SÖYLEŞİ: YASİR ERKUŞ
Türkiye´de gençlik söz konusu olduğu zaman akla her zaman olumsuzluklar gelir. Bu husus sadece Türkiye´ye ve günümüze mahsus bir durum değil. Çünkü antik dönemlerde de neslin bozulduğundan şikâyet eden, gençlerin sorunlarından bahseden metinler var. Gençlik konusu neden sürekli sorun olagelmiş? Kuşak çatışmasının bir neticesi diyebilir miyiz buna?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Yeni neslin yetişkinleri tarafından bu şekilde tanımlanması çok normal; çünkü insanı ve gelişim hikâyesini anlamak, bunu ileriki yaşlarda da bir anlayışa dönüştürmek fazla bir çaba gerektiriyor. Yani insan kırk yaşını devirdiğinde kendi gençliğini ve çocukluğunu unutuyor, kendi yaptıklarını unutuyor. Bir de aslında görmek istediklerini görmek istiyor herhâlde, göz de yaşa göre yaşlanıyor. Ruh yaşlandığı gibi göz de yaşlanıyor. Bakışlar farklılaşıyor. Bu anlamda gençlerin sıradan yaptığı pek çok hareket ve davranış olağanüstü farklı algılanmaya başlıyor. Dolayısıyla toplamda her nesil için bir önceki nesil ya da bir sonraki nesil anlaşılamayan, zor nesil olarak ifade ediliyor. Onun için şu andaki gençlere, orta yaşlıların ?bunlar bozuldu? demesi kadar, daha önceki nesillere de ?ya bunlar evliyaymış hakikaten, ne güzel hayat yaşamışlar? demesi belki de bu dünyanın dilemması, içinden çıkamadığı garip bir durum. Bu bizimle, şahsi hayatımızla da alakalı? Yaşadığımız ve bugün yorumladığımız meselelere dair böyle oluyor genellikle. Ne gençler bozuldu, ne farklılaştı. Aynı gençler beş yüz sene önce de vardı farklı renkleriyle; evet suretler değişti, araçlar değişti doğru ama insanlığın hikâyesinin tamamen değiştiğini söylemek vahyi ilahinin bugüne dair bir şey söyleyemeyeceği anlamına geliyor. Hikâye değişti elbette ama insan denen varlık, yaratıldığından bugüne kadar aynı özü taşıyan, aynı refleksleri gösteren, aynı fıtrat üzere hayatına devam eden bir varlık. Tabii ki değişiklikler var. Ama bu aslı baştan aşağı değiştirip, yeniden tanımlayacak anlamına gelmiyor benim kanaatim.
Aileler artık çocuklarının ahlaki güzelliklerinden ziyade dünyevi başarılarıyla ilgilenmeye başladılar. Gençlerin dünyevileştiğini söylerken problemin kaynağını biraz da ailelerde aramamız gerekmez mi?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Ben dünyevileşmek kavramına çok katılmıyorum, ilk önce bunu belirteyim. ?Dünyevileşme? problemli bir kavramdır. Her insan biraz dünyevidir. Dünyevi olmayan insanın dünyada ne işi var? Ama toplamda kastımız insanların daha ziyade maddeye yönelmesi manadan uzaklaşması ise bu da her dönemin ortak problemi. İnsan madde ile mana arasında gidip geliyor. Böyle yaratmış Rabbimiz. İmtihanımız bu. Onun için yetişkinlerin kendi hikâyelerine dönüp baktıklarında gördükleri şeyler ile gençlerin hikâyelerine baktıklarında gördüklerinden çok farklı değil. Yetişkinlerin manaya yönelme oranı ne ki, gençlerinki düşük olsun! Yetişkinler maddeden ne kadar kopabiliyorlar ki gençler manaya yönelsinler, mananın içinde yüzsünler ?dünyevi? olandan azade olsunlar. Yetişkinlerin adımını izleyen gençlerin yaptıkları, onların normal tutumlarına karşılık geliyor. Çünkü gençler yetişkinlerin adımını seyrediyorlar, izliyorlar. Yetişkinin gündelik rutinde hayatı ev almak, araba almak, tatile gitmek, yazlık sahibi olmak ya da işte bir şekilde dünyada konfora ulaşmaktan ibaretse; gençler de bu yolu takip ediyorlar. İdealler ne ise ona göre yaşıyorlar tabiri caizse.
