Orhan Tutar´la "Sahih söylem, salih eylem" üzerine

Darultevhid.com sitesinin Orhan Tutar ile gerçekleştirdiği röportaj...

Orhan Tutar´la

Orhan Tutar; İslam´a hizem eden birçok Vakıf veya Derneğin gönüllü üyesi, her "Tevhidi İslam" faaliyetin tabii üyesi, hayatı mücadeleyle geçmiştir. İnandığı İslam´ı yaşamaya çalışan, sözünün eri, bir fikir işcisi, okuyan, okuduğunu anlamaya çalışan bir dava adamıdır. 

Orhan Tutar kardeşimiz, "05. 08. 2018" tarihinde sabah vaktinde yakınları ve dostlaryla, İğneada´da denizde geçirdiği kaza sonucu Rahmeti Rahmana kavuşmuştur. Bu vesileyle Orhan kardeşimize Rabbim rahmet etsin, mekanı cennet olsun, kederli ailesine ve tüm dostlarına sabr-ı cemil diliyor, ümmetin başı sağolsun, diyoruz. Selam ve dua ile...

24. 02. 2009 tarihinde; darultevhid.com sitesinde yayınlan söyleşiyi Orhan Kardeşimizi daha iyi tanınması için yayınlıyoruz... 

 

Darultevhid : Kısaca kendinizi tanıtır mısınız ?

Orhan Tutar : 1965 Erzurum Narman ilçesi Sütpınar köyünde doğdum. Evli ve bir erkek iki kız olmak üzere üç çocuk babasıyım.18-19 yaşlarına kadar köyde yaşadım.Tahsil hayatım kısa sürdü ve ortaokuldan bazı nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kaldım. Hemen tüm Anadolu gençlerinin yaptığı gibi gurbete geldim. Daha sonra askerlik görevi için her Türk genci gibi anlı şanlı bir biçimde askere gittim.

 Darultevhid : İslami Hayatla ilk ne zaman tanıştınız ve sizin tevhidi İslam´a kavuşmanızda neler vesile oldu ?

 Orhan Tutar : Askerliğimi Kırklareli´nde yaptım. O tarihlerde gündemde Yunanistan gene bir ada krizi çıkarmıştı ve bu kriz askeriyede savaş havasına dönüşmüştü. Askerlik yaptığımız bölge yunan sınırına yakın olduğundan dolayı ilk anda bulunduğumuz birliklerin savaşa girecekleri  konuşuluyordu.

Asker arkadaşlarımızın bazıları ile İslam´ı meseleleri konuşurduk. Hatta kullanılmayan lojman odalarının birinde kaçak olarak mescit haline getirdiğimiz mescitte, namazlarımızı kıldıktan sonra sohbet ve tartışmalar yapardık. Ben o zamanlar, buğun ismine "Hacıbaba İslamı" dediğim bir anlayışa sahiptim. Namazlarımı ilk okul beşinci sınıfta iken kılmaya başlamıştım. Babam namaza yaya idi ama annem çok dikkatli idi. Benim namaz alışkanlığım komşuya gelen bir tarikat şeyhinin oluşturduğu halkaya heveslenmemle olmuştur. Komşumuzun oğlu benim yaştaydı. Onunla beraber "baba"ların (tarikat şeyh ve müritlerine o zaman herkes baba derdi ) halkalarına katılırdık. Onlarda bize fazlasıyla ilgi gösterir, bize "küçük baba" derlerdi. Büyük adamlar bizim bu yaşta namaz kılıp zikir halkalarına katılmamızı garipser ve dalgaya alırlardı. İçerisinde bilinç olmayan ve bir sürü hurafelerle beraber bir manevi atmosfer yaşardık. Klasik Erzurum "vatan millet Sakarya"cı din anlayışı işte. Devlet baba her şeyin üstünde olan, devletin bekası için her şeyin meşru sayıldığı bir anlayış. Devletin buyruklarını Allah´ın buyrukları üstünde tutan bir anlayış. O zamanlarda Tevhidi İslami bilince ulaşmadığım için askerde savaşa gidip şehid olmayı arzuluyordum. Bir gün yine bu düşüncemi arkadaşlarla paylaşmak istedim. Arkadaşlar beni uyardı ve Laik sistemi korurken ölen insanların şehid olmadığını / olamayacağını söylediler. Onlar Tevhidi bilinçlenme sürecinde belli bir nasiplenme elde etmişlerdi. Biz düz tabak. Bana tabi bu söz çok değişik geldi ve beni iyice düşündürmeye başlattı. Arkadaşlar darulislam´dan darulharb´den.., cahiliyye, küfür, şirk, gibi kavramlardan bahsetmeye, Tevhid İslamı´ndan anlatmaya başladıktan sonra benim iyice ezberlerim bozuldu ve kendi içimde sorular sormaya başladım. Daha sonra kitaplar alıp bu kavramların mahiyetlerini daha ciddi  öğrenmek istedim. İlk okuduğum kitaplar  (ki bir arkadaşımız izinden dönüşünde bu kitapları kışlaya sokmuştu) Seyyid Kutub-İslam ve Kapitalizm Çatışması ve Abdulkadir Udeh-İslam ve Yürürlükteki Kanunlar. Bu kitapları okudukça Hacıbaba İslamı´nın  "ne menem bir avuntu / efsun" olduğunu anlamaya başladım. Ve "Tevhid İslamı" diye bir hakikatin varlığını hissetmeye başladım. Bu kitapların bana "Yalnız ve yalnız Allah´ın hükümleri ile hükmeden bir toplumun / devletin darul İslam" olabileceği anlayışını vermiş oldu. Yine öğrendiklerimin arasında bazı kavramlar da vardı. Bu kavramların bana en çarpıcı geleni TAĞUT  kavramıydı.

