Retorik, veya eski dilde belagat, etkileyici ve ikna edici konuşma kabiliyeti demek. Bir anlamı da söylenen sözün süslü tarafı. İçi boş laf anlamında kullanımı da var. Felsefe tarihinde ise retorik daha ziyade mantık biliminin konusu olarak ele alınmıştır. Çünkü muhataplarımızı doğruluğuna ikna etmek istediğimiz görüşün akla uygunluğunu gösterme yoludur bu. Aristo retoriğin diyalektik ile benzer bir yöntem olduğunu söyler.
Bir de içeriği veya konusu evvelemirde politikayla ilgili olan konuşmaların metodolojisidir antik filozofların ele aldıkları mesele. Belki de felsefede diyalektik neyse, siyasette retorik odur diyebiliriz.
Gelgelelim politikacılar “etkileyici ve ikna edici söz söyleme sanatını” bir iletişim yolu olarak filozoflar gibi mantık tutarlılığına bağlamaya pek hevesli değillerdir. Muhataplarını şaşırtan, heyecanlandıran, hoşnut eden, hatta cezbeden sözler söyleme kabiliyetidir onlar için retorik.
Bütün dünyada öyledir gerçi ama bizde biraz daha öyledir. Ayrıca bizdeki politikacılar mesajlarının etkili olması için “büyük laf” söylemeyi de gerekli görürler. Özellikle bugünkü iktidar partisinin sözcüleri bu alışkanlığı iyice ileri götürmüş görünüyorlar. En azından son zamanlarda dikkat çekici ölçekte büyük laflar duyuruyoruz hep.
Mütemadiyen büyük büyük hedeflerden söz ediyorlar. Sıradan sorunlarla nerdeyse hiç ilgilenmiyorlar. Mesela “Ekonomideki sorunları çözeceğiz, enflasyonu düşüreceğiz” gibi alelade vaatlerde bulunmuyorlar. Ya aya gitmekten bahis açıyorlar ya da bugüne kadarki en büyük petrol veya gaz rezervini bulmak üzere olduğumuz müjdesini veriyorlar.
Ekmeğe, süte, doğalgaza gelen zamlardan yakınan dar gelirli vatandaşa cevap olarak kişi başına milli gelirin önümüzdeki sene 25 bin dolara çıkacağını (yani bir yıl içinde neredeyse üç kat artacağını) söylüyorlar.
Suriye iç savaşı sırasında ülkemize kaçan milyonlarca sığınmacının hali ne olacak diye soranlara İslam dünyasının, hatta bütün dünyanın lideri olmak üzere olduğumuzu anlatıyorlar. Dış politikada giderek büyüyen sorunlar, iç politikada tüketilen imkanlar, zikzaklarla gölgelenen idealler hiç gündeme gelmiyor bu konuşmalarda.
Küçük rakamlar da zikredilmiyor hiç. Ağız dolusu sayılar söyleniyor hep. Ülkede son on yılda dikilen ağaç sayısı 5 milyar diyorlar mesela. Yılda en fazla 50-60 milyon fidan dikerek on yılda 5 milyar sayısına nasıl ulaşıldığı önemli değil. Ama kötü niyetle değil, yalnızca küçük rakamları sevmedikleri için yapıyorlar bunu.
Öyle ki bazı Avrupa ülkelerindeki enflasyon oranını bile herhalde “yedi sekiz için ağzını açmaya değmez” düşüncesiyle yüzde yetmiş diye aktarıyorlar.
“Ben büyük şarkıları severim, büyük olsun/Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun” diyen büyük şairimizin mısraları ancak ışık tutabilir bu ulvi anlayışa.
Belki de “Büyük başın derdi büyük olur” kuralı gereğince küçük dertlerle ilgilenmiyor büyüklerimiz. Sözgelimi biz faniler “Döviz kuru ne olacak, cebimizdeki paranın değeri daha ne kadar eriyecek” gibi sorulara cevap bekleyeduralım, geçen gün Ekonomi Bakanı “Tarihte olmadığı kadar güçlü bir kredibiliteye ulaşacağız” diye açıklama yaptı. Benzer şekilde Cumhurbaşkanı da hayat pahalılığı için bir çözüm açıklamak yerine “Çok yakında dünyadaki en büyük ilk on ekonomiden biri olacağız” diyor.
Bu arada, Batı ekonomilerinin de çöküşte olduğu sık sık söyleniyor. Çok acayip örnekler de zikrediliyor. Londra’da, Paris’te, Berlin’de market raflarının boş olduğu, oralarda perişan insanların açlık çektikleri falan anlatılıyor.
Öyle anlaşılıyor ki biz ekonomideki başarımız sayesinde değil, yerlerine göz diktiğimiz rakiplerimiz çöküp gideceği için kendiliğinden ilk on ekonomiden biri haline geleceğiz!
Mamafih, şaka bertaraf, hemen her alandaki durumumuz süslü ve büyük laflarla üstü örtülemeyecek derecede sıkıntılı şimdilerde. Vatandaşın bu ortamda büyük laflara ihtiyaç duyacağını, bunlarla dertlerine teselli bulacağını düşünmek çok mantıklı görünmüyor. Çünkü, atalarımızın dediği gibi, lafla peynir gemisi yürümüyor.
Üç yıl önceki belediye seçimlerinde iyi yönetim başta olmak üzere somut vaatler ileri sürmek yerine “İstanbul düşerse Kudüs de düşer” gibi sloganlarla yapılan kampanyanın başarı getirmediğini unutmayalım.
Tamam, retoriği filozofların istediği gibi görüşlerinizin akla uygunluğunu kanıtlama yolu olarak kullanmanızı beklemiyoruz sizden ama hiç değilse demagojinin siyasi retorik demek olmadığını bilmeniz lazım.
Milletin zekasına ve anlayış yetisine saygılı olmak lazım.
Elbette iktidar için olduğu kadar ülkeye yeni bir yönetim alternatifi sunmak zorunda olan muhalefet için de geçerli bu.
Öyle değil mi?