Bir şeyi kaçırıyoruz genelde; bu gençlik çalışmalarında, gençlikle ilgili yorumlarda şöyle görülüyor; imanın gençlik üzerinden yayılacağı şeklinde bir endişeye kapılıyoruz. Ben buna katılmıyorum. İmanın vücut bulması gençler üzerinden gerçekleşmez, iman yetişkin olup bu dünyada tam keyfini sürme noktasına geldiğinde dünyadan kopanla vücut bulur. (sav)´in en yakın ashabı orta yaş ve üzeri idi. Onlardaki değişimin çarpıcılığı zaten gençleri çarpmıştı. Gençleri bir farkındalığa ulaştırmıştı. Yoksa gençler zaten tam gençlik dönemlerinde ?tamam bulduk, işte buymuş? diyerek bir sistem kuramazlar. Kuramıyorlar da zaten. Çünkü gençliğin doğası buna müsait değil. Ama orta yaş ve üzeri artık dünyadan aldığını almış, vereceğini vermiş dünyanın künhüne vakıf olmuş tabiri caizse. Dolayısıyla onların kurduğu sistem gençler için bir anlam kazanır.
Şu anda varsa bir krizimiz, bu kesinlikle bir gençlik problemi değil, yetişkinlik problemidir. Yok ki yetişkinler, gençler kimi örnek alsınlar? Hangi hocayı takip etsinler, hangi ortama girsinler, hangi hareketin içinde yer alsınlar, hangi fikri benimsesinler, hangi yazarı okusunlar bunların cevabını bir çırpıda ve kolayca veremiyorsak gençlere burada dünyevileşti demek ya da onlar hakkında böyle kısa cümleler kurmak, biraz fazla kırıcı ve üsten olur.
Toplumda dindarlığın kötü temsilinin, gençlerin dindarlık algısını olumsuz etkilediğini söyleyebilir miyiz?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Bu kesinlikle böyle. Maalesef son 15-20 yıldan beridir bu topraklarda, 28 Şubat´tan sonrası demek daha doğru olur. Türkiye´de dini temsillerde ciddi bir gerileme olduğunu görüyoruz. Bir taraftan ilerleme var, nasıl diyelim mesela; insanların itibar ettiği ve sözünü dinlediği nitelikli hoca sayısında göreceli bir artış var. Yazılan kitaplarda görece bir artış var. Fakat bununla birlikte hayatın içine nüfuz etmiş sıradan temsillerde ciddi bir çözülme yaşıyoruz. Dindar bir esnaf, bir memur ya da üniversite ve lisede bir hoca sıradan, gündelik temsilleri ile İslam´ın toplum içerisine yansıyan yüzleriyle var olabiliyorlar mı? Bu önemli bir soru.
Bir de 15 Temmuz gibi bir travma yaşadık biz. Türkiye´de bundan 4-5 yıl önceye kadar bu toprakların yetiştirdiği en ünlü hocalardan olarak bilinen hocalardan bir tanesinin hainlik hikâyesinin bütün toplum damarlarına kadar hissetti. Dolayısıyla bu kadar şişirilip ön plana çıkarılmış bir ?hoca!? bile böyle olabiliyorsa, zaten beş vakti zar zor kılan birisinin güvenirliliği ne olabilir ki, noktasında aslında ağır bir depresyon geçirdi toplum. ?Din depresyonu? geçirdi. Ve bu en çok gençleri yordu kesinlikle. Niçin bir genç ben hocayım diyen birisine itibar etsin ki? Niye sözünü dinlesin ki? En meşhurların bile bu şekilde döküldüğü bir coğrafyada, temsillerin bir süre sonra bambaşka noktalara evrildiği görülen bir coğrafyada insanlar nasıl sıradan ilişkilere güvensinler? Endişesiz bir şekilde katılsınlar?
