İslam dünyası toplumlarında, özellikle de Ortadoğu toplumlarında, siyaset, dürüstlük kültüründen bütünüyle uzaklaştığı için, bu toplumların maruz kaldıkları olumsuz gerçekler, sürekli olarak hamaset/popülizm yoluyla örtbas ediliyor, edilebiliyor. Sözünü ettiğimiz toplumlarda, siyaset kültürünün yerini, bugün, büyük ölçüde oportünist kültür almıştır. Oportünist kültür tarafından, bugün, Ortadoğu’da bütün eli kanlı diktatörlükler bir şekilde meşrulaştırılıyor. Bu meşrulaştırma süreçlerine, Batılı “demokrasiler” de çok ciddi katkılarda bulunuyor. Burada, Batılı demokrasilerin ideolojik uygulamalarını dikkate almak gerekiyor.
İslam toplumlarında, İslam’ı araçsallaştıran bir popülizmle/hamasetle/propagandayla büyülenen halklar, gerçeklere bütünüyle yabancılaşıyor. Sözünü ettiğimiz toplumlar, zihinlerine vurulan ideolojik zincirleri, sömürgeci zincirleri kıramadıkları için, sömürgeci meydan okumalara cevap verebilecek bütüncül bir kavrayış ve bilince sahip değiller. Bu nedenle de, kendilerine dayatılan resmi algıları/egemen algıları/sömürgeci algıları içselleştiriyorlar. Bunun içindir ki, bu toplumlarda yerleşik yapılarla, yerleşik zihniyetle etkili bir hesaplaşma yapılamıyor. Müslüman halklar, halen, tarihi bir kriz’le, entelektüel bir kriz’le karşı karşıya bulundukları halde, kendilerine, sömürgecilik yoluyla, tek gerçek olarak dayatılan, sömürgeci-ırkçı dünya görüşü ve bilgi sistemine karşı entelektüel bir direniş gerçekleştiremiyor. Entelektüel direniş gerçekleştirilemeyince de, entelektüel bağımlılık süreklilik kazanıyor.
Ortadoğu’da ulus-devletler, Birinci Dünya Savaşı galipleriyle, onların işbirlikçileri tarafından, devlet inşa projelerinin bir parçası olarak, keyfi-yapay kurumları ve sınırları içerecek şekilde icat edildi. Bu icatlar sırasında, sadece Filistinlilerin ve Kürtlerin devlet kurmalarına izin verilmedi. Bu yapay-keyfi sınırlar ve kurumlar sebebiyle bugün bütün bir Ortadoğu, büyük ölçüde İsrail’in, Siyonizmin vesayeti altında bulunuyor. Bu nedenle de, tarihsel travmalar/gerilimler/çatışmalar/karşıtlıklar/belirsizlikler aşılamıyor.
“Genç kuşaklar, bir yanda dijital sömürgeci süreçlere dahil olurlarken, bir diğer yanda da resmi gerçeklik tarafından üretilen popülist propaganda süreçlerine dahil olarak, bağımsız düşünme yeteneklerini kaybediyor. Düşünme yetenekleri ellerinden alınan genç kuşaklara yapay-sahte-zorlama cinsel kimlikler icat edilerek dayatılabiliyor.”
Batılı sömürgeci-ırkçı dünya, aklın kalbini kaybettiği için, sömürgeci barbarlığı, istismarı, tahakkümü normalleştirdi, sıradanlaştırdı. İslam dünyası toplumları da, kalbin aklını kaybettikleri için, edilgenliği, teslimiyetçiliği ve bağımlılığı normalleştirdiler, sıradanlaştırdılar, bir hayat tarzına dönüştürdüler. İslam dünyası toplumları edilgenliği, teslimiyetçiliği ve konformizmi hayat tarzına dönüştürdükleri günden beri, sömürgeci tarihe maruz kalıyor. Günümüz dünyasında, kapitalist özgürlükler, neoliberal özgürlükler en ahlaksız/ hayasız tezahürleriyle yaşanırken, sadece İslam’ın Müslümanların, kendilerini siyasal kimlikleriyle tanımlama ve temsil etme hak ve özgürlükleri, sistematik bir biçimde barbarca engelleniyor. Bugünün dünyasında, Müslümanlar, ancak, folklorik-kültürel özgürlüklere sahip olabiliyor. Yapısal edilgenlik, yapısal bağımlılık ve konformizm içerisinde, İslam ancak folklorik olarak temsil edilebiliyor.
