Bir çeşit savaşçı. Sanat ve fikir savaşçısı.
Yaşar Bedri´nin hallerine bakarak, ?emekçi´ de diyebilirdim. Ha emekçi, ha savaşçı aynı şey.
Ama öyle bildiğiniz gibi değil.
Sanatı icra etmekle bitmiyor iş.
Sizin kaleminizin üstünden belediyenin asfalt makinası geçebiliyor.
Sonra, kazıyabilirseniz kazıyın kaleminizi asfalttan.
Ya da kameranıza burnunu sokar burnu büyük bir ekabir.
(Ekabir, biliyorum çoğul. Fakat kelimeyi düzelttiğim zaman cümlenin sıkleti artıyor. Mazur görülsün.)
Orada... Akçaabat´tan içeriye doğru ilerliyorsunuz.
Gidiyorsunuz, gidiyorsunuz, bir dağın başında, bir bayırın belinde Akçaköy´ün içlerinde Yaşar Bedri´nin hanesine ulaşıyorsunuz.
Mahsus ?fakirhane´ demedim.
Zira fakirhane, haramzadelerin kaşanelerinin takma adı oldu.
Yaşar Bedri´nin neyi varsa emek mahsulüdür. Bundan haberim var.
Üstelik, emeğinin de çoğu çalınmıştır.
Bundan da haberim var.
Burası Trabzon. Burası deli bir denizin kıyısı.
Dikine dikine dağlar. Dalgaların, derin vadilerden bile işitilen uğultusu.
Bunların hepsi bulunur Yaşar Bedri´nin şiirinde.
Tabii bir de Yaşar Bedri´nin içindeki fırtınalar, dalgalar, dağlar, uçurumlar.
Bunların hepsinin şifresini çözerseniz Yaşar Bedri´nin şiirine ulaşırsınız.
Biz arkadaşız Yaşar Bedri´yle. Gözlerindeki yazının birazını okuyabilirim, hepsini değil.
Daha tanışmazken, biz de Fatih´te bir bodrum katında Kayıtlar´ı çıkarırken Şiirler yollamıştı.
Demek, otuz yıl kadar olmuş.
İlahi Yaşar! Orada bana gönderdiği şiirler için düştüğüm notu kitabına almış. Sade benim notumu değil, başka yazılanları da...
Herhalde, otuz sene sonra okuyup bir mahcubiyet hissetmem için.
Başlıklarını beğenmemişim. Herhalde şiirinde yapmayı sevdiği harf oyunlarını kast ederek ?özgünlüğü teamülün çok dışında arıyorsunuz´ demişim. İlave etmişim. ?Müktesebatınız daha iyisini yapmanıza yeterli.?
Ne dediysem dedim. O gün içimden geleni yazmışım.
Ama Yaşar Bedri küsmemiş. Ben de kasıntılık yapmamışım.
İşte, dostluğumuz sürüyor. Bu iyi bir şey.
?Babil´i beş geçe dört kitaptan kovulduk
Güneş mağarasına çekilirken kösler vuruldu iftar çadırları
Kuruldu. Devrimlerle açtık orucumuzu
Usyeri melalin tapınağı söndü ışıklar!
Tabletler yonttuk, ağladık ağlanacak her şeye
Denizlerde, çöllerde okundu fermanımız
Bakmanın çok anlamlı olmayacağını anlattılar
Mil çekildi gözlerimize
Titreyen metinleri el yordamı sürdük
Elletmedik kalbimizi
Kurda kuşa yabana?
Neden, Babil´i Beş Geçe´yi okurken kendi hikayemden pasajlar okuyor gibiyim?
Ayrı mekanlarda benzer maceralar yaşadığımızdan mı?
?Demli çay tadında bir kimya
İnce belli bardakta yarım kalan uykumuz?
Biz, bütün gençliğimizi, ince belli bardaktaki zifiri çayların içinde mi erittik?
Öyledir zahir.
Yaşar Bedri, ressamdır. Bir dahaki gidişimde bir resmini çalacağım.
Ve nakkaştır. Fırçasıyla camilerin kubbelerine antik nakışlar işler.
Fotoğraf sanatçısıdır. İnsanların yüzünü, tabiatın rengini fotoğrafın iki boyutuna kaydeder.
Gezgindir. Motosikletine binip dağlar, vadiler aşar.
Ah! Unutuyordum. Bu sıralar film çekiyor. Yani yönetmen.
Şiir de yaptığı güzel işlerden biridir.
?Çınarın altında davetkar sebil
Sebilin önünde taş masa
İçecektim yalağından suretimi
Ak pürçekli güvercin olmasa?
Deniz. Gemiler. Sis. Kum.
Bazı şiirlerde iğreti durur. Zorlamadır.
?Bizi götürmeye mi gelmiş mor takalar? O daha çocuk denize sis inmeden ağlayamaz, gözyaşımızı yıldızlar görecek diye.?
?Yosun bastım yarama sonra astım kendimi
Sigaramdan çözülen dumanın kemendiyle?
Sevdiğim çok yer var şiirlerinde ama yerim dar.
Şuncağızı da ilave edeyim:
?Kumdan kale olmuş tenim
Rüzgar esse gene
Kaybolsam sende?
Orda, bir Yaşar Bedri var uzakta...
Uzakta dediğime bakmayın. Gidiyorsan, görüyorsan, kalbiniz anlaşıyorsa, uzakta değildir.
___________________
____________________________
______________