 Bu kavramlar ve manaları bende tevhidi bir eylem yapma gereksinimi oluşturdu. İlk yaptığım eylem şöyle oldu; askeriyede bir ders esnasında nöbetçi subayının sınır boyunda 1 saat nöbetin faziletini çavuştan anlatmasını istedi. Kar çok yağdığından nöbetler 15 dakikaya düşmüştü ve subay da dinin gücünü arkasına alarak askerleri nöbete bağlamaya çalışıyordu. Tabi o da "Hacıbaba İslamı"nın etkisi altında olduğu için konuyla ilgili hadisler okumaya başladı. Ben el kaldırdım ve o hadislerin Allah´ın hükümlerini uygulayan devletin sınırlarını koruyan askerler için geçerli olduğunu, laik (laiklik şirkin çağdaş adıdır ) sistemin / devletin sınırlarını koruyan askerler  için geçerli olamayacağını söyledim. Subay beni  hemen susturdu ve odasına çağırdı. Ders bittikten sonra nöbetçi subayının odasına gittim ama o yerinde yoktu ve  ben kovuşa döndüm. Nöbetçi subayı daha sonra beni ya sorguya çekeceğini ya da disipline vereceğini düşünmüştüm, ama hiç birisi olmadı ve söz konusu subay ben teskereye gelene kadar hiç yüz yüze gelmedi. O mevzu öylece kapanıp gitti. Ben o zaman TAĞUT´un ilk gazabına uğrayacağımı düşündüm ama olmadı. Gittiğimde yerinde yoktu ve olay oracıkta kapandı.

 Darultevhid : Sonra İstanbul´a gelip yerleşiyorsunuz. O yıllarda İstanbul´daki Tevhidi gençlik hangi kaynaklardan yararlanırdı ve Tevhidi duruşları  nasıldı ?

