“Önce kendini affederek başla”

Fatma Barbarosoğlu, belli bir yaştan sonra yalnız başına kalan ve yalnızlığı yaşayan insanların, bir ihtiyaç olan birileriyle konuşma konusunda farklı davranışlar ortaya koyabileceğini belirtiyor.

“Önce kendini affederek başla”

Onları markette buldum. Buldum derken? Esasında onları tanımıyorum bile. Dolayısıyla bulmak fiili, biraz sonra dikkatinize sunacağım tanıklığa haliyle pek yakışmadı. Aramadım ki bulayım. Ama diğer yanıyla da bulmuş gibi oldum. Anlatayım...

65 yaş üstü olan iki kadın marketin ortasında dakikalarca konuştu. Yaşlarının 65 üstü olduğunu konuşmalarından anladım. Biri diğerine “Dert etme, 65 üstüne öncelik tanıyorlar” dediği için. Onlar konuştu, ben onları dinledim. Tanımadığımız insanları dinlemek sohbete dahil mi? Bir Attila İlhan mısraından kopya çekme hakkımız olsaydı “ayrılık sevdaya dahil” fehvasınca “Dinlemek sohbete dahil, konuşan bizim varlığımızdan bihaber olsa da” diyebilirdik.

Market dediğime bakmayın, öyle zincir marketlerden değil. Manav, bakkal, şarküteri. Hepsinden biraz. Haftada iki gün süt geliyor. Yeşillikleri çok taze. Müşteriler daha ziyade yeşillikleri ve Türkiye’nin dört bir tarafından markete ulaşmış peynir, tereyağı hatırına tercih ediyor. Bir de dükkanın genç sahibinin kadirşinaslığı hatırına. Yorulanlar için kenarda sandalye bile var. Yani bu “dükkan” bir eski zaman durağı.

Para taşımayı oldum olası sevmezdim, ama Covid günlerinden sonra iyiden iyiye bankamatik kartına yaslandım. Alışverişimi yaptım, ödeme için kasaya geldim. Hesapta bir yanlışlık olmuş. Yanlışlığın derecesini öğrenmek için banka ile irtibata geçmek lazım. Banka cevap vermiyor. Sandalye verdiler, oturdum. Gelenler gidiyor, bir ben bir de ayakta sohbet eden o iki hanım demirbaş eşya gibi “dükkan”a aidiyetimizi pekiştirmiş vaziyetteyiz.

Kadınların yüzlerinde maske ile birbirlerini nasıl anlayabildiklerine şaşırmış, hangi şevk ile sözü söze eklediklerine gıpta ile bakarken kulağıma şu cümle geldi ve bir daha da gitmedi: “Önce kendini affetmelisin.”

Allah Allah, ne olmuştu? Niye kendini affedecekti? Kadınların yüzlerine, giyim kuşamlarına, vücut dillerine dikkat kesildim. Emekli memur da olabilirler, iyi geliri olan esnaf hanımı da. Belki de semtin en eski yerlisi olarak toprak zengini bir geçmişten geliyorlar. Fikir yürüttüğümle kalacağım. Ne kimliklerine, ne kişiliklerine dair bir netliğe kavuşmama imkan ve ihtimal yok. Ama o cümle... “Önce kendini affetmelisin” cümlesi, kim bilir ne kadim bir dostluğun tesellisi, ihtarı, nasihatidir, öyle değil mi? En azından bunu öğrenebilirim. Evet evet, bunu öğrenebilirim.

Gözümü üzerlerinden uzak tutup kulağımı iyice onlara raptetmiş halde durmayı bir türlü başaramıyorum. Yüzüme taktığım maske sebebiyle uzuvlarımın birbiri ile uyumunun bozulduğu, beş duyudan gelen bilgileri beyne gönderme hızının hasar gördüğü gibi bir hisse kapılıyorum zaman zaman.

Dükkan sahibinin “Abla karşı taraftan haber bekliyorum” diye bana kendimi, burada bulunma sebebimi hatırlatan cümlesinden sonra, daha çok bekleyeceğim herhalde, en azından açık havada bir kaç adım atarım düşüncesi ile dükkanın önüne çıktım. Meyvelere göz gezdirirken bu iki ahbap hanıma daha rahat bakabileceğimi de hesaplamış olabilir miyim? Bakmama gerek kalmadı lakin. Kadınlardan birisi “Size iyi günler” diyerek ayrıldı. Ah, dedim, ne kadar da kibarlar. Halâ birbirilerine siz diye hitap ediyorlar. Ama biraz evvel “Önce kendini affetmelisin” derken bu kadar kibar değillerdi sanki. “Sana da iyi günler canım” diyen ses ile birisinin siz, diğerinin sen diye hitap ettiğini fark etmiş oldum. Demek aynı kuşak arasında da böyle durumlar olabiliyor. Birisi “siz” diyerek mesafesini korurken diğeri “canım” diyerek mesafeyi eriten/ihlal eden olabiliyor.

