Türkiye’deki hızlı gündem değişimi dünyaya da sirayet etti. Bir sabah takip ettiğimiz gündem, artık ertesi günün sabahına yetişmiyor.
Türkiye şu sıralar depremle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kaymasıyla yatıp kalkarken; dünya kendi etrafında dönmeye devam ediyor.
“Dünyaya bir deli az, iki deli fazla” misali ABD Başkanı Trump, aklına estiği projeleri açıklamaya devam ediyor. “Arap Baharı” adı altında olmayan İslam Dünyası’nın beli kırılırken, petrol üzerinden kurulan siyasi entrikalar ise bir bir hayata geçirilmeye çalışılıyor.
İslam Dünyası’nda 7/24 “Kahrolsun İsrail” sloganları atılırken, Orta Doğu bir kez daha İsrail merkezli şekillendiriliyor. Trump, çağın delisi mi yoksa kendini deliliğe vurarak hükümdarlığını yürüten bir ticaretçi mi; bilemiyorum. Ancak dünya ülkelerinden yükselen itirazlara rağmen istediği her şeyi yapmaya devam ediyor.
ABD’nin Orta Doğu barış planının açıklanmasıyla birlikte kimi Müslüman ülkeler, çözümü yine sokakta aramanın gayretine girdiler. İsrail ve Amerikan bayrakları yakıldı, en üst perdeden “kınama” metinleri yayınlandı. Belki önümüzdeki günlerde bir miting de organize edilecektir.
Ya sonra?
Sonrası malum; Trump açıkladığı yüzyılın anlaşmasını bir bir hayata geçirmek için çalışmaya devam edecek. Olmayan İslam Dünyası’nın kınamaları da havada yasını tutacak.
Sahada güçlü olduğu için masada da güçlü olduğu vurgulanan Türkiye’den de “kınama” feryatları yükselmeye başladı. İktidarıyla, muhalefetiyle herkes ABD’yi kınıyor. Sokağa çıkan vatandaş da kınıyor, cumhurbaşkanı da kınıyor.
Bize, kimse proje hakkındaki düşüncelerimizi sormamasına karşın yine de kabul edilemez buluyoruz.
İşin ilginç yanı, kınamalardan ABD’ye şu ana kadar herhangi bir kına gelmiş değil.
Peki; olmayan İslam Dünyası’nın “Kınama” dışında bir gücü var mı?
Maalesef yoktur.
Gözümüzün önünde Filistin’i kaybediyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Ocak 2009 tarihinde başbakanlık yaptığı dönemdeki “One Minute” çıkışından şimdi eser yok.
“Şam’da Cuma namazı kılacağız” denerek şekillenen Orta Doğu politikamızda geldiğimiz nokta, ateş çemberi.
Suriye, Irak, Libya, Mısır, Suudi Arabistan ve sayamayacağımız daha onlarca ülke bitik vaziyette. Elimizde bir Rusya bir de İran var. Onlarla da her an kayış atabilir.
Rusya bizimle anlaşma yapıp bölgede istediği gibi at koşturuyor. İran’ı da anlamak için tarihin sayfalarını çevirmek yeterli olacaktır.
“Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” felsefesi, altın çağını yaşıyor. Komşularımızla “sıfır sorun”dan üstün dış politika başarısıyla sorunsuz komşumuz kalmadı. Çağ atladık.
Elbette çok rahatlıkla tüm suçu “deli” dediğimiz Trump’a, Siyonizm’e, İsrail’in bölgedeki entrikalarına yıkabiliriz ki zaten öyle yapıyoruz.
Önümüze gelen zaten bizi aldatmıyor mu?
O zaman dert edinecek bir durumumuz da yoktur. Portremizi dev aynasında görmeye devam edelim.
Hani İslam Dünyası diyoruz ya; bu hale gelmemizin sorumluluğu İslamiyet’te değil bizlerin İslam dininin şartlarını hayatımıza tatbik edemememizden kaynaklanıyor.
Bir liderimiz dediğimiz Peygamberimizin (s.a.v) yaşantısına bakalım bir de dönüp kendi yaşantımıza.
Çağa İslamiyet üzerinden değil nefsimiz üzerinden ayak uyduruyoruz.
Kuşun biri kiliseye girer, papazın elindeki şaraptan içer ve haç’ın üzerine pisleyerek kiliseden çıkar.
Buna dikkat eden papaz şöyle der: Eğer Müslüman kuş isen kiliseye girmez şarap içmezdin, eğer Hıristiyan kuş isen haç’a pislemezdin.
Acaba sen necisin?
İşte bizlerin de Müslüman olarak cevaplaması gereken soru budur.