 Orhan Tutar : Askerde bir parça da olsa almış olduğum bu bilinç beni yeni hayatlar kurmaya itti. Özellikle tevhidi bilinci güçlendirmek ve bunu insanları ulaştırmak gerekliydi. Bununda köyde mümkün olamayacağını gördüm. Bu düşünce ile İstanbul´a geldim. 1987 yılında Cağaloğlu´ndaki kitapçıların olduğu Üretmen Han´a geldim.Tevhidi İslam´ı daha iyi öğrenebileceğim kitaplar aramaya başladım.Seyyid Kutub. Ali Şeraiti, Mutahhari, Beheşti, İmam Humeyni, Mevdudi, Abdulkadir Udeh, Said Havva...vb kitaplarını aldım. O yıllarda Tevhidi çizgide yayın yapan bazı dergiler vardı. Bunlar; Girişim dergisi, Mektup dergisi, Mektep dergisi, Tevhid Dergisi, Vahdet dergisi, Yeryüzü dergisi, İktibas dergisi, Haksöz dergisi gibi. (Bunlardan İktibas ve Haksöz dergisini ayrı anmam bir hak teslimidir, zira bu iki dergi hala aynı çizgileri ile yayınlarını sürdürmektedirler) Hatta Tevhid dergisinde 1.5 yıl personel olarak çalıştım. Dergilerde ağırlıklı olarak Afgan cihadı ve İran İslam devrimi, Cezayir direnişi ..,gibi  hareketler ve bu öncülerin fikirleri aktarılırdı / işlenirdi. Biz büyük bir aşk ve şevkle kitapları okumaya dersler yapmaya başladık. Arkadaşlarla haftada 4-5 gün ders yapardık. Hanımlarımız bazen hayıflanır bir günde bize ders vermeye gelseniz derlerdi. O zamanlar Müslüman gençlik şehadet ve cihad aşkından ve şevkinden ayakları yere değmezdi. Her ne kadar ayakları yere basmasa dahi o dönemdeki Tevhidi gençlikteki gördüğüm heyecanı, cihad ve şehadet aşkını maalesef günümüz Müslüman gençliğinde göremiyorum. Arkadaşların birbiriyle yardımlaşmaları son derece içten ve samimi idi. Kavramlar bu günkü gibi sulandırılmıyordu. Gerçi dillendirilen kavramların gereğini yapmakla yüz yüze gelinmiyor ve samimiyetler "test edilmiş" bir şekilde ortaya çıkmıyordu. Bu durumun acısını 28 şubat sürecinde gördük. ama her şeye rağmen bir "saflık / sadelik ve doğallık" vardı.

 Darultevhid: İlk ne zaman Laik rejimin soğuk yüzüyle karşılaştınız?

 Orhan Tutar : İplik atölyesinde çalışırken radyo dinlerdim.Yine bir gün radyoda 10 Kasım öncesi tören hazırlığı konuşuluyordu. O dönemin başbakanıda 10 kasım´ı konuşmasında anıyordu. İşte şöyle saygı duruşunda bulunulacak, işte şöyle put kesilinecek..,gibi laflar ediyordu. Ben kendi içimden sesli düşünerek madem dedim bu laik sistem bu törenleri halka baskı yoluyla dayatıyorsa ben de bu zulme kıyam etmem, protesto etmem gerekir diye düşündüm. Ertesi gün Beyazıt meydanına gittim  ve saat 09.05 olduğu zaman herkes put gibi olduğu anda ben birazda ses yaparak İstanbul Üniversitesi önünden yürümeye başladım. O esnada iki kişi omzuma yüklenerek beni zorla durdurmaya  çalıştılar. Münakaşa ettik. Beni itmeye saygı duruşuna katılmaya zorlayan vatandaşlara; (ki meğer sivil polislermiş)  İslam´da böyle bir saygı şeklinin olmadığını ve bu tarz bir saygı duruşunun o kişiye ibadet olacağını, tapma olacağını ve ben Müslüman olmam dolayısıyla böyle bir şey yapamayacağımı söyledim. Ben bunları anlatıverirken orada duran resmi giyinmiş polisleri çağırdılar ve yine Beyazıt Karakoluna götürdüler. Nezarethaneye atıp ifademi aldılar. Her zamanki gibi sistemin muhafızları tipik saldırılarını yapmaya başladılar. Komiser Erzurumlu olduğu için bana güya acıyarak ifademi; yolda farkında olmadan yürümüş diye değiştirdi. Benden de özür dilememi istediler. Ben onlara tükürdüğümü asla yalamam dedim. Bu eylemi yaparken amacım Tağuta karşı olduğumu ve Tevhidi duruşumu Allah´a şahit kılmak için yaptığımı söyledim. Beni oradan alıp o zaman Gayrettepe de bulunan  Siyasi Şubeye götürdüler. Nezarete girdim karanlık bir yerdi ve sistemin birkaç muhafızı üzerime çullandı. Yüzümden baya darbe aldım. Sonra beni mahkemeye çıkardılar. Mahkemede Hakim bana yönelerek "Sen Orhan Tutar erkekliğinden dolayı mı bunu yaptın dedi" cevaben ben de "Hayır, ben Müslümanım bu eylemi de inancım ve Akidem gereği yaptım dedim". Karar olarak : Orhan Tutar bu hareketi inancından dolayı yapmıştır denildi. Ve tutuksuz yargılanmam üzere serbest bıraktılar ama bu sefer de savcıyla bir konuşmam oldu. Bana "Orhan Tutar bir sıçradın dikkat et" dedi. Ben sırçama diye bir şey yapmıyorum sadece Müslümanlığımın gereğini yapıyorum ve size bir soru sormak istiyorum dedim. Başka bir dine mensup biri (mesela; Hıristiyan, Yahudi veya Budist..,) o saatte yolda yürüse ona dokunabilecek miydiniz? dediğim zaman savcı başka bir şey söyleyemedi ve beni serbest bıraktı.

