Önümüzdeki hafta sonu (19 kasım cumartesi) öğretmenler için kariyer basamağı sınavı yapılacak. “Uzman Öğretmen” ve “başöğretmen” kategorilerinde yeni bir hiyerarşik düzen ihdas edilecek. Aday öğretmenlik dahil meslekte on yılını dolduranlar uzmanlık sınavına girmeye hak kazanacak. Uzman olarak on yıl görev yapmış olanlar ise başöğretmenlik sınavına girebilecek. Sınava girmeye hak kazananlar,öncesinde, bakanlığın belirlediği (80-100 saat arasında değişen) videoları izleyecek. Yüksek lisansını tamamlayan öğretmenler uzmanlık; doktora yapmış öğretmenler ise başöğretmenlik için uygulanacak yazılı sınavdan muaf tutulacak. Uzman ve başöğretmen unvanı almaya hak kazanan öğretmenlerin maaşlarında ise 2000 ila 5000 TL arasında artış olacak.
Bakanlığın zaviyesinden bakıldığında öğretmenlik meslek kanunu ve buna bağlı olarak ihdas edilen kariyer basamakları yönetmeliği cumhuriyet tarihimizin en önemli adımlarından biri. Bu sayede öğretmenler arasında yüksek lisans ve doktora yapanların sayısı artacak. Böylece milli eğitimde niteliksel sıçrama gerçekleşecek! Kozmetik/biçimsel değişimi yapısal değişimden ayırt edemeyen zekaların erk sahibi olduğu ülkemizde böyle beklentileri normal karşılamak gerekiyor herhalde… Marifet nazariyesinden yoksun “milli eğitimle” olsa olsa Japonya ya da Amerika’nın kötü bir kopyası olabilir Türkiye…
Bizzat sahada olan biri olarak diyebilirim ki bu sınavın öğretmen havzasında temel motivasyonu “para”dır. İstisnalar olabilir ancak bilindiği üzere istisnalar kuralı doğrulamak içindir. Yani öğretmenler kendilerini niteliksel anlamda ileriye taşıyacağına (mesleklerinde daha üst bir noktaya eriştireceğine inandıkları için) değil,maaşlarında yapılacak artışı önemsedikleri için bu sınava giriyorlar. Çoğu bu uygulamanın istiskal edici olduğunun farkında. Lakin “viran olası hanede evlad u ıyal var” sözü onları bu istiskali sineye çekmeye zorlamış gibi görünüyor… Gönül isterdi ki öğretmen camiası kendisine reva görülen bu itibar suikastine tek ses olarak yanıt versin. Fakat iktidara yaltaklanarak konforlu istikbal yatırımı yapanlarla onlara muhalif (miş gibi) görünenler arasındaki gerilim tek sesliliğin oluşmasına engel oldu…
1981 yılında yapılan X.Milli Eğitim Şura’sından bu yana peyderpey gündem yapılan “öğretmen yetiştirme” başlığıyla ilgili atılan son adım “öğretmenlik meslek kanunu” çıkararak kariyer basamaklarının sınavla belirlenmesi şeklinde olmuştur. Aday öğretmen-öğretmen-uzman öğretmen-başöğretmen ( bir de bunların dışında zaman zaman cılız seslerle gündeme gelen ve aslında öğretmen emeğinin acımasızca sömürülmesinden başka bir şey olmayan “ücretli öğretmen” kategorisi var) olmak üzere dört kategori üreten bu son adım zaten ihtisas mesleği olan öğretmenliği, sınavla ihtisas kazanılan meslekler grubuna dahil etmiştir. Böylece öğretmenliğin en önemli dayanaklarından biri olan tecrübe önemsizleştirilerek yok sayılmıştır. Uzmanlık ve başöğretmenlik için izlenme şartı koşulan ve yaklaşık 80-100 saat süren ÖBA videoları, Türkiye’nin eğitim-öğretim gerçeğiyle alakasız teorik metinlerden müteşekkil olduğu için öğretmen camiası tarafından izlenmeye değer bulunmamış “boşluğa” izletilmiştir. Yani bir çok işimizde olduğu gibi “mış gibi” yapılmıştır… İçine düştüğümüz duruma bakar mısınız? “Yükseltmek” için yaptığınız çalışma, attığınız adım daha baştan “sahtekarlık” üretiyor. İşin daha garip tarafı ise,herkesin bu durumun farkında olması. Anlıyoruz ki, zincirleme bir sahtekârlık söz konusu… Kimsenin karşısındakini ikaz edecek, ona doğruyu hatırlatacak yüzü kalmamış. Çünkü kendisi de aynı çirkefliğin içinde… Tarihin seyrini, ülkelerin kaderini değiştirme gücü olan öğretmenlik mesleğini böylesi bir sahtekârlığa alet edenler, bu ülkenin hayrını düşünüyor olamaz. Zaten her geçen gün büyüyen kültürel, entelektüel kuraklık iklimi, öğretmenliğin uğradığı bu ağır saldırılar nedeniyle daha da büyüyecek gibi görünüyor… Okulu işletme, öğrenciyi müşteri, öğretmeni tüccar, müdürü ise CEO olarak gören yaklaşım (her geçen gün) egemenliğini perçinliyor.