Bilincin ve bilgeliğin bütünüyle sıfırlandığı bir dönemde, Türkiye’de, seküler kesimler ideolojik bir paranoya ve ideolojik bir aptallık sebebiyle; muhafazakar kesimler de, patolojik duygusallıklar ve ufuksuzluk sebebiyle, folklorik-kültürel din’i propoganda etkinliklerini/gösterilerini/partizanlıklarını ne yazık ki, siyasal İslamcılık olarak algılıyor, algılayabiliyor. Seküler akıl, İslam’ın siyasal akla sahip olmadığını iddia ederek, İslam’ı edilgen-pasif bir maneviyatçılığa indirgemeye çalışıyor. İslami toplum/akıl/zihin, geleneğin belirleyici baskısıyla, düşünce/içerik/bilgi/kültür üretimini fiilen durdurunca, modern-seküler tek kültüre, bu kültürün halen devam edegelen tahakkümüne, entelektüel zorbalığına açık hale geldi.
İslam’ın ilk yüzyıllarında bütün kültürler arasında yoğun, geniş ufuklu, dikkatli, eleştirel bir alışveriş vardı. Sömürgeci tek dünya görüşünün evrenselleştirilmesiyle birlikte, bu alışveriş sona erdi. Gelenek karşısında sergilenen teslimiyetçilik, modernlikler karşısında da sergilenince, İslam toplumlarında bilinçsizlik ya da sahte bilinç toplumsallaştı. Hangi toplumda olursa olsun, gelecek ufku, geçmişin eleştirel analizi yapılarak açılabilir. Eleştirel-bağımsız düşünme hakkının tanınmadığı toplumlarda, ilgili toplumlar bir örnekleştirilerek, büyük bir sürü’ye, kitle toplumuna dönüştürülüyor. Kitle toplumları bağımsız kişiliklere-eleştirel düşünürlere hayat hakkı tanımaz.
İslami ahlakın/faziletin/samimiyetin/merhametin/ hikmetin/diğerkâmlığın somut görünürlüğünü kaybettiği, somut mevcudiyete sahip olmadığı; sadece propoganda dindarlığının, oportünist dindarlığın görünür olduğu toplumlarda, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak sorumluluğu-etkinliği, bugün popülist-otoriter iktidarlar tarafından itaatsizlik olarak algılanabiliyor. Popülizm, propaganda ve hamaset yoğunlukları yoluyla işgal altına alınan toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda görüldüğü üzere, bu işgale paralel olarak bir de, çok yoğun bir kültürsüzleştirme durumu yaşanıyor. Bu tür toplumlarda siyaset, akla/bilgi’ye/ahlaka ihtiyaç duymuyor, yalnızca kirli oportünizme ihtiyaç duyuyor. Kirli oportünizmin yoğunluğu zihinsel-ahlaki-entelektüel iklimi bayağılaştırıyor, yozlaştırıyor. Böyle bir iklim’de, İslami umutlar kolaylıkla istismar edilebiliyor. Akli-ahlaki sorgulamalara yabancılaşan toplumlarda, kirli oportünizmlerin tayin edici etkileri sebebiyle, varoluşsal meseleler hiç bir şekilde kamusal tartışma alanına kazandırılamıyor. Genç kuşaklar, bir yanda dijital sömürgeci süreçlere dahil olurlarken, bir diğer yanda da resmi gerçeklik tarafından üretilen popülist propaganda süreçlerine dahil olarak, bağımsız düşünme yeteneklerini kaybediyor. Düşünme yetenekleri ellerinden alınan genç kuşaklara yapay-sahte-zorlama cinsel kimlikler icat edilerek dayatılabiliyor. Kirli oportünizmlerin/popülizmlerin ahlaksız-sorumsuz iktidarı, tuhaf zamanlarda yaşadığımızı gösterir. Tuhaf zamanlarda yaşadığımız için hem seküler kesimler, hem de muhafazakar kesimler kendi önyargılarını amansız bir şekilde birbirlerine dayatmaya devam edebiliyor. Çoğulluğa ve farklılığa tahammülü olmayan seküler ya da muhafazakar bir zihniyetle, toplumun bütününü kucaklayan olumlu bir değişim/dönüşüm yaşanamaz. Türkiye’de içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, otoriter-bürokratik-seküler saltanat döneminde de, otoriter-bürokratik-sağcı-muhafazakar saltanat döneminde de, sembolik/kısmi/yüzeysel kimi değişiklikler dışında, yapısal/bağımsız hiç bir dönüşüm gerçekleştirilememiştir.