“Sana da iyi günler” diyen, elma seçmek için kaldı. Üç çeşit elmanın fiyatına baktı. Hangisinin bu fiyatı hak ettiğine dair benim de fikrimi sordu. “Etiket ve hak arasındaki bağlantı için yeterince donanımlı değilim” dedim. Cevabım öyle havada asılı kalınca bu defa ben bir girişimde bulundum. “Çok eski arkadaşsınız herhalde. Ama maalesef şu pandemi günlerinde arkadaş arkadaşa hasret kaldı.”

“Hayır canım” dedi hangi elmayı alacağına bir türlü karar verememiş olan kadın. “Burada karşılaştık.”

“Yaaa...”

“Ya!”

“Sözü söze düğümlediniz ayak üstü maşallah.”

“...?”

Biraz evvel, “Önce kendini affetmelisin” diyenin kim olduğunu merak ederken gidenin siz, kalanın sen diye hitap etmesinden iz sürerek “Hanımefendi kendini çok hırpalıyor herhalde” dedim. Neden o cümleyi sarf ettiğini yakalamak için.

“Bilmem” dedi.

Ya sabır! O zaman kadına ne diye önce kendini affetmelisiniz dediniz sorusu dilimin ucuna geldi. Lakin sorumu yuttum.

Elmaları elleyip, koklayıp gitti kadın.

“Önce kendini affetmelisin teyze gitti mi?” diye sordu manav, karısına.

Hikayesini öğrendim nihayet.

Bir haber vardı geçtiğimiz yıllarda. “Yaşlılıktan değil, yalnızlıktan” manşetiyle. Yaşlı bir adam sırf konuşmak için 155’i arıyormuş. Aile hekimi bir arkadaşım da Pendik’te her sabah evinden çıkıp yarım saat yürüdükten sonra gelen bir “hasta”sından bahsetmişti. Karda, yağmurda her gün gelmiş yaşlı adam. Gele gide herkes ile ahbaplığı ilerletmiş. Bir gün gelmez olmuş. Bir gün, iki gün. Merak edip aramışlar. Telefonu açan yaşlı adam “Hasta olduğum için evden çıkamadım” demiş.

Yaşlı yalnızlığının değişik veçheleri var. “Kendini affetmelisin teyze” manava uğrar, o gün gözüne kimi kestirirse onunla ayaküstü sohbete başlar, sohbetin bir yerinde muhakkak “Önce kendini affetmelisin” dermiş. Bu cümle esasında sohbetin nihayet sonuna gelindiğinin de bir işareti imiş.

“Kendini affetmelisin teyze” ile bir defa daha karşılaşmayı çok istedim. Benimle de öyle ayaküstü, sanki ahbapmışız gibi konuşmasını, sözlerinin arasına “Önce kendini affetmelisin” cümlesini yerleştirmesini umdum... Dükkana gitmeye devam ettiğim halde bir daha karşılaşmadık.

Karşılaşmış ve dahi o cümleye maruz kalmış olsaydım, “Sen kendini affettin mi?” diyebilir miydim? Ya da “İnsanın bilmediği durumlar için bir mihmandara ihtiyacı var, kendini affetmeyi başarmış birisi rehberlik etse, belki...” der miydim?

Yukarıda okuduğunuz satırları bir arkadaşıma anlatım. “Senin hayretin beni hayrete düşürüyor” dedi. Niye ki?

“Bu, tipik bir tv cümlesi. Yaşlı insanlar bir cümleye tutunuyor, gün boyu onu tekrar edip duruyor.”

Hayretim hiç hasar görmedi.

Kimin hangi cümleye tutunduğundan pek çok hikâye, deneme yazılmaz mı? Hatta derinlemesine mülakat yapılmaz mı?

O kadına bir kez daha rastlasam ve bana “Önce kendini affederek başla” dese. Ben de ona, “İnsanın kendini affedebilmesi için hatalarının farkında olması lazım değil mi?” desem... Ya da “İnsan kendini nasıl affeder, geçmişini temizleyerek mi? Mesela alzheimer vakaları böyle midir? Bir kendini affetme temrini gibi midir?” desem...

Fakat ben onunla karşılaşsam da o bana o cümleyi söylemez ise onun o olduğunu nasıl anlayacağım? Maskeli yüzler altında artık kimse kimseye aşina olmuyor.

Tebrik: Yine yeniden bir Ramazan-ı Şerife kavuştuk. Rabbim cümlemizi makbul ibadetlerin daimi yolcusu kılsın. Amin.