20 09. 2018 Perşembe
Allah Teâlâ Kitabında, Peygamberine hitaben ?Ölülere ses ve sözünü duyuramayacağını? açık ve kesin olarak ifade ediyor (Fâtır,22/ en-Neml, 80/ er-Rûm: 52).
Müfessirler bu âyetlerdeki ifadenin mecazi olduğunu, burada geçen ?ölülerden? kâfirlerin kastedildiğini, inkarcılar akıl ve bedenlerini Allah´ın emir ve rızasına uygun olarak kullanmadıkları için ölü sayıldıklarını, Peygamberimiz nasıl ölülere sesini duyuramazsa aynı şekilde kâfirlere de duyuramayacağını söylüyorlar. Yani ifade mecazi de olsa sonuç ?Peygamberimizin ölülere ses ve sözünü duyuramayacağı? gerçeğinin ifadesi oluyor.
Allah murad ederse peygamberlerini canlı cansız varlıklarla konuşturur, ama bu onların tabii bir hal ve yetkileri değildir, mucizedir, istisnâî bir durumdur.
Genel olarak bırakın diğer insanları Peygamberimizin bile ölülere ses ve sözünü duyuramayacağını üç önemli müfessirden nakledeceğim:
Fahreddin Râzî, Fâtır suresi 22. âyetin tefsirinde:
Kâfirler Allah´ın Peygamberine gönderdiği vahyini duyma bakımından ölülerden daha aşağı durumdadırlar. Allah ölülere duyurur, Peygamber duyuramaz. Allah bu âyette Peygamberini teselli ediyor, ?Dilerse taşa bile kendini dinletebileceğini, bu kudreti ile ölülere de dinlettiğini, ama Peygamberinin kabirdekilere duyuramayacağını, onlardan sorumlu da olmadığını? bildiriyor.
Taberî, aynı âyetin tefsirinde:
Allah kitabında faydalansınlar diye, yarattıklarına vaaz ve nasihatta bulunuyor, ey Muhammed, sen kabirlerde yatanlara kitabı duyurup onları hidayete erdiremezsin; tıpkı bunun gibi yaşadıkları halde Allah´ı bilme bakımından kalpleri ölmüş bulunan kimselere de Allah´ın kitabını ve varlık delillerini, güzel öğütlerini duyuramazsın.
Kurtubî, yine aynı âyetin tefsirinde:
Ölülere sözünü duyuramayacağın gibi küfrün (inkârın) kalplerini öldürdüğü kimselere de duyuramazsın.
Bu açık ve kesin ifadeli âyetler karşısında ?ölülerin dirilerin ayak seslerini veya özellikle Peygamberimizi duyduklarını ifade eden hadisleri muteber âlimler tenkit ve tevil etmişlerdir.
Tenkitten maksadım ?metin tenkidi?dir. Fıkıh Usulü kitaplarında meselâ Pezdevî Şerhi Keşfu´l-Esrar´da, daha sonradan yazılmış makale, kitap ve tezlerde bu konu hakkıyla işlenmiştir. Temel kural şudur: Bir hadis, sened (ravilerin durumu) bakımından sahih ve kusursuz olsa bile manası akla, vakıaya, temel usul kurallarına ve daha güçlü bir delile (mesela âyete) ters düşüyorsa bu hadis mümkün ise tevil edilir, değilse terk edilir.
Konumuzla ilgili bir tenkit örneğini İbn Âbidîn diye meşhur olan fıkıh kitabından özetliyorum:
Bedir´de katledilen müşrikler bir çukura doldurulduktan sonra Peygamberimizin (s.a.) onlara hitab etmesi ile ilgili hadis hakkında:
?Üstad derecesindeki âlimlere göre bu hadis (sened değil de) mâna bakımından sabit değildir; çünkü Hz. Âişe, Peygamberimizin ölülere sözünü duyuramayacağını ifade eden âyetlere dayanarak bu rivayeti reddetmiştir. Alimler şu yorumları da yapmışlardır: a) Peygamberimiz bunu, ölüler için değil, diriler ibret alsınlar diye söylemiştir. b) Üzüntüleri artsın diye yalnızca bu kâfirler için olmuştur. c) Peygamberimiz için bu bir mucize olarak vaki olmuştur? Hadis sened bakımından sahih olsa da ifade ettiği manada öyle bir kusur (illet) vardır ki, bu kusuru taşıyan bir sözü Peygamberimiz söylemiş olamaz; o kusur da Kur´an´a muhalif olmasıdır.
Ehl-i Sünnetin de inancı şudur:
Bir kimse ölünce ruhu bedeninden ayrılır ve Berzah denilen bir başka âleme gider. Kabir hayatı işte bu âlemde cereyan eder. Bu dünyada bedeni çürür. Yeniden dirilişte ya Allah Teâlâ bu bedenin yok etmediği kalıntısını bir araya toplayıp canlandırır veya benzerini yeniden yaratır (Bak. Râzî, Enbiya: 104. Âyetin tefsiri).
Kabre konan cesedin burada dirildiğini, hesaba çekildiğini, ya cennete veya cehenneme bir pencere açıldığını ve benzeri sözleri söylerseniz, ışık ve alıcı konarak gözlem yapıldığı için size gülerler ve dine kötülük etmiş olursunuz.
Gerektiği için ölmek üzere olan hasta ile ölüye telkin konusuna yine döneceğim, bu yazıyı bitirirken bu konuyu niçin tekrar yazdığımı açıklamak isterim:
Birinci yazım sebebiyle benim, konu ile ilgili kabul ettiğim ve etmediğim bütün görüşleri değil de taraftar olduğum görüşleri yazdığımı söyleyenler oldu. Gerçi farklı görüşleri de yazdım, ama muteber kaynaklara ve âlimlere ait olmak üzere -benim taraftar olduğum görüşü destekleyen- görüşleri yazmamda da bir sakınca görmüyorum. Katılmayanlar da diğer görüşleri yazarlar.
Yazımı tenkit konusuna gelince bundan ancak memnun olurum, yeter ki, iyi niyet bulunsun ve tahkir değil, tenkit olsun!
Bir de devamlı Ehl-i Sünnete ve sünnete -haklı olarak- vurgu yapanlar Ehl-i Sünnetin ve sünnetin ne demek olduğunu öğrenmeden, hadislerden sahih sünnete ulaşmanın ilmini edinmeden konuşmasın ve yazmasınlar.