcına bir cevap olarak görülmelidir. Burada ABD’nin bilhassa İsrail odaklı ve ağırlıklı Ortadoğu siyâsetlerinden bahsediyorum. Trump’ın hedefinde apaçık olarak İsrâil’i tehdit eden İran vardı. Bu sebeple aynı tehdidi Yemen’de ve Körfez’de gören Suudi Arabistan ve BAE’yi İsrâil’e yakınlaştırmayı ve İran ile çatıştırmayı seçti. Ürdün ve Mısır’ı da ite kaka bu çizgiye soktu. Ama bu blok aynı zamanda dolaylı olarak Türkiye’yi de zorlamaktaydı. Bu zorlamanın münhasıran bir Trump (ABD) plânı olduğundan şüpheliyim. İşin merkezinde daha çok İsrâil ve Fransa’nın, dolayısıyla AB’nin olduğunu düşünüyorum. İsrâil ve Fransa; Tunus-Mısır-Sudan- Türkiye arasında gelişmeye başlayan işbirliğinden son derecede rahatsız oldu. Bu rahatsızlık Muhammed Mursî ve Ömer El Beşir’in devrilmesini tetikledi. Sudan’ın parçaladılar; Mısır’ı ise askerî bir diktatörlüğe mahkûm ettiler. Bu sûretle Mısır-Sudan-Türkiye’yi kapsayan, Doğu Akdeniz ve Afrika’nın mukadderatını dönüştürebilecek olan çok kritik bir işbirliği zemini de berhava edilmiş oldu. Türkiye ise Libya üzerinden yeni bir kart açtı. Dahası yumuşak güç üzerinden Türkiye’nin Atlantik Okyanusu’na bakan Sahil ve Orta Afrika devletleriyle kurup geliştirdiği bağlar devreye girdi. Akabinde karşı hareket geldi. Yunanistan ve Fransa bahsi geçen Blok’a eklemlendi ve Türkiye’yi tehdit etmeye başladılar. Türkiye’nin kararlı tavrı bu dalgayı püskürttü.
Trump devri başka bir sûretiyle NATO’nun ıskartaya çıkarıldığı ve AB-ABD bağının iyiden iyiye aşındığı bir devir olarak hatırlanacaktır. ABD açısından istenen, İsrâil’i bir güvenlik çemberine alacak olan, devletlerin parçalandığı ve aralarında sürekli olarak savaş hâlinde olduğu “istikrarsız” bir Ortadoğu’nun devâmıydı. Misâl verelim; Sûriye’de ve Irak’ta başı PKK ile dertte, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Mısır ile gerilimli ilişkileri olan, AB mâcerâsı akâmete uğramış bir Türkiye, Suudi ve Körfez ile savaşan bir İran, âdetâ bir libero gibi sahneye sürülen bir IŞID elbette İsrâil’i rahatlatan dinamiklerdi. Bu kaotik ortamı Rusya değerlendirdi. Evvelâ Sûriye’ye, daha sonra Libya’ya girdi. Şaşırtıcı bir Afrika açılımı başlattı. NATO’nun güdümünden çıkan Türkiye ve İran ile çeşitli işbirlikleri geliştirdi. Aynı zamanda İsrâil’in merkezde olduğu blokla da yakın ilişkilerini devâm ettirdi.
Şimdi ise Biden ile berâber tablo değişiyor. İran-ABD ilişkileri burada merkezî bir rol oynuyor. Biden, JF Kennedy’den sonra Katolik ekolden gelen ikinci Başkan. Bu ekolün, İsrâil ile arasında özel bir bağ görmediğini biliyoruz. Hatta bunların İsrâil’e görece soğuk bakan bir yaklaşıma sâhip oldukları da söylenmektedir. Ama bu abartılmaması gereken bir durumdur. Elbette ABD asla İsrâil’i önceleyen yaklaşımından vazgeçmeyecek, ama bunu başka önceliklerle çeşitlendirecektir. Apaçık vurgulayalım; Biden, Trump’ın kurmuş olduğu Küre Koalisyonu’nu dağıttı. İran ile nükleer anlaşma üzerinden bir yumuşama sağlamaya çalışıyor. İlk bakışta bu İsrâil’in dışlanacağı istikâmetinde bir aşırı yorumu doğuruyor. İsrâil sağı elbette durumdan rahatsızdır. Ama bu rahatsızlık, gelişmeleri tâkip etmek için sağlam bir dayanak oluşturmuyor. Bir defâ PKK devleti kurmak tasarımı Biden tarafından daha fazla sâhiplenilmiş durumda. Bunu da Irak’ın kuzeyinde Haşdi Şâbi ve PKK arasındaki yakınlaşma üzerinden değerlendiriyorum. Esas kritik gelişmenin bir Türkiye-İran gerilimi doğurmak olduğunu düşünüyorum. Bunu yazdım; dönmeyeceğim. Ama şu kadarı bilinmelidir ki, nasıl Küre Koalisyonu dağıldıysa, Astana Üçlüsü’nün de artık fonksiyonunu kaybetmiş olduğu söylenebilir. İran-Rusya ilişkilerinin zayıflayacağını, önümüzdeki haftalar ve aylarda Lübnan’dan başlayarak Hizbullah’ın süpürüleceğini tahmin ediyorum. Kafkasya’da sıkışan İran, Lübnan ve Sûriye’den de süpürülürse tutunacağı yer Kuzey Irak olacaktır. Bu da onu Türkiye ile onu gerilime sokacaktır.
Mısır, Suudi Arabistan ve BAE de açığa düştüler. Bugüne kadar Türkiye ile çatışan bu güçlerin hızla çizgi değiştireceğini, bugünden yarına Türkiye ile uzlaşacağını beklemek hayâldir. Üstelik bu sâdece ikili ilişkilere de bağlı değildir. Rusya ve Katar’ın burada çok mühim bir rol oynadığını düşünüyorum. Onun için Lavrov’un Katar ziyareti son derecede mühim görünüyor.
Ortadoğu; deste aynı, ama kartlar yeniden karılıyor…