Pek çok cemaat, vakıf ve dernekle yaptığımız görüşmelerde bu duruma anlam veremediklerini söylüyorlar. ?Artık gençlerle çalışma yapmakta zorlanıyoruz, gelmiyorlar, gitmiyorlar, aileler tedirgin? filan ?dünyevileşti yine bunlar? cümlesi geliyor. Hâlbuki çok yanlış bir okuma. İnsanlar ürküyorlar, korkuyorlar ve çok da normaller. Bence korkmalılar da bence endişeleri olmalı zaten bence bu kadar da güvenmemeliler. Kendine bile insan yüzde yüz güvenemezken bir başkasına nasıl yüzde yüz güvenir? Ben kendi İslam´ı yaşama şeklime yüzde yüz güvenemezken başkasının temsiline nasıl güvenirim? Güvenip kendimi nasıl teslim edebilirim? Nasıl ?gassalın önündeki meyyit? olabilirim? Eğer böyle bakıyorsak dine zaten mevcut sorunların tahmin edilmesi gerekirdi.
Sıradan hayatlarımıza sıradan örnekler gerekir. Dokunabildiğimiz, oturabildiğimiz, yemek yiyebildiğimiz, konuşabildiğimiz örnekler insanları çok daha fazla etkiler. Bu örneklerin azlığı veya azalmasından dolayı problem yaşıyoruz. Bu konuda yetişkinlerin toparlanması ikrar edilmeli.
Ciddi bir deizm tehlikesinden sık sık bahsediliyor. Deizm tartışmalarının piyasaya sürülme nedeni nedir? Gerçekten abartıldığı kadar var mı yoksa sadece abartı mı?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Deizm bu toprakların diline bu toprakların insanına çok aykırı. Çünkü bizim için bazı şeyleri yapmak inat üzerine kuruludur. Bir deist arkadaşı biraz zorlasanız inadı üzerinden nefsi üzerinden tekrar Allah´a dönebilir. Tekrar peygamberine dönebilir. Bu işin latifesi belki ama şu anda propagandası yapılan -ben bunun propaganda olduğunu düşünüyorum- gündemde yokken gündeme getirilip tartışılması. İronik bir durum olarak bunu İslami camia çoğalttı ve çoğaltmaya devam ediyor. O da camianın gençlerden ne kadar kopuk olduğunun göstergesi. Gençlerden o kadar kopulmuş ki hikâyeyi anlayamıyor, var mı diye sorup sorup duruyor. Çok komik bir hâldeyiz. Eskiden gençlik denilince öyle veya böyle cümle kuran insanlar şimdi ?hakikaten var mı böyle bir şey, olur mu gençler gidiyor mu, deist mi oluyorlar? diye? Ben bu soruyla çok muhatap oluyorum. Pek çok yazardan çizerden böyle sorular geliyor. Her hafta onlarca genç ile muhatap oluyorum, karşımda yığınla deist fırtınasıyla gelen bir gençlikten bahsedemem, böyle bir şey görmüyorum. Örnekliğin bu kadar azaldığı, gençlerin ebeveynler tarafından da koruma saikıyla dinî anlamda da zorlandığı, yıpratıldığı zamanda ve zeminde kesinlikle başka tür araçların ortaya çıkması ve kafa karışıklığının çoğalması normal.
Daha çarpıcı olanı söyleyeyim; deizm-ateizm tartışmaları beraberinde dindar aileleri evlatlarına karşı daha hırçın hâle getiriyor. Daha çok din temelli yükleme yapmayı ya da bir şekilde onları zorlayıcı bir tutumlara girmeyi benimsetiyor maalesef. Bu da tersten doğallığın, aile ortamında dini öğrenecek bir gencin ebeveynine karşı daha farklı bir tutum ortaya koymasına sebep oluyor. Şunun da altını çizelim, bu din kırk yaşından sonra bir kişiyi Müslüman etti. Dolayısıyla kırk yaşına kadar sabredilebilir. Kırk yaşından sonra Peygamber (sav) Müslüman oldu, İslam´la şereflendi; 63 yaşına kadar 23 yıl boyunca bir eğitim ve terbiye süreci devam etti. Dolayısıyla böyle ?gençler yandı, bitti, öldü, gidiyoruz? gibi cümleler maalesef günah saymaktan, günah köpürtmekten başka bir şey değil. Böyle bir sevap cinsimiz de yok zaten. Sayalım hataları da zikir gibi olsun diye bir şey yok. İnsanlar süreçten koptuğu için, maalesef gençler ile temas azaldığı için duyduklarını varsayıyorlar, kabul ediyorlar, böyleymiş gibi görüyorlar.
