ÖNCE FAİZCİYE MUHTAÇ OLMAKTAN KURTULMAK GEREKİYOR

Milli Gazete köşe yazarı Abdülkadir ÖZKAN'IN "KONU İLE İLGİLİ" ANALİZİ...

ÖNCE FAİZCİYE MUHTAÇ OLMAKTAN KURTULMAK GEREKİYOR

Gazetelerde zaman zaman bankaların dönemsel kârları medyaya yansıyor ve özellikle elde edilen yüksek kârlara dikkat çekiliyor. Netice itibariyle bankların yüksek kâr elde etmeleri yüksek faiz oranlarına bağlanıyor. Bu tespit yanlış değil ama bankaların yüksek faiz sebebiyle yüksek kâr elde ettikleri eksik bir değerlendirme. Çünkü bankaların gelirlerini artıran tek sebep faiz oranları değil, uygulanan sistem. Bankalardan aldığınız borcun içinde bankalar adına pek çok gelir grubu var. Tüm yasalara uygun gelirler. Denebilir ki bir gelirin yasal olması haksız olmasını engellemez mi? Bu soruya farklı cevaplar verilebilir. Ancak, esas üzerinde durulması gereken husus uygulanmakta olan ekonomik sistemin niteliğidir. İkinci husus ise vatandaşlar gelirleri ile hayatlarını sürdüremedikleri için sermaye sahiplerinin (bankaların) kapılarını çalmaya mahkûm oldukları sürece faizciler kazanmaya devam edecektir. Çünkü zayıflar karşısında faizcilerin eli güçleniyor. Bunun yanında uygulanmakta olan kapitalist sistemin ana omurgasını sermaye sahipleri oluşturuyor.

Söz gelimi Türkiye olarak açıklarımızı kapatmak, hatta ücretlerin ödenebilmesi için dış ya da iç borçlanmaya ihtiyaç duyduğumuz sürece küresel sermaye sahipleri faizlerin belirlenmesinde etkili olacaklardır. Bu bakımdan öncelikli olarak sermaye çevrelerine devletimizi ve insanımızı mecbur olmaktan kurtarmak, kurtulmak mümkün olmasa bile bu ihtiyacı en aza indirmek için harekete geçmek lazım. Bu yapılmayıp, küresel sermaye çevrelerinin sundukları bir takım tekliflere inanarak hareket ederek, bir yandan borçlanırken öbür yandan yaptığımız yatırımlar sonucu üretimi artıramayıp, borç stokunu sürekli katlamaya devam edersek iktidar çevrelerinin “82 milyon faizciye çalışıyor” diye şikâyet etmesinden bir sonuç çıkmaz. Faizlerin düşürülmesi bu günkü sistem içinde özellikle toplumun ezilmesini biraz hafifletebilir ama soruna kesin çözüm getirmez. Kaldı ki, bugünkü noktaya gelişte iktidar sahiplerinin başlangıçta, “Faiz günümüzün bir gerçeği” anlayışının payını unutmamak gerekiyor. Öncelikli olarak faiz günümüzün bir gerçeği anlayışının bir kenara itilmesi, buna paralel olarak da gerek toplum, gerek devlet olarak borçla ayakta durma alışkanlığından kurtulmak durumundayız. Ayrıca, borç almak sadece faizcileri zengin etmekten de ibaret bir sonuç doğurmuyor. Aynı zamanda sermaye sahipleri karşısında elimiz zayıflıyor. Belirleyici olunamıyor.

Tüm bunları Merkez Bankası’nın faiz indirim kararını gereksiz gördüğüm için değil, bunun da derde derman olmayacağını, küresel sermaye sahipleri sıfır faiz ile borç verecek olsalar bile sahip oldukları parasal güç sebebiyle farklı yollardan gelirlerini artırmayı, borç verdikleri ülkeleri sömürmeyi sürdürecekleri gerçeğini hatırlamak istiyorum. Bu bakımdan meseleye temelden çözüm aramak için sistemin sorgulanması, öncelikli olarak yatırımların üretime dönük olması şart. Merkez Bankası’nın arka arkaya gerçekleştirdiği faiz indirimine rağmen hâlâ kredi kartlarında aylık faizler yüzde 2’nin üzerinde. Bunun yanında alınan kredilerle birlikte bankalar çeşitli kalemleri de ekliyorlar. Bu eklentileri kredi alan vatandaş ödüyor ve sonuçta kredi maliyeti artıyor.

Kaldı ki, ülkemizde yeni bir uygulama devreye sokuldu ki, işler iyice sarpa saracağa benziyor. Söz gelimi yaptırılan tüneller ve köprüler belli bir geçiş garantisi ile yaptırılıyor. Ancak, taahhüt edilen rakamlar öylesine uçuk ki, sürekli olarak hepimizden bir takım kesinti ya da zamlar ile toplanan vergiler devreye giriyor. Güya bunların yapımında faizle borçlanılmamış oluyor ama gerçeğin bununla ilgisi yok. Faiz ödemiyoruz ama 82 milyon aynen faiz öder gibi bu taahhütleri yerine getirmek adına yük altına giriyor.