Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ömer Seyfettin´in eserlerinde felsefi yaklaşımlar

Türk siyasi tarihi üzerine çalışmalar yapan Kutlu Kağan Dalkılıç, ?Ömer Seyfettin´in felsefe ile kurduğu temas onun edebi eserlerinde apaçık ortaya çıkmaktadır? diyor.

Ömer Seyfettin´in eserlerinde felsefi yaklaşımlar

Mehmet Fatih Doğrucan´ın yazdığı ?Ömer Seyfettin´de Bilim ve Felsefe Algısı? başlıklı makale geçen yıl mart ayında yayımlandı. Makale, başlıktan da anlaşılacağı gibi Ömer Seyfettin´in edebiyat alanı dışında, felsefe ve bilim tarihiyle temaslarını ve özgün yaklaşımlarını ele alıyor. Özet mahiyetinde bu mecrada aktaracağımız makalesiyle Doğrucan, Türk akademi hayatında Ömer Seyfettin´in incelenmesi gereken bakir yönlerini, Türk Felsefe çalışmalarına yol açmak gayesiyle önümüze koyuyor.  

Ömer Seyfettin yazdığı onlarca roman, hikâye ve makaleyle edebiyat dünyasına yaptığı eşsiz katkılarıyla bilinir. Seyfettin, Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet Türkiye´si için toplumsal hafıza niteliğindeki başlıca yapıtlarıyla; gelecek nesillere tarihî, millî ve modern bakış açılarını bir arada kazandırmış bir yazar. Ancak bunu yaparken sadece edebiyat alanıyla değil felsefe ve bilimle temasıyla da incelenmeyi hak ediyor. 

Ömer Seyfettin´in Batı modernleşmesinin temellerinde yer bulan insan aklının egemenliği, araçsal pragmatizm, iş ve ödev ahlakı meselelerini edebî eserlerinde ustalıkla sunduğu, modernleşmenin dayanağı olan felsefi ve bilimsel çıkarımları karakterlerinde incelikle işlediği önümüze çıkıyor. Doğrucan, bunu örnekleriyle gözler önüne sererken şunları söylüyor: ?Ömer Seyfettin, eserlerine felsefe ve bilim disiplinlerini yerleştirmeyi başaran bir edip olduğu kadar, felsefi düşünce sistemini takip edebilmiş ve aktarabilmiş bir kişiliktir. Ömer Seyfettin´in dönem felsefesi ile girmiş olduğu ilişki ve Batı felsefesi üzerinden yaptığı muhasebe, Türk düşüncesi açısından bir devrim arayışı olarak okunmalı, devrimin nefesinin yetmediği yerde ise evrime müsait bir sosyal bilimsel alan olarak değerlendirilmelidir.? 

Ömer Seyfettin´in edebi eserlerinin felsefede dayandığı ontolojik yapı, Türk toplumu olmakla birlikte arka planda beliren devletin varlığı meselesidir. Epistemolojik dayanağı ise bu kültürün unsurları ve Türk kimliğini besleyen varlık alanının sosyal hayatta nelere tekabül ettiğidir. Bu durum yarattığı karakterlerde, kültürün öğelerini taşıyan tecrübelerle karşımıza çıkar. Temel olarak tüm bu ünsiyetler düşünüldüğünde; Seyfettin´de edebiyat alanına mündemiç bir felsefeden bahsedebiliriz. 

Türk modernleşmesinde felsefi arayışlar noktasında iki keskin uçtan bahseden Doğrucan, Gelenekçi çizginin ilahiyat ve nakil eksenli taassubundan, İslâm felsefesine referans verme gayesiyle Ortaçağ İslâm alimlerine indirgenmiş anlayıştan yakınmaktadır. Çağdaş çizginin ise Batı felsefesinin dışında Türk felsefesine özgün bir alan tanımayan taklitçi ve indirgemeci yaklaşımlarını eleştirmektedir. Doğrucan´a göre Ömer Seyfettin bu yaklaşımların dışında yepyeni bir inkılâbın ayak sesleridir ve milli olanla evrensel olanı paralel yürütmek bahsinde yaratıcı bir örnektir. 

Ömer Seyfettin yaşadığı dönem itibariyle, Osmanlı Devleti´nin çöküşüne şahitlik etmiş, sosyal ve siyasal olayların buhranlı ve çalkantılı ikliminde yetişmiştir. Bu anlamda ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük akımlarının da etkisiyle edebiyat alanını toplumla doğrudan bir temas olarak görmüştür. Bu durum onu, Celal Sahir Erozan gibi ?sanat sanat içindir? ilkesini benimseyenlerden ayırmış;  onun Ali Canip gibi dilde sadeliği savunan ?sanat toplum içindir? anlayışını benimsemesine sebep olmuştur. 

Ömer Seyfettin, dilde sadeleşmeyi savunan ve bu sadeleşme çabasını temel mesele olarak gören bir yazar. Dilde Farsça ve Arapça tamlamaları gibi gramer kalıplarından oldukça endişe ettiği anlaşılıyor. ?Genç Kalemler? ve ?Yeni Lisan Hareketi? etrafında dilde sadeleşme çabası ve bilginin alanı olarak dili gören yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Doğrucan, Batı dünyasında Wittgenstein ve Russel gibi Seyfettin´in çağdaşı yazarların da bu dönem dilde sadelik meselesini gündemde tuttuğunu hatırlatıyor. Bu durum, Ömer Seyfettin´in Batı felsefesini takip ettiğini bize gösteriyor.  