Bakanlık, kariyer sınavlarına müracaat eden 614 bin öğretmenin sınavı geçmesi, aksi taktirde “öğretmenlerin yetersizliği “ algısının kamuoyunda oluşturacağı infiali göğüslemeği göze alamadığı için olsa gerek, örnek soru tiplerinin olduğu kitapçık yayınlıyor. Bazı sendikalar da üyelerine soru örnekleri dağıtarak sınavdan geçer not almalarına yardımcı olmaya çalışıyor. Öncesinde de yine sendikalar bazı üniversitelerle protokol yaparak üyelerinin “para karşılığı” yüksek lisans ve doktora unvanı almalarını sağlamış, bu sayede idari birimlerde kadrolaşmışlardı.
Kariyer sınav(lar)ını “para getirisi” bağlamında sunmak, bir ülkenin bugünü ve yarını üzerindeki etkisi tartışılmaz olan öğretmenliği, kapitalist/neo-liberal rekabet düzeninin süfli doğasına mahkum etmekten başka bir anlama gelmez. Öğretmenlik, bordro ve mevzuat sınırlarına hapsedilemeyecek kadar ulvidir. Bunun farkında olmayanlardan ne bu ülkeye ne de insanlığa hayır gelir. Epistemolojik emperyalizmin prangalarından kurtulmak istiyorsak, öğretmenliğin kıymetini takdir etmek zorundayız. Eğer mesele öğretmenlerin niteliğini artırmaksa, bunun yolu video izletip ardından çoktan seçmeli sınava sokmak değildir. Anadolu’da güzel bir deyiş vardır: “bakmakla öğrenilseydi kediler kasap olurdu”.
Niteliğin ikamesi için eğitim fakültelerine öğrenci kabul süreci de dahil olmak üzere çok yönlü, uzun erimli ve sistematik bir çabayı göze almak gerekir. Kaldı ki bu sınav “öğretmenliğin kalitesini” ölçmüyor. Ölçemez de…Edilgin pozisyondaki öğretmene aktarılan (ve elbette ki yorumlanmış) bilginin “kalıcılığını ölçüyor”. Yani üretkenliğe değil pasifliğe yöneltiyor. Öğretmene “kayıt cihazı” muamelesi yapıyor. Mesleki tecrübesine zerre kadar kıymet vermiyor. “Senin ne yaşadığın değil benim sana aktardığımı anlayıp anlamadığın önemlidir” mesajını veriyor. Eğitim-öğretimin sıcak, canlı, cana yakın doğasını aşındırıyor. Yerine soğuk ve mekanik bir süreç öneriyor… Üstenci, buyurgan, elitist, merkeziyetçi bir Ankara havasını teneffüs ettiriyor… Sahadan haberi olmayan ama sahanın her zerresine nüfuz etmek isteyen bürokratik bir körlüktür şahit olduğumuz… Öğretmenliğin kariyer basamaklarını ve bu basamakların nasıl çıkılacağını belirlerken (yani usul ortaya koyarken) evvela bu mesleğin niteliksel mahiyetinin farkında olmak lazım gelir. Niteliksel olanı nicelikten medet umarak ölçmek mümkün değildir. Eğitim-öğretim süreçlerini istatistiki veri depolama bağlamına hapseden teknokrat zekâ, ne yazık ki, keyfiyet-kemmiyet farkından haberdar değil.