 Darultevhid: Cezaevlerine hangi eylemlerinizden girdiniz ve toplam ne kadar yattınız , bize oralardaki mücadelenizden bahseder misiniz?

 Orhan Tutar: 28 Şubat döneminde yaptığım protestolar  ve çeşitli yerlere gönderdiğim yazılar nedeniyle belli aralıklarla 4 yıl hapis yattım. Bunlardan size örnek vermem gerekirse mesela; Kesintisiz eğitimi protesto için hazırladığım dövizi Beyazıt meydanında açtım. Dövizde şunlar yazılıydı:

 "Ey Müslümanlar uyumayın, kafir siyasiler, generaller ve medya dininize saldırıyor. Zulme rıza zulümdür"

 Bu pankartı açınca bana yine sivil polisler müdahale etti ve oradaki diğer  40 arkadaşla birlikte nezarete attılar. Belli bir zaman sonra nezaretteki diğer arkadaşların konuşmalarına şahit oldum. Bir kısmı korkaklık gösterip ben mitingin yanından geçiyordum, yok falan yere gidiyordum, kalabalığa uğradım, yok namazdan geldim, bakayım diye geldim gibi türlü bahaneler sürüp ifadelerini değiştirmeyi düşünüyorlardı. Hemen olaya müdahale ettim. Arkadaşlar görüyorum ki ifadeyi değiştirmek için türlü türlü bahaneler ileri sürüyorsunuz neden korkuyorsunuz hapis mi çoluk çocuk korkusu mu diye konuştum. Tabi ben böyle konuşmaya başlayınca bir iki arkadaş da cesaretlenerek 3 günlük nezaret haneyi boş geçirmeyelim dediler. Benden Kur´an okumamı istediler ve Tevbe süresini yorumlarımı katarak  okudum. Bizim (naylon ) mücahitler baya havaya girdiler. Ama maalesef bir kişi dışında hepsi gene kaçamak ifadeler vererek sıcak yataklarına döndüler. Benle Ramazan isimli kardeşim mahkemede; "Biz bu tağuti sistemin 8 yıllık eğitim adı altında Kur´an Kurslarını, İmam hatipleri.., kapatma zulmünü protesto etmek için geldik ve bu zalim şirk sistemini protesto ettik" dediğimizden dolayı Bayrampaşa cezaevini boylamış olduk.

 35 günlük bir hapis yattıktan sonra tahliye olduk ve hemen İstanbul üniversitesi önünde düzenlenen "başörtüsü oturma eylemi"ne destek verdik, çelenkler götürdük, konuşmalar yaptık.

 Ertesi gün ben bir çelenk hazırlattım ve alana yerleştirdim, çelenkte şöyle yazıyordu :

 "Rap raplar emrediyor, memurlar uyguluyor. Küfrün elebaşı MGK"

 Bu ve benzeri pankart ve yazılardan dolayı cezaevine girip çıkmaya başladım. Verdiğim ifadelerden dolayı ceza alıyordum, birde bu ifadelerime yeni davalar açılıyordu. Hatta öyle oluyordu ki, bazen savcı ifade vermemi istemiyordu. Ben tutturuyordum, "bırakın bu MGK´nın nasıl bir zulüm şebekesi olduğunu, neden küfrün elebaşı olduğunu anlatacağım" ama savcı bana savunma vermemi istemiyordu. Resmen benimle pazarlık ediyordu. Bir savcı "Atatürk´ün 75 ci yıl nutku" diye bir yazı yazıp pek çok yerlere (askeri kurumlara dahi) göndermiştim. Bu nutka da dava açılmıştı. Bu mesajı yazmamdaki amacım, yaşayanlar belki düşünüp ibret alırda Kur´an´a dönerler. Ölmüş adamın nutku olur mu diye. Ben savcıya anlattım. Dedim ki