Ömer Seyfettin´de Descartes´la ortaya çıkan, Kartezyen felsefenin ruh-beden ayrımı gibi, varlık alanını ikiye ayıran düalite problemini aşma gayretleri görülür. Onda somut olanla soyut olan birbirinden ayrılır ancak paralel biçimde ustalıkla yürümesini bilir. Rasyonel bilginin imandan bağımsız olduğunu işleyen Seyfettin, iman ve ruh dünyasının, pozitivizmin olgusal dünyasından ayrı alanlar olduğunu kabul eder. Ancak bu unsurların asla çatışmasına müsaade etmez.  

Seyfettin, ?Mermer Tezgah? ve ?Antiseptik? gibi hikayelerinde pozitivizmi ve tıbbi bilimselliği bir ağ gibi işler. Bu hikayelerde somut olanın kabulü gözler önüne serilir. Ancak ?Başını Vermeyen Şehit? eserinde ise somut olan ile soyut olanı paralel yürüten Seyfettin, Doğrucan´ın tanımıyla ?karşıtlığın uzlaşım ilkesi´ni benimser. Bu eserde kahramanların imanına vurgu yapmakla beraber; olgusal olan zafer kavramıyla soyut olan iman kavramını harmanlayan yazar, kahramanların elde ettiği zaferleri imanla perçinlemiştir. 

Doğrucan, onun bu karşıtların uzlaşımı yaklaşımından doğan bütünlüğü Spinoza´nın ?Yaratan Doğa? ile ?Yaratılan Doğa? ikiliğinde de gördüğümüzü belirtiyor. Spinoza, bu ikiliği paralel olarak uzlaştırma yoluna gidiyor. Seyfettin´in kültür-toplum, somut-soyut, düşünce-eylem gibi konuların tamamında Spinoza´nın paralel uzlaşım yaklaşımını benimsediği bize kendini gösteriyor. 

Spinoza´nın örselenmiş ruhlar kavramı, örselenmiş ruhların despotlar yaratacağı ve despotların örselenmiş ruhlara ihtiyaç duyacağı tezi üzerine şekillenir. Seyfettin´in yarattığı karakterlerin neredeyse tamamında bu ?örselenmiş ruh? kavramına karşı bir onurlu duruş gözlenir. Hürriyet kavramını ruhların onurlu direnişine bağlayan yazar, karakterlerinde şahsiyetçilik kavramının önemini bize gösterir. Diyet adlı eserinde, kolunu kendisi keserek esaret borcunu ödeyen ve hürriyeti için kendi koluna kıyacak kadar gururlu bir gencin ?örselenmiş ruhlara? başkaldırısının tasviri yapılır. 

Ömer Seyfettin, yine Doğrucan´ın dikkat çektiği üzere ?ahlak ve erdem? kavramlarına özenle eğilir. Bu kavramlar, Batı aydınlanmasının siyasi temeli olarak şekillenen pragmatist araçsallaştırmaya karşı konumlanır. Erdemlilik, faydacılık olarak pragmatizmle karşıt biçimde onun yarattığı karakterlerde kendini gösterir. Pembe İncili Kaftan eserinde Muhsin Çelebi üzerinden kendi faydasını düşünmeyen erdemli bir portre seyredilir. Seyfettin erdem yoksunluğunu ahlak felsefesi alanında değerlendirerek, Kant´ın ?ödev ahlakı? tanımını hatırlatır. 

Kant´ın ödev ahlakı, pasif ve aktif zorunlulukla şekillenir. Seyfettin eserlerinde bilgi ve nasihate duyulan güven, sadakat ve ahlaklı bir biçimde çalışan karakterlerde, hukuki bağlayıcılık olmadan yerine getirilen yükümlülüklerle ?pasif ahlak? kavramını bize bir erdemlilik olarak sunar. Velinimet hikâyesindeki ?Logaritmacı Hasan? ve uşağının ilişkisi buna en güzel örnek sayılabilir. 

Batı Felsefesi ve modernleşmeyle kurduğu ilişkilerini eserlerine milli öğelerle taşıma gayreti içerisinde olan Seyfettin, sadece edebiyatla sınırlandırılabilecek bir yazar değildir. Batılılaşma karşıtı tutumuyla modernleşme yanlısı tavrı eserlerinde net biçimde birbirinden ayrılır. Batılılaşmayı kültürel bir kod, modernleşmeyi ise kültürler üstü akıl olarak kavradığı anlaşılır.  

Sonuç olarak, felsefe ile kurduğu temas onun edebi eserlerinde apaçık ortaya çıkmaktadır.  Ancak edebiyat ilmiyle sınırlı olan akademik çalışmaların; daha eklektik biçimde ele alınması, felsefe disiplini içinde bilim ve ahlak felsefesini de gündemine alması hayati önem taşımaktadır. Ömer Seyfettin, edebiyattan çok daha fazlasını günümüz gençliğine miras bırakmıştır. Bunu unutmamak gerekir. Bu bakir alanın Türk gençliğinin gayretleriyle doldurulması zaruret halinde önümüzde durmaktadır. 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER