Dünya genelinde en kaliteli hububat ve bakliyat Türkiye’de üretiliyor. Fakat kıymet bilmediğimiz için bazı çeşitleri dışarıdan ithal etmek zorunda kalıyoruz. Eksikliklerimizi gidermek için zihniyet değişimi ile birlikte üniversitelerde yapılan çalışmaların arttırılması gerekiyor.
Türkiye’de 1980’lerden itibaren bakliyat ve hububata ciddi bir devlet katkısı oldu. 1980’lerden 94 yılına kadar ekim alanları genişledi.
İnsanlar kentlere gelmeden kıraç bölge ve köylerde hayatlarını bir şekilde sürdürüyorlardı.
1994 yılında başlayan yanlış destekler ve denetimsizlik yüzünden toprak sahipleri tembelliğe teşvik edildi.
Köyden kente göçün önü açıldı. Buna Doğu ve Güneydoğudaki terörün artması da eklenince köylerin boşalmasıyla tarım ve hayvancılık geriledi.
Köydeki ya da kırsaldaki nüfus oranlarının azalması, yaşlanması ve eğitimin özellikle taşımalı modelde yaygınlaşması ve öğrencilerin illere geçmesi ile aileleri de onlarla köyden kente taşınınca köyde üreten kimse kalmadı.
**
Kırsal bölgelerde toprakların miras yoluyla bölünmesi yüzünden göçün arttığı iddiasının kocaman bir yalan olduğunu şehirlerde yarım dönümlük bahçesinde sebze yetiştirerek geçimini sağlayan insanlar ispatladı.
Köyden şehirlere göçün sebebi miras yoluyla toprakların bölünmesi değil, ürünün para etmemesi ve üretimin yerine toprak sahibinin desteklenmesiydi.
1990’larda tarım yerine teknoloji ve sanayiye yönelim modaydı.
En verimli toprakların olduğu alanlar sanayi bölgeleri yapıldı.
Örneğin Sakarya’nın mısır ve patates tarlalarına otomobil fabrikaları kurulunca gençler kendi tarlasının üzerine kurulan fabrikanın işçisi oldu.
**
Türkiye’nin bereketli toprakları işlenirse, bu topraklarda yetiştirilen hububat, sebze ve meyve tek başına dünyanın birçok ülkesinin gıda ihtiyacını karşılar.
Konya, dünyanın ‘tahıl ambarı’dır. Buğday üretimindeki birinciliğinin yanı sıra şeker pancarı ve kuru fasulye üretiminde önde gelir.
Türkiye’nin havuç ihtiyacının yarısından fazlasını Konya’nın Meram ilçesindeki çiftçi üretir.
Doğu Karadeniz’de Rize, Trabzon, Artvin ile Giresun dünyanın ihtiyacı olan çayı tek başına karşılayabilir.
Antalya bölgesi, meyve ve sebze üretiminde ‘Dünya’nın kalbi’dir.
Bölgede dünyaya yetecek kadar domates ve sebze meyve yetiştirilir.
Dünyanın soğan, patates, karpuz, pamuk ihtiyacını tek başına Adana karşılayabilir.
Ordu ve Giresun dünyanın fındık merkezidir.
Dünyanın kayısı ihtiyacına Malatya, ayçiçeği ihtiyacına Trakya bölgesi yeter.
Türkiye üretiminin yarısını karşılayan Edirne ve çevresi üretimini artırsa dünyaya yetecek kadar pirinç üretir.
Dünyanın şeftali ihtiyacı Bursa Ovası’ndan, salçalık domates Karacabey ilçesinden, biber Yenişehir ilçesinden karşılanabilir.
Diyarbakır terörle değil karpuzuyla dünyanın ağzını tatlandırabilir.
Gaziantep ve çevresinde üretilen Antep fıstığı, Denizli, Çorum ve Kütahya çıkan leblebilik nohut, İzmir bölgesinin ovalarında yetiştirilen mandalina, üzüm, patates, enginar, Balıkesir’in Edremit Körfezi’ndeki zeytin, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde sarımsak, Amasya’nın Taşova ilçesindeki bamya, Samsun’un salep orkidesi, çevremizi saran 3 denizin ürünleri ve daha saymadıklarımız bize de yeter dünyaya da.
**
Şimdi ağızlarda sakız olan tarım arazilerinin bölünmesine karşı çıkan ve bütünleştirmeyi savunanlar Avrupalı ağzıyla konuştuğunun farkında değil.
Her ülkenin kendine has kalkınması gerektiğini bilir ama anlamak istemezler.
Oysa toprakların üretim için birleştirilmesi toprak ağalığı düzeninin modern biçiminden başka bir şey değildir.
Büyük tarım arazisi demek birkaç tane ağa yüzbinlerce maraba demektir.
Küçük tarım arazisi demek yüzbinlerce kendi işinin patronu demektir.
Bize yakışan adil kalkınma yolu, devletin organizasyonunda aile tipi küçük üreticilerin ve küçük patronların hâkim olduğu ekonomik sistemdir.
Onlar kendilerine maraba istiyor, biz ise küçük de olsak patron olmak istiyoruz.
Biz biliyoruz ki, büyük küçük demeden var olan bütün toprak ve arazilerde tarım yaygınlaşırsa hayvancılık da artar.
Kırsal bölgeler para kazanmaya elverişli hale gelirse şehirden köye dönüş başlar, çarpık şehirleşme, yüksek enflasyon ve kira rantı azalır.
İstihdam artınca genç işsizlik sorunu çözülür.
Yani bizim öncelikle kentsel dönüşüme değil, kırsal dönüşüme ihtiyacımız var. Bunu da salgın sonrası küresel ekonomide yüksek enflasyon ve azalan gıda üretimiyle öğrendik. Şimdi bunun bedelini yoksullaşarak ödüyoruz.