"Kur´an, Ahiret´te zalim müstekbir ve onlara uyan mustazafların Rableri karşısında yapacakları çekişmeden bahseder. Birbirlerini suçlayacaklarını, birbirlerini kızacaklarını..,dile getirir. Keşke dünyaya dönsek de birbirlerimizden uzaklaşıp Rabbimize yönelsek diye. İşte Kemal´de bir zalim müstekbir ve ona uyanlarda zulmün ortağı olan mustazaflar olduklarından dolayı aynı çekişmeleri yaşayacaklar. O gün geldiğinde zalim Kemal sizden kaçacak ve birbirlerinizi suçlayacaksınız. Gelin kendinize ve aynı zamanda Kemal´e de iyilik edin. Bu vesile ile Kemal´in Kur´an´a aykırı kurmuş olduğu sistemden uzak durmakla siz ahiretinizi kurtarır ve Kemal´i taklit etmemekle de onun günah defterini daha fazla kabartmamış olursunuz."

 Savcı "yaz kızım" diyerek başladı ve mana 18 ay hapis cezası geldi. Böylece toplam 4 yıl cezaevlerinde yatmış oldum.

 Hapishanelere girip çıktıkça Tağuti sistemin soğuk yüzünü daha iyi görüyorsunuz. İslam´ın gücünü ve Allah´ın gücünü daha iyi idrak ediyorsunuz. Tabi hapishane de duruşunuz da çok önemli. Ne ad ile girdiğinizin farkında ve şuurunda iseniz duruşunuzu da ona göre sergilersiniz. Duruşunuzun sağlamlığı karşı taraftan size büyük bir saygı duyulmasını sağlıyor. Bu manada (Rabbime hamd olsun) ben hep saygı ve hürmet gördüm. Rabbim beni hep aziz kıldı. Hapishanelerde ben hep bir adım önde idim. Alttan alan hep savcı yada cezaevi müdürü olurdu. Çünkü benim kaybedecek bir şeyim yoktu. Onların ise kaybedecek çok şeyleri vardı. Eşleri, aşları, kariyerleri, makamları..., vs. Dolayısıyla korkması gereken onlardı ve onlardan bu korkuyu hissediyordum. Onlarda senin ne hal ve ahval de olduğunu hissediyordu. Onun için korkan ve alttan alan hep onlar oluyordu. "Bugün (ki bu her zaman böyledir) Müslümanların (?) zaafı ve zelil oluşu bu korkuyu yenememelerinden dolayıdır." Güçsüzlükleri, kaybedecekleri olmalarından / dünyevi kaybı göze alamadıklarından..,kaynaklanıyor. Ne zamanki bu kaybı / korkuyu yener ve "cennet karşılığı canlarını Allah´a satarlarsa / bunu göze alırlarsa" (Tevbe. 9/111) işte o zaman zilletten kurtulurlar. Abdullah b. Revaha´nın yaptığını yaparlar, Abdullah b. Revaha´nın geldiği noktaya gelirlerse zilletten kurtulabilirler. O büyük Sahabe, Mute savaşında sancağı taşıma sırası kendine geldiğinde düşman içine dalamamıştı. O anda eşleri ve hurma bahçeleri gözü önüne gelmişti. Kaybedeceklerinden korkuları vardı ve bundan dolayı güçsüzdü. Ne zamanki; "Eğer beni tutan eşlerimse hemen şimdi onları boşadım. Eğer beni tutan hurma bahçelerimse hemen şimdi onları infak ettim" Dünyaya dair bütün şeylerini silip atan Abdullah b. Revaha tüm korkularını yenmiş ve gözünde / zihninde kaybedecek bir şey bırakmamıştı. İşte bu güçle / bu teslimiyetle düşman içlerine dalmış ve en kutlu ölüm olan "şehadet" şerbetini içmişti. Bu cümleden yola çıkarak şu cümlelerin altını çizmemiz lazım.

 "En güçlü insan, kaybedeceği bir şeyi olmayan insandır"

 "Bir Müslüman´ın tek amacı Allah rızası ise kaybedeceği hiçbir şey yoktur ve dünyanın en güçlü adamı odur"

 Makale çalışmaları, kitap ve web sitesi çalışmalarınızı takip ediyoruz. Başka kitap çalışmalarınız olacak mı? Ayrıca www.tevhidyolunda.net adlı sitenizdeki "sahih söylem, salih eylem" adlı sloganınızı da açıklar mısınız?

