Günümüzde, hayatımızı büyük ölçüde konjonktürel akıl, konjonktürel tercihler, çıkarcı akıl ve çıkarcı tercihler belirlediği için, İslami akla ve İslami tercihlere ihtiyaç duymuyor ve itibar etmiyoruz. Özel çıkarların maddeciliği, bireylerin her zaman, her alanda idealler doğrultusunda değil, istikrar/konforizm doğrultusunda tercihler yapması sonucunu doğuruyor. İstikrar, daha çok muhafazakarlıklar/konforizm yoluyla korunabiliyor. Muhafazakar alışkanlıklar, sıradanlıklar, radikal düşünce/tavır/tarz ve duruşu yıkıcı bir aşırılık gibi görüyor. Bu nedenle de, her toplumda var olan, mevcut durumu sorgulama ihtiyacı duymayan bir zihin dünyası yenilenemiyor, yeni inşalar gerçekleştiremiyor. Bunun içindir ki, günümüzde İslam toplumları, modern-seküler-liberal emperyalizmle yüzleşemiyor, bu gerçeklikle bütünleşiyor, bu gerçekliğin nesnesi haline geliyor.
Ulus-devlet sapması, milliyetçiliklerin ve mezhepçiliklerin yükselişi, İslami bir modelin örgütlenme biçiminin gündeme getirilmesini, tartışılmasını, kolektif bilinci ve eylemi imkansız kılıyor. İslami bünye parçaların, parçalanmaların büyük trajedisini yaşıyor. Modern/seküler gerçekliğin nesnesi haline gelen/getirilen İslami bünye, bu trajediyi hiçbir şekilde hissetmiyor, sorun haline getirmiyor, nesne olmaktan herhangi bir şekilde bir rahatsızlık duymuyor. Müslümanlar olarak, geçmiş yüzyıllarda düşünülenleri düşünüyor, konuşulanları konuşuyor, yazılanları yazıyor, bugün nasıl düşünebileceğimizi, nasıl konuşacağımızı, bugün için neler yazılabileceğini, bugünü şekillendirebilecek, inşa edebilecek düşüncelerin/ eylemlerin neler olabileceğini bilmiyoruz. Bugün için zorunlu olan düşünceleri üretmeye cesaret edemiyoruz. Bugün için önerdiğimiz, önerebileceğimiz, somutlaştırabileceğimiz pratikler üzerinde çalışmıyoruz. Sömürgeci gerçekliği, muhafazakarlaştırarak/milliyetçileştirerek sürdürmek çok pragmatik bir yöntem gibi görünüyor. Yerine yenisini/özgün olanı/bağımsız olanı koyamadığımız için eski düşünceleri, eski yaklaşımları, eski yapıları tüketmeye, bunlara katlanmaya devam ediyoruz. Muhafazakar gelenekçi düşünce statükonun değişmesini istemiyor. Bu nedenle radikal sözcüğünü gereği gibi sahiplenemiyor, bu sözcüğün iktidarsızlaştırılmasını önleyemiyoruz.
Maruz kaldığı ölümcül bağımlılıklar ve ölümcül yabancılaşmalar sebebiyle, gerçek hayatta, gerçek dünyada, ve tarihte, İslami gerçekliği bütün boyutlarıyla temsil ve tecrübe etmesi iradesine, bilincine, birikimine sahip olamayan İslami bünye, sırasıyla muhafazakar modernlikle, muhafazakar kapitalizmle, muhafazakar sömürgecilikle, muhafazakar sekülerizmle, muhafazakar liberalizmle, daha sonra muhafazakar demokrasiyle uzlaşarak, bunların belirleyici egemenliklerine boyun eğerek, hayatta kalma yolunu seçmiş bulunuyor. İslam ve Kur´an gerçek hayatta, (kamusal-siyasal-ekonomik-hukuki) uygulanmadığı, gerçek hayatta hiçbir yaptırım iradesine sahip olmadığı için, her zaman, her kesim tarafından sömürü ve istismar konusu yapılabiliyor. Müslümanlar olarak, hayatlarının merkezinde İslam´ın belirleyici olmasını isteyen Müslümanlar olarak, tarihin içerisinde İslam´ın özneleşmesi için bütün varlığımızla, bütün imkanlarımızla, bütün içtenliğimizle, bütün birikimimizle çok yoğun çabalar üstlenmemiz gerekirken, aziz İslam´ın ve aziz Kur´an´ın araçsal amaçlar için nesneleştiriliyor olması karşısında sessizliğimizi koruyoruz.
