18 Temmuz 2018
Çocukları eğitmek de, aileyi korumak da devletin anayasal görevidir. Zaten bu yüzden Milli Eğitim ve Aile Bakanlıkları kurulmuştur. Aile Bakanlığı güzel işler de yapıyor. Ama asıl mesele aile: Çocuğun terbiye temelleri ailede atılır.
Eskiden devletin ailelerle irtibatı, doğum kontrolü seviyesinde idi. Çocuklara verilen resmi eğitimin hali ise ortada. Ders kitaplarımız hâlâ yalan ve yanlışlardan arındırılamadı. Eğitim sistemimiz hayattan kopuk: Bir yanı Atatürkçülük, bir yanı lâiklik: Ötesi tepeleme slogan! Biraz şiir, biraz marş, birkaç tavsiye, birkaç da tokat... Gerisi zaten teknik bilgi? Talim-Terbiye´nin tavsiye ettiği kitap dışında kitap okumak bile yasak! Sorgusuz, sualsiz, tartışmasız, meraksız bir sistem! Daha doğrusu eğitimsiz bir öğretim? Yalnızca belletmeye, ezberletmeye dayalı...
?İkinci otorite merkezi? (birincisi aile)olması gereken öğretmenler, sık sık aleyhine yapılan yayınlar sebebiyle, çocuğu eğitmekten korkuyor. ?Gözünün üstünde kaşın var? dese, sorumsuz televizyon kanalları vasıtasıyla karalanıp ?canavar? ilân edilmekle kalmıyor, bir de idari ve cezai soruşturmalarla cedelleşmek zorunda bırakılıyor. O da ister istemez, çocuğu ?eğitme?ye boşverip, ?öğretmek?le yetiniyor. Bu da ortamın daha beter lâçkalaştırıyor.
Çevre zaten alabora: Bin türlü kötü örnek kol geziyor. Aç kurtlar, envaı çeşit tuzaklar hazırlamış, gençlerin düşmesini bekliyor. Biraz erkek-kız arkadaşlığı, biraz flört, bir parça diskotek; ?aileden bağımsızlık? seremonisi, bir tutam feminizm modası, bir tutam özgürlük; az-biraz alkol, birazcık da uyuşturucu madde merakı; derken, malum gazete, dergi, televizyon kanalları...
O sırada aileler ne yapıyor diyeceksiniz? Bunu hiç sormayın. Kuzguna bile yavrusu şirin görünür ya, her ailenin kendi çocuğu sütten çıkmış ak kaşık! Öylesine tertemiz, öylesine iyi yetişmiş. Bakmayın siz uçarı göründüğüne, sorumsuz gibi durduğuna, aslında sorumluluğunu bilmektedir. Üstelik de çok zekidir kerata, azıcık derslerine çalışsa çok başarılı olacaktır, ama zekâsına güvenip çalışmaz. Çalışsa da fark etmez, çünkü öğretmenleri takmış çocuğa, bu yüzden okula gittiği günlerde bile yok yazılmış. Ve bunun sonucunda sınıfta kalmış. Yoksa bu kadar sorumlu bir çocuk hiç okuldan kaçar mı?
Hangi anne-babayı dinlerseniz dinleyin, çocuklarından ufak-tefek şikâyetlerde bulunurlar, ama şikâyetlerinde bile çocuklarını övme eğilimi vardır: Toz kondurmazlar.
Doğrusu şu ki, anne-babalar kendi çocuklarını pek tanımaz. Bir zamanlar veli toplantılarına gittiğimde, hem iştirakin azlığına şaşardım, hem de anne-babaların öz çocuklarını öğretmenlerine sormalarına. Öğretmenler de şaşardı bu işe. Saygıdeğer bir öğretmenin şu yakınmasını unutamıyorum. Demişti ki:
?Yahu ben bu çocukları haftada ancak birkaç saat görüyorum. Zaten sınıflarımız altmış-yetmiş kişilik. Çocuğu tanıyana kadar okul bitiyor. Aileler bana çocukları hakkında bilgi vereceklerine, benden bilgi istiyorlar.?
Haklıydı. Öğretmen, haftada birkaç saat derse girmekle onca çocuğu nasıl tanısın? İstese bile buna vakit yoktu.
Öte yandan ailelerin de çocuklarını tanıyacak zamanları olmuyor. Yeni elbiseler alıyorlar, cebine imkânları ölçüsünde harçlık koyuyorlar, eline en âlâsından ?akıllı telefon? veriyorlar, arada bir yarımağız ?okul nasıl gidiyor?? diye de soruyorlar!
Daha ne olsun?
Çocuğun hayatta ve sosyal medyadaki arkadaşlarıyla, ne tür kitaplar, dergiler okuduğuyla, kimlerle görüştüğüyle, nasıl vakit geçirdiğiyle kimse ilgilenmiyor. Arkadaşlarını seçmede kullanacağı kriterler çocuğa verilmiyor. Babanın işleri öylesine yoğundur ki, akşam ya dosyalarla eve gelmekte ya da televizyon izlerken yorgunluktan uyuyakalmaktadır.
Annenin de işi çoktur. Bütün gün çocuğun kirlilerini yıkamaktan, dağıttıklarını toplamaktan, kirlettiklerini temizlemekten canı çıkmaktadır. Bu yüzden evladıyla konuşacak fırsatı pek olmuyor.
Geceler çuvala mı girdi diyeceksiniz? Girmedi, fakat gecelerimiz bizim değil ki, gecelerimizi ekranlar tüketiyor!
Kaynak: Yeni Akit.com