 Orhan Tutar: Hapishanede olduğunuz zamanlar çok vaktiniz oluyor. Orayı isterseniz medreseyi "yusufiyye"  (Yusuf medresesine) çevirebiliyorsunuz. Makale çalışmalarıma ilk oralarda başladım. İlk çalışmalarıma toplumdaki geleneksel İslam anlayışlarını düşünmeye ve sorgulamaya  başladım. "Kur´an´la Uyarmak" adlı kitabımız bu makalelerden oluşuyor. "Kimlikte, yöntemde / metot da ve amaçta" tevhidi anlayışı işlemeye çalıştık. "Cihad Nedir" adlı bir çalışmamız daha oldu. Kur´an´la Uyarmak isimli çalışmamızı iki baskı, "Cihad Nedir" çalışmamızı tek baskı yapmıştık. Tüm bu çalışmalarımızın masraflarını ben kendim karşılayıp parasız insanlara dağıtmıştık. Maksadım bir doğruyu, bir tevhidi hakikati insanlarımıza ulaştırabilmek ve bir tanesinden "Allah razı olsun" duasını alabilmek. Bu kitapları İslami faaliyetlerde bulunan kuruluşların kermeslerinde onlara gelir elde edilsin diye dağıttık. Daha başka kitap çalışmalarınız olacak mı sorunuza gelince.., www.tevhidyolunda.net adlı sitemizde Ömer Faruk Kutub müstear ismiyle "siyer analiz" şeklinde çalışmalarımız yayınlanıyor. Bu çalışmaları (zamanla) daha da akademik bir hüviyet kazandırarak bir - iki cilt halinde çıkarmayı düşünüyorum.

"sahih söylem salih eylem" "Tevhidi söylem ve eylem" den başka bir şey değildir. Salih eylem, Sahih söylem´den sonra gelir. Ortaya salih eylem koyabilmeniz için önce sahih söylemle ortaya çıkmanız lazım. Sahih söylem ise öncelikle "LAİLAHE İLLALLAH" la başlar. Tüm İslamcı cemaatler bu kelime ile işe başlıyor diyebilirsiniz. Doğrudur, bütün cemaatler bu kelimeyle işe başlıyor ama çok azı bu kelimenin içini doldurmaya çalışıyor. Kocaman kocaman cemaatler "lailaheillallah" kelimesinin içerdiği manaları parçalamışlardır. Söz konusu cemaatler özellikle "ibadet- ahlak ve infak" bölümüne vurgu yapmakta ama "HÜKM" boyutuna, yani Allah´ın hükümleri ile hükmetme boyutuna / Allah´ın insan üzerindeki egemenliğinin tesis edilmesi ...boyutuna asla el atmamaktadırlar. Bu boyut, din de yokmuş gibi hareket etmektedirler. Bu alanları TAĞUT´lara havale etmiş durumdadırlar. Bu durumları ile de  paçalarını ŞİRK´ ten kurtaramamışlardır. Bir söylemin SAHİH olması için onun alanına giren tüm boyutları ile ele alınması ve tüm boyutlarının ortaya koyulması ile ortaya çıkılması lazım. Salih eylem ise , işte bu çerçevede (yani tüm boyutlarıyla ) ortaya koymuş olduğunuz tevhidi söyleminizin arkasında durmanızdan ibarettir. Dönmeden , "konjöktür"  böyle imiş gibi iki yüzlü demagojilere başvurmadan Tevhidi söylemi her yerde yapabilmek ve bedeli ne olursa olsun bunun arkasında durabilmektir. İşte "sahih söylem salih eylem" sloganımızda kastettiğimiz budur.

 Darultevhid: Hocam İslami Hareket Nedir? Sınırları nelerdir? T.C.´de şu anda böyle bir İslami Hareket mevcut mu? Bunu bize açar mısınız?

 Orhan Tutar: "İslami Hareketin bir ismi de Tevhidi Harekettir" Peygamberlerin önderliğinde ve örnekliğinde ortaya koyulan tüm hareketler "İslami Hareket"tir. 

