Gelin bugün filmi biraz başa saralım ve bir kaç ana başlığı aklımızda tutarak son bir yılda yaşadıklarımıza farklı bir bakışla yaklaşalım.
Ana başlıklar şunlar olsun:
Şehir Üniversitesi’ne önce kayyım atanıp ardından kapısına kilit vurulması…
Boğaziçi Üniversitesi’ne o üniversitenin geleneklerini zedeleyecek bir rektör atanması…
Merkez Bankası’na söz dinleyecekleri muhakkak başkanlar atanması ve bu atamaların daha önce görülmemiş sıklıkla tekrarlanması…
HDP’nin kapatılması için dava sürecinin başlatılması, eş-zamanlı olarak HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin sona erdirilmesi…
İstanbul Sözleşmesi adını taşıyan kadın haklarına ilişkin uluslararası yasal belgenin feshedilmesi…
‘Gezi Parkı’ diye bilinen İstanbul’un merkezi Taksim’deki dinlenme alanının kullanma hakkının belediyenin elinden alınması…
Sorum şu: Bir yıl önce bir arada olduğumuzu ve içimizden birinin yukarıda hiç ayrıntısına girmeden birbiri ardına sıraladığım bu tasarrufları “Göreceksiniz, önümüzdeki günlerde bunlar olacak” öngörüsüyle paylaştığını düşünün… Bu öngörüye tepkiniz ne olurdu?
Bu soruya muhatap olan insanlarımızın büyük çoğunluğunun “Hadi canım sen de” türü bir cevap vereceğine eminim.
Nedenini bilmiyoruz, ama olmayacaklar oldu
Şehir Üniversitesi ülkenin 20 yılından sorumlu iktidarın övünebileceği güzel eserlerden biriydi. Üniversitenin kurucusu olan vakıf, AK Parti’nin genel başkan seçerek başbakan yaptığı, eski bir dışişleri bakanı ve başbakanlık danışmanı bir profesörle anılıyordu. Mütevelli heyeti başkanı AK Parti’de kilit bakanlıklar yapmış biriydi. Üniversite muhafazakar ailelerin tercih ettiği yüksek düzeyde bir kurum olarak haklı bir şöhrete sahipti.
Boğaziçi Üniversitesi, serbest piyasada çalışsalar yüksek maaşlar alabilecekken akademisyenliği seçmiş herbiri en iyi eğitimlerle mücehhez öğretim üyeleri ve giriş sınavlarında yüksek puanlar almış öğrencileri ile ülkenin göz bebeği kurumlarının başında geliyordu.
Merkez Bankası bağımsız bir kurum olarak aldığı kararlarla piyasaların yüksek ateşe maruz kalmasını önleyebildiği gibi, davranışı öngörülebilir olduğu için ülke ekonomisine güvenin en önemli kaynağıydı.
AK Parti’nin 2008’de Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatılma davası sonrasında anayasayı parti kapatmayı zorlaştıracak biçimde değiştirdiği, Gergerlioğlu’nun da sabah namazını kılmak için abdest alırken göz altına alınmasının da gösterdiği gibi AK Parti’ye yakın bir frekansta bulunduğu, Mazlumder başkanlığı da yapmış İmam Hatip mezunu bir doktor olduğu biliniyor.
Adı üstünde, İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin girişimleriyle hazırlanmış, 2011 yılında imzaya İstanbul’da açılmış, ilk imzayı Türkiye’nin attığı bir belgeydi ve kadınlara şiddetin en önemli gündem maddelerinden birini teşkil ettiği ülkemiz için bir iftihar vesilesiydi.
Ülkemizin en kalabalık kentinin nadir nefes alınabilecek alanlarından biri olan Gezi Parkı’nı, son iki seçimi kazanmış yeni belediye başkanı, halkın onayına sunulmuş bir projeyle yılların ihmaline uğramış bir mekan olmaktan kurtarmaya çalışıyordu.
Görüyorsunuz, son zamanlarda yaşananların bir yıl önce tahmin edilebilecek tasarruflar olmasına imkan yok.
Bir yıl önce kendisine “Bunlar olur mu?” sorusu yöneltilenlerin sonradan olacakları bilmesini kimse bekleyemez.
Olmayacak, olması hayırlı da olmayacak şeyler oldu son bir yıl içerisinde.
Kimsenin öngöremeyeceği şeyler…
Hep yanlış, hep yanlış
Ne yalan söyleyeyim, her biri öncesinde biri bana da “Bu olur mu?” diye sorsaydı, Şehir Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi’ne reva görülen muameleyi, Merkez Bankası’nın başına geleni, HDP’ye kapatma davası açılmasını ve Gergerlioğlu’nun cezaevine gönderilmeye kalkışılmasını, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini, Gezi Parkı mülkiyetine ele değiştirme girişimini ben de öngöremezdim.
Nitekim, bu girişimlerin sona ermeyeceğini, bunları şimdilerde akla hiç gelmeyen başka girişimlerin izleyeceğini tahminde zorlanmıyorum, ama “Ne gibi şeyler?” sorusuna muhatap olduğumda aklıma pek bir şey gelmiyor.
Hiç biri AK Parti’ye de yarayacak tasarruflar değil; bunları yaptığı veya yapmasına vesile olduğu için zarar bile görebilir AK Parti.
Yukarıda sıraladığım son bir yıla ait maddelerden ilki gündeme geldiğinde “İktidar cephesi bundan böyle hep yanlışlar yapacaktır” dediğimi ve her birinden sonra bu ilk tespitim istikametinde görüşler açıkladığımı sizler biliyorsunuz.
İktidarının ilk on yılında pek çok doğru politik tercihle ülkeye mesafe kat ettirmiş ve bu sayede dışarıda başka milletlere ‘örnek’ gösterilmeye başlanmış, içeride de muhalefetin elinden eleştiri silahını almış bulunan bir iktidar, son on yılı başlarda yaptığı doğruları tersine çevirmeye ayırmış görünüyor.
Öngörülemezlik de bunun sonucu.
Ülkelerin yönetim tarzları ve icraat öncelikleri farklı olabiliyor. İlkel yönetim biçimlerine sahip kabile devletleri sayılabilecek yapılar hala var; buna karşılık, teknolojide ileri, ekonomisi fazla üreten, karmaşık yapıları gereği toplumsal ilişkileri zor devletler de bulunuyor.
Birbirlerinden çok farklı gelenekleri bulunsa bile her devletin birbirine benzer bir özelliği vardır ve vatandaşlarının devlete bağları bu özellikleriyle oluşur. Her ülkede herkes her yasa maddesini bilmez, ancak herkes neleri yaparsa başına dert açılacağını bilir ve ona göre davranır.
Titizlikle korunması gereken bir özelliktir bu.
Galiba şu sıralarda bizde varlığı hissedilen bu özelliğin flulaşmasıdır.
Olmayacak ve olmaması gereken bir şeylerin olabildiği bir ülkeye dönüşüyoruz.
Şimdi yeni soru şu: Burada durulur mu?
Hiç sanmıyorum.
Fakat “Daha neler olabilir?” diye sorarsanız, o soruya verilebilecek bir cevabım da yok.
Sürprizlere hazır olalım, bu kadarı şimdilik yeter.