İslami meşruiyet ve mevcudiyetin, ancak, kapitalist/seküler/liberal bir ulus-devlet düzeninin meşruiyet ve mevcudiyetinin izin verdiği ölçüde, tanımladığı ve konumlandırdığı ölçüde, folklorik-sembolik ya da kültürel meşruiyet sınırlarına mahkum edildiği bir ülkede, sanki, İslam´a yönellik hiçbir sınırlama, kısıtlama, dayatma ve mahkumiyet söz konusu değilmiş gibi davranarak, aziz İslam ve aziz Kur´an´ın bütün kavram ve kurumlarıyla çok bayağı, çok sorumsuz bir şekilde muhafazakar milliyetçi politik bir program ve projenin iktidarı için propaganda ve manipülasyon malzemesi yapılması, muhafazakar milliyetçiliğin başarısının İslam´ın zaferi gibi takdis ve tebcil edilmesi, ulus-devlet kutsalları adına ucuz propaganda diline dönüş, devletçi-milliyetçi iktidar için İslam´ın ve Kur´an´ın sömürgeleştirilmesi, bu süreç karşısında kendilerini İslam´a nisbet eden aydınların, alimlerin, akademisyenlerin, edebiyat adamlarının sessizliği, İslami aidiyetin, bağlılığın, sorumluluğun, bilincin, ciddiyetin, kişiliğin, dikkatin ve ahlakın bütünüyle bayağılaştığına ve kötürümleştiğine işaret eder.
Araçsal amaçlar adına, sistematik olarak, dini ve politik popülizm uyuşturucuları üreten bir toplumun ve kültürün, Batı´nın entelektüel sömürgesi olmaktan kurtulması hiçbir zaman ve hiçbir şekilde mümkün olamaz. İşportacı tarihçi yaklaşımlarıyla, işportacı politik yaklaşımlarla bu sömürgecilikle hesaplaşmak asla mümkün olmaz. Bağımsız düşünceye, eleştirel düşünceye, hayat hakkı tanımayan bir gelenekle, kendi kendilerine düşünme yeteneklerini kaybeden bireylerle hiçbir alanda, hiçbir mücadele yürütülemez. İslam toplumlarının her şeyden önce fiilen karşı karşıya bulundukları ölümcül bağımlılıklardan, ölümcül yabancılaşmalardan nasıl kurtulabileceklerine ilişkin tarihsel çapta büyük bir yüzleşme sürecine girmeleri, yüzleşme ahlakına sahip olmaları gerekir. Müslümanlar tevhidi dünya görüşüne yabancılaştıkları için bugün muhafazakar milliyetçiliği yeni bir ?din? gibi sahiplenerek, İslam medeniyeti ve ümmeti hassasiyetini terk ediyor. İslam ve sekülerizm nasıl hiçbir yolla bağdaştırılamazsa, İslam ve milliyetçilik de, hiçbir şekilde, hiçbir gerekçeyle bağdaştırılamaz.
Aziz İslam´la ilişkimizi bugün, sadece kurumsal/soyut bir idealizm şeklinde sürdürüyor, akademik/bilimsel/profesyonel bir uzmanlık-araştırma konusu haline getirmiş bulunuyoruz, gerçek hayatta ve dünyada uygulama konusu olarak değil. Tevhidi dünya görüşü açısından bakıldığında ne kadar vahim bir durumda olduğumuzu görmemek kabil değildir. Geleceğimizin niteliğini olumlu yönde etkileyebilmek için bugün biz Müslümanlar için, acımasız bir özeleştiri hayati bir sorumluluk haline gelmiştir.