 "Allah´ın kullarından murad ettiği misyonu söylem ve eylem olarak ortaya koymak" İslami Harekettir.

 Bu manada en büyük örnekler peygamberlerdir. Gene Kur´an´ın örnek gösterdiği, mesela; Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Kayra, Ashab-ı Uhdud ve Ashab-ı Muhammed vb hareketler de mutlak manada örnek alacağımız "İslami Hareketler"dir. Çünkü tüm bunların sağlamasını Peygamberler (Allah (cc)´ın gözetimi altında ) yapmışlardır. İslami hareketin omurgasını, Nahl süresi 36´cı ayet oluşturmalı. Çıkış noktası bu ayete dayanmayan hiçbir hareket İslami Hareket olamaz. Bu ayet misyonun temel esprisini ortaya koymaktadır:

 "Andolsun, biz her ümmete: Allah´a kulluk edin ve Tağut´tan kaçının diye tebliğ etmesi için bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün" (16/Nahl-36) ayetine göre İslami Hareketin temel ilkesi / varlık sebebi; Allah´ın hükümranlığını yeryüzüne (insanın toplumsal hayatına) indirme ve tağutun varlığını yeryüzünden silmedir. Bu ilkelere uyan kişi ve kişiler İslami Hareket mensubudur. Burada sayının / cemaatin çokluğunun yada azlığının önemi yoktur. Mesela Hz. İbrahim "tek başına bir ümmetti" ve üç- beş kişi olmalarına rağmen "İslami Hareket"in lokomotifi olmuştur.

 İslami Hareket aynı zamanda bir "Islah Hareketi"dir. Ancak bu, bugün bizim İslamcı geçinen pek çok cemaatlerin dillerine doladığı gibi salt ibadet / ahlak ve yardımlaşma işinden ibaret değildir. İbadet, Ahlak ve Yardımlaşma.., ıslahçılıkta en önemli ve asla ihmal edilemeyecek unsurlardır. Ancak bu anlayış, İslami Harekete yüklenen misyonu koruyor ve yaşatıyorsa anlamlı olacaktır. Aksi taktirde misyondan yoksun tüm hareketler / cemaatler / tarikatlar vs. salt bir "ahlak ve iyilik" hareketleri olarak kalacaktır. Misyondan yoksun iyilik hareketleri geçici olarak bazı toplumsal aksaklıkları izale edebilir ama, küresel ve bölgesel istik bar ve sömürüye / küresel ve bölgesel TAĞUT´un varlığına en ufak bir darbe indiremez. Hatta misyonsuz iyilik hareketleri yürürlükteki TAĞUT´un işlerini kolaylaştıracaktır. Ahlaksızlık, yolsuzluk ve istikrarsızlıkla (anarşizmle) baş edemeyen ve bu vesile ile kan kaybeden TAĞUT, söz konusu "ahlakçıların / iyilikçilerin" sayesinde makyajını yenilemiş olacaktır.

 Bu açıdan bugün, kelimenin tam manası ile içini doldura bilecek düzeyde Türkiye´de "İslami Hareket" yoktur. Belki bu yönde "oluşumlar ve çabalar" vardır diyebiliriz. Ama bugün ülkemizde ipi göğüslemiş manada bir "İslami Hareket" yoktur. İslami Hareket; gündem belirleyendir, belirlenen gündemlere "yeşilimsi bir renk katan" değildir. Ya da önüne düşen / kucağında bulduğu gündemleri kendine özgü yorumlar getiren ve tavır koyandır. Bu zaviyeden baktığımızda bir iki kişinin ya da bir iki grubun kendine özgü (ki, bundan kastımız Rabbani Yol ve Sünnetullahtır) bakış açısı geliştirmesi ya da tavır takınması dışında bir "özgünlük" göremedik. Hatta, daha da yüz karası hareketlere ve seviyesiz alçalmalara şahit olduk. Şu Gazze olaylarındaki sözde İslamcıların tavrı ne idi Allah aşkına?