Ortada bir problem yok demiyorum. Kesinlikle bir problem var ama bu problem bu kadar gündemleştirilecek boyutta değil, asıl konuşulacak problem gençlerle biz nasıl bir dil tutturacağız, nasıl bir yakınlık kuracağız ve işi tekrar nereden başlatacağız? Samimi ve kalbi bir şekilde sormak gerekiyor.
Dindar ailelerin, çocuklarına karşı hırçın yaklaşımından bahsettiniz, bu problemin temelinde ?dindar ailelerin çocuklarını din yorgunu yapması? tartışmasıyla mı ilgili?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Evet, zaten bunun gibi tutumlar sonucu din yorgunluğu ortaya çıkıyor. Gençler bir şekilde ebeveynleri tarafından, imam hatibe gidiyor, Kur´an kursuna gidiyor, belki arada hafızlık kursuna gidiyor, kalan tüm vakitlerinde Kur´an kursuna veya vakfın derneğin çalışmasına gidiyor, yazın izcilik kampına gidiyor, orada Kur´an öğreniyor başka yere gidiyor falan yaz okulu derken çocukların başı dönüyor. Bu kadar saçma bir yoğunluk içerisinde çocuk şunu soruyor ?hayat nerede??.
Daha iddialı bir şey söyleyeyim size; şu anda Türkiye´de dini anlatanların önemli bir kısmı böyle bir hayattan gelmediler. Böyle bir hayatla yoğrulmadılar, belki gelselerdi böyle olmayacaktı. Fakat beklenti şu, kundaktayken başlatırsak süreci 20´sinde falan mücahit olur. 30´unda da âlim olur diye bekliyoruz. Bundan kurtulamadığımız zaman sıkıntının içine düşüyoruz. Gençler de kendilerine dayatılan ve gerçek olmadığını gördükleri hayata karşı tepki veriyorlar. Bazen namaz kılmamaya, Kur´an´dan soğumaya, Allah´ı sorgulamaya, ibadetleri sorgulamaya, hayata dair endişelerin artmasına kafa karıştırıcı bir sürü başlık, konu var.
Özellikle ailelerin, endişeli ve gergin tutumların Allah´ın dinine yardım etmediğini ve tam tersine Allah´ın dininden soğuttuğunu unutmaması gerekiyor. Peygamber (sav)´ı bu konuda uyardı Rabbimiz. Kur´an-ı Kerim´i ezberlemesi ve unutmaması için endişelenen Rasulünü (a.s.) Rabbimiz Teala ?Endişe etme, biz onu senin kalbine yazacağız? dedi, ayetleri yazacağız. Aynı endişe Peygamberimizin hayatında kendisi için de vardı. Rabbim Teala A.S.´a sakin olmasını söyledi. O 23 yıllık hikâye burada gizli. Hepimiz aynı şeyi yapıyoruz. Tıpkı peygamber (sav)´in endişelendiği gibi haddinden fazla endişeleniyoruz ve hızlandırarak dini evlatlarımızın beynine ve kalbine sokmaya çalışıyoruz. Sakin olursak, sabırlı olursak Rabbimiz terbiye edendir, Rabb´dır zaten o. Zamanında ve zemininde ikram edecektir o inşallah. Ümitlenmemiz, dua etmemiz gerekiyor.
Gençlik ve bağımlılık denildiğinde eskiden bazı zararlı alışkanlıklar akla gelirdi. Şimdi ise yeni bağımlılık türlerinden bahsediyoruz. Özellikle internet ve sosyal medya bağımlılığı, sizce bunlar birer bağımlılık mı?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Bir şeyin bağımlılık olarak tanımlanması uluslararası standartla çerçevelenmesi gerekiyor. Henüz teknoloji bağımlılığı literatüre yeni yeni bir bağımlılık olarak girmektedir.
Bir teknoloji kullanıcısı, günlük ve haftalık olarak dijital dünyada kritik eşiği aşıyorsa bir bağımlıya dönüşüyor. Bir teknoloji bağımlısı ile bonzai bağımlısı yani kimyasal bağımlılık yaşayan bir kişi bağımlılık noktasında beyninin güdülendiği ve motive edildiği yerler aynı. Aynı yerler tetikleniyor ve aynı yerlerden tepki geliyor. Bu anlamda bonzai ile teknoloji bağımlılığı arasında çok keskin net ayrımlar yapmak çok mümkün değil. Bir tanesinin fizyolojik tesirleri daha kuvvetli oluyor, kimyasal bağımlılığın kalıcı ve bazen onarılamaz süreçlere kişiyi götürebiliyor. Fakat teknoloji bağımlılığı, en son Yeşilay´ın yapmış olduğu araştırmayı paylaşayım sizinle, bir yıl olacak neredeyse. Türkiye´de her 100 kişiden 5´i kritik bir psikolojik destek alacak düzeyde teknoloji bağımlısı olmuş durumda. 100´de 20´i ise bu kritik noktanın sınırında geziyor. Toplumun 4´te 1´i neredeyse bir tedavi almak durumunda kalacak düzeyde teknoloji bağımlılığı yaşıyor.
Bu anlamda sert bir eşikteyiz, bunu dünya yaşıyor biz de yaşıyoruz. Gençlere dönüp baktığımızda dertlerin ne kadar çoğaldığı, hikâyenin bu kadar zorlaştığı, insanın bu kadar birbirine duyarsızlaştığı, anne babaların bile kendi çocuklarına zaman ayırmadığı zeminde ne yapacaksınız? Okus pokus yapacaksınız. Yani buharlaşacaksınız, eğer çocuğun ve gencin önünde yapılacak farklı ve güzel alternatifler varsa bir genç niye telefonun içinde kaybolsun ki? Niye YouTube´da kaybolsun? Biz şöyle görüyoruz; bunlar başıboş gençlik takılıp duruyorlar. Doğru soru şu, ne yapacak bu çocuk? Eve geldi akşam, okuldan sonra evde ne yapacak, aile ona ne imkân sunuyor, ortam mahalle sokak ne imkân sunuyor? Bu çocuk ne yapsın? Havalar da soğudu artık kış, çözüm öneriniz ne? Ben dışarıda bonzai, içerde internet bekliyor diyorum. Evde bekleyen internet bazen bonzaiden daha tehlikeli olabiliyor. Daha büyük problemlere sebep olabiliyor. Aileler bu noktada evlatlarının okul eğitimlerini planladıkları kadar hayat eğitimlerini planlamaları gerekiyor. Bu konuda bir öngörülerinin ve dualarının olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bizim bir planımız yoksa YouTube, internet, bonzai bunu dolduruyor bir şekilde.
Bugün gençlere ulaşma yöntemi ne olmalı? Eski usul diz dize eğitim mi? Sinema mı? Sosyal medya mı?
ÖMER MİRAÇ YAMAN: Bu da işin başka bir tarafı. STK´lar, cemaatler, tarikatlar her neyse hepsi kısa filmci oldu. Hepsi atölyeci oldu. Hepsi falancı filancı oldu. Zaten bunu bir şekilde gerek belediyeler veya bu işe odaklanmış kurumlar yapıyorlar. Zaten bir STK ve cemaat de bu işi niyetini de araç olarak kullanmak için yapıyor. Çocuklara bir şekilde ulaşmak buna video üzerinden ulaşmak, sinema üzerinden ulaşmak. İlişki kurmak istiyor, aygıtı ne? Eskiden çay ısmarlıyorduk şimdi kısa film yapıp ?kafalayalım?a dönüşmüş durumda. Niyet samimi değil ilk önce onu söyleyeyim. Allah c.c. niyeti bu denli karışık olanlara ne genç verir ne de kısa film verir, vermiyor da zaten şekil A da göründüğü gibi.