İslam dünyası toplumları içerisinde bulundukları zihinsel-entelektüel mahkûmiyetten kurtulmadıkları takdirde, bağımsız bilgi-dil-içerik-kültür üretme iradesine, bilincine, yeteneğine sahip olamaz, kirli oportünizmler doğrultusunda hiç’liğe doğru sürüklenmekten kurtulamazlar.
İslam toplumlarında bütün popülizmler ve popülistler “ezan” ve “bayrak” retoriği temelinde, yalnızca duygusallıklara ve yüzeylere hitap ederler.
Popülizmler ve popülistler, kendilerini İslam’a nisbet ettikleri halde, Müslümanların Müslümanca algılayamadıkları, düşünemedikleri, tanımlayamadıkları, konuşamadıkları, üretemedikleri, yerli-milli sınırlara ve patolojik milliyetçiliklere hapsedilerek etnikleştirildikleri için İslami ufka sahip olamadıkları, bütün bu nedenlerle de, çok derin bir ontolojik buhran/bunalım/kriz ve belirsizlikle malûl bir İslam dünyası gerçekliği ile karşı karşıya bulunduklarını hiç bir şekilde fark edemezler. İdeolojiler gibi, popülizmler de ilgili toplumları kültürsüzleştirirler.
Bütün aşırılıklar, bayağılıklar, şiddet olayları, ahlaki kötülükler, kültürsüzleşme ile yakından ilgilidir. Popülizmlerin ve popülistlerin, propaganda tuzağına düşmemek için eleştirel düşünce/duruş ve tercihlere tutunmak hayati bir zorunluluktur. Popülizmleri ve popülistleri seçmek, popülizmleri ve popülistleri tahkim etmek, tebcil etmek; düşünmekten, sorgulamaktan vazgeçerek, anlamsız bir varoluşu seçmek demektir.
Günümüz dünyasında İslam’ın yeniden gerçek bir seçenek haline gelebilmesi için, halen içerisinde bulunduğu derin ontolojik buhranı/bunalımı/krizi ve belirsizliği aşması gerekir. Günümüzde, İslam dünyası ülkeleri, Türkiye örneğinde de, bütün boyutlarıyla ve somut olarak takip edilebileceği üzere, karşı karşıya bulunduğumuz ontolojik buhran/ bunalım/belirsizlik ve bağımlılık sebebiyle, siyasal ahlakın/bilincin ve iradenin felce uğraması pahasına; İsrail’le ilişkiler konusunda, siyasal oportünizmin teslimiyetçi bayağılığını sergileyebiliyor.
Yapısal bağımlılık, belirsizlik ve bunalım içerisinde bulunan toplumlar ve kültürler, içi boş muhafazakarlıklar ve duygusallıklar temelinde, ancak popülizmler ve popülist kadrolar üretebiliyor. Türkiye, bir dönem otoriter sekülerleşme dönemi yaşamıştı, bugün ise, otoriter popülizm dönemini yaşıyor. Otoriter sekülerleşme döneminde toplum ve kültür ideolojik okumalara tabi tutuluyordu ve laiklik bir din fobisi halini almıştı. Otoriter popülizm ise, bugün, ne yazık ki, İslami-din’i olan her ne varsa, bütün bunları çok büyük bir hoyratlık ve kabalık içerisinde araçsallaştırıyor.
Kaynak:İktibas Dergisi