 

 İçerde TAĞUTİ sistemle hiçbir  alıp vereceği olmayan ve hatta tağuti sistemin garsonluğunu yapan .., dışarıda ise küresel emperyalizmin maşası olan ve siyonist devletle olanca anlaşmalar yapmış olan, R. T. Erdoğan´ın somut hiçbir adıma dönüşmeyen DAVOS ŞOVLARI tekbirlerle karşılandı. İşte Türkiyeli Müslümanların (?) İslamcılıklarındaki seviyeleri bu. Bu İslamcılar (?) bir zamanlar Menderes münafığını ve Özal münafığını da tekbirlerle  karşılayıp / uğurlamadılar mı ? Menderes´in de  Özal´ın da İslamcılığı (daha doğrusu İslamcı bazı rötuşları ) LAİK TAĞUTİ SİSTEMİN kurtarılmasına yönelik uygulamalardı. Bugün AKP eliyle yaptırılmak istenen şey, dün Menderes ve Özal eliyle yapılmıştı. Sistem "hanımlarının başı kapalı" insanlara iktidarı vermiştir ama karşılığında "sisteme yönelik tepkiyi / azda olsa 28 şubattan öncesine kadar yaşatılan öfkeyi" satın almıştır. Yani sistem AKP üzerinden İslamcıları (düşüncelerini, iradelerini, reflekslerini) satın almıştır. İşte bu basitliğe, bu bayağılığa düşmüş yığınların birtakım "yardım, slogan ve dua"larına bakarak kalkıp "işte islami hareket budur" diyebilirimsiniz ? "Dualarımız ve yardımlarımız Gazze´ye, "oy"larımız ve siyasi desteğimiz münafık işbirlikçilere.., diyen yığınlara İslami Hareket diyebilirimsiniz.?  Böyle bir değerlendirme yaparsanız gerçek İslami Hareketlere saygısızlık ve hakaret etmiş olursunuz.

 Darultevhid : Biliyorsunuz  bu günlerde İran´da İslam Devriminin yıldönümü kutlamaları oluyor. İran´da İslam devriminin başarıya ulaşmasındaki etkenleri açıklayabilir misiniz?

 Orhan Tutar: Sitemizde "İmam ümmete bol geldi" başlıklı makalemizde bu konuya etraflıca değinmiştik. Burada tekrar etmeye gerek yoktur. Tekrar yapmış oluruz. İlgilenen kardeşlerimiz o makalemize bakabilir. Eğer o yazı okunursa bir yukarıdaki sorunuzun daha geniş cevabını da bulabilirler. Şu kadarını söylememiz yeterli görülürse şunu deriz: İslami Hareket´in başarıya ulaşması için tek bir yol var. Yani tek bir kurala uyacağız. "RABBANİ YOL VE SÜNNETÜLLAH"a Rabbani Yol ve Sünnetullah´a uyuyorsak gerisini düşünmemize gerek yoktur. Yani zaferi. Biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. İran (devrimin önderleri, başta büyük İmam Humeyni (ra) ) Rabbani Yol ve  Sünnetullah´a uygun yola çıktı Allah (cc)´ta onlara zafer nasip etti. Zafer Allah´ın bir lütfu´dur. Biz Adam gibi inanıyorsak zaten ÜSTÜNÜZ demektir. Ali İmran suresinin 139´cu ayetinin vermiş olduğu mesaj ve müjde budur. Ashab, Bedir savaşını kazandığında da üstündü, Uhud savaşını kaybettiğinde de üstündü. Yani "üstünlük" galibiyete ulaşmaya ya da zafer elde etmeye endeksli değildir. Şehid Hasan- El Benna; Şehid Abdulkadir Udeh, Şehid Seyyid Kutub´lar bu manada zafere ulaşamamışlardır. Ama İmam Humeyni ve arkadaşları ulaşmıştır. Sonuç Allah (cc)´ın elindedir. Dilediğine zafer, dilediğine ise şehadet nasip eder. Bu manada bizler; hedefe ulaşamamamızdan değil, Rabbani Yol ve Sünnetullah´a uyup uymamamızdan dolayı hesap vereceğiz. Rabbimiz bizleri Rabbani Yol ve Sünnetullah´a uyanlardan eylesin. Rabbimiz bizlere, NAHL SÜRESİ 36´cı ayetin vermiş olduğu bilinç ve şuur ile yola çıkma azmi / gayreti versin. (amin )

 Darultevhid : Sayın Orhan ağabeycim bu güzel ve anlamlı söyleyişiyi  bizimle ve okurlarımızla paylaştığınız için teşekkür eder; dularınıza yürekten Amin diyoruz.

 Röportaj:   Erhan Koç - darultevhid.com