Ne yapacağız? Birincisi şu, kesinlikle gönlümüzü kalbimizi arındırmamız gerekiyor. Ben bir gençle daha doğrusu insanla niye yolculuk yapayım? Bu yolculuğun adı ne, kim adına yapıyorum? Kusura bakmayın ama çevremde o kadar çok vakıf dernekle gidip görüşüyoruz ki bunu gönle yazmak o kadar zor ki. Bir dernek ve vakfın en çok mücadele etmesi gereken yer burası. Ben bu işleri yaparken kendi vakfıma derneğime mi elaman devşiriyorum yoksa Allah azze ve celleye bir kul, secdeye bir kişinin daha varması için dertle çalışıyorum? sorusuna cevap vermesi gerekiyor, bu soruyu aklından çıkarmaması gerekiyor.
Niyette küçük sapmalar, bütün eylemlerde, pratiklerde koskoca devasa yarıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. Maalesef bu niyette olan birinin derneğine vakfına gelmiş bir genç başka bir derneğe gittiğinde hoppala noktasına geliyor. Hoppala başka bir hocaya ne gerek var yetmiyor mu bizim kitaplar falan noktasına geliyor iş. Bu konuda samimi değiliz açık söyleyeyim. Rabbim Teala da ?kullarını, kullarının kulları olsun? diye yaratmadı bu dünyada. Biz kulun kulu olmak için yaratılsaydık eğer Peygamber (sav)´in kulu olurduk ondan başka kimseye de kul olunmazdı zaten. Rabbim Teala buna bile müsaade etmemişken falan derneğin 10-20 yıllık geçmişi olan falan cemaatin tarikatın kulu olmak için kullarını yaratmadığı için bereket olmuyor. Gelen gidiyor, durmuyor.
Gençlik döneminde bir vakfa derneğe gelmiş ancak evi ailesi düzeni oturduktan sonra da bu davranışı devam ettirenlerin oranlarına bakmak lazım. Benim tahminim yüzde 20 civarında. Büyük bir oran. Niye? Çünkü sevilmiyor ki mekânlar. İtici, kırıcı, hayatla gerçek bir bağı olmadığı anlaşılıyor bir süre sonra. Adam işe, dünyaya karışıyor, bakıyor o da bir tiyatro kurulmuş herkes rolünü oynuyor. Mizah tam bir kara mizah var bu konuda. Derneklerin, vakıfların genel merkezlerinde bu işleri bilen insanlar sürekli alttan yeni genç geldiği için sistem sürekli dönüyor. Sorgulama yok hayat devam ediyor bir şekilde. Bir sorun çıkarsa da zaten ?toplum, gençler dünyevileşti? gibi klişe mazeretler hazır. Battık gittik yani, meşru bir zeminimiz de var zaten. Dolayısıyla orada bir problem yok. Ben bu samimi olmayan niyetlerin karşılığının vallahi Rabbim tarafından verilmediğini verilmeyeceğini düşünüyorum. Bu konuda her dertli Müslüman ıstıraplı Müslümanın kalbini tamir etmesi, Bismillah demesi, samimiyetini gözden geçirmesi ve sıradan ilişkilerle tekrar gençlerle nasıl ilişkiler kurulacağını düşünmesi gerektiğini söylüyorum. Benim öncelikle kısa filme değil bildiklerimle amel etmeye ihtiyacım var. Bildiklerimle amel edersem Rabbim Teala bilmediklerimi bana öğretecek. Anlayamadığım gençlerin kapısını bana açacak. Ben buna iman ediyorum. Rabbim böyle diyor çünkü. Dolayısıyla ben adımımı atarım samimi bir şekilde soframdan ikram ederim, gönlümden açarım, gözümden sözümden ateş fışkırmaz, dikenli oklar atılmaz, muhabbet akar, eleştiri kızmak bağırmak yoktur. Tebessüm vardır, eğer bunlar varsa odağımda Rabbim ikram edecektir, lütfedecektir, inşaallah. Peygamber (sav)´ın en çok ihtiyacımız olan yaklaşım biçimi gençlerle olan çalışmada merhamet, merhamet, merhamet. Bu kadar. Bu olursa inşaallah Rabbim tekrar verecek kaybettiğimizi ya da aradığımızı?