Yapılacak çoktan seçmeli sınav, üniversitelerin soğuk duvarları arasında üretilmiş (hayattan kopuk) akademik bilgiyi ölçe(bili)r. Oysa öğretmenlik sadece bilmekle ilgili değildir. Bildiğini muhatabının idrak düzeyine göre aktarmayı da bilmektir. Bu ise tecrübeden bağımsız değildir. Kariyer basamaklarını planlayan teknokrat zekâdan tecrübenin ehemmiyetini takdir etmesini beklemek (elbette ki) boşunadır. Lakin hiç olmazsa şu soruya yanıt arasaydılar ; “lokantaya bulaşıkçı alınacağı zaman bile ” tecrübe” aranırken, ülkenin kaderini etkileyen öğretmenlik mesleğinde kariyer sahibi olmak için tecrübenin niçin zerre kadar kıymeti yok? Bu mesleğin bulaşıkçılık kadar değeri yok mu?
Bu bağlamda kariyer basamağı sınavının öğretmenlerin “serbest piyasa tanrısına” kurban edilmesi (ve/ veya/ya da) neo-liberalizmin anything goes (her şey mubah/ne olsa gider) klişesi tarafından teslim alınması anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Bu istiskal edici tutum karşısında atılacak en sahih adım radikal bir itiraz/reddediş olabilir. Bu sayede öğretmenler ( ki onlar tarihin seyrini değiştir/ebil/me kapasitesi ve kabiliyeti en yüksek olanlardır ve yine onlar toplumların niteliksel sıçrama yapabilmesini mümkün kılacak yetkinliğin mimarlarıdır ) izzetli bir duruş örne(kli)ği sergilemiş olacaktır. Bu da bir derstir… Hem de tarihe altın harflerle yazılacak bir ders…
Öğretmenler ;
“Uzmanlığınız” da “başöğretmenliğiniz” de sizin olsun… Biz sizin onur kırıcı bu adımınızı meşru görmüyoruz…” diyerek mesleğinin şerefini ve itibarını murdar şirketokrasi kültürünün propaganda memurlarından koruyabilir… İnsanı insanlıktan çıkaran bu haramzade düzenin necis doğasına teslim olmayı reddedebilir… Bu düzenin CEO’luğunu yapanların zihinsel istifra kabilinden argümanlarını küçük bir fiske ile tarihin çöp sepetine atabilir… Ulufe beklentisi içinde olmadığını, paranın satın alamayacağı şeylerin hala var olduğunu gösterebilir… Yarının Türkiye’sine hatırlanmaya değer bir eylemlilik bilincini miras bırakabilir. Otorite sahiplerine yaltaklanarak konforlu istikbal yatırımı yapan müptezellerin anlayamayacağı bir eylemlilik bilinci…
Yola muhafazakar demokrat olarak çıkıp iktidar olan ve fakat muktedir olmak için faşizmin zır cahil, maço,berduş,statükocu, anti-entelektüel ve mafyatik dünyasına sığınarak “muhafazakar faşizm”de karar kılanlardan medet ummak ne kadar ahmakçaysa, onlara muhalif (miş) gibi yapan fakat aralarında sadece “ton farkı” olanlardan medet ummak ta o kadar ahmakçadır. Dayatılan gerçekliği öğretmenin bizzat kendisi reddetmelidir…
Öğretmenlik mesleğinin onurunu, izzetini,vakarını,haysiyetini ” cüz-i bir miktar karşılığında” satın almak için atılan son derece sinsi bir adımla karşı karşıyayız. Bu satın alış sayesinde kapitalist/neo-liberal paradigmadan esinlenen ahlak öğretisinin serlevhası olan ” paranın satın alamayacağı şey yoktur” temel ilkesi bir kez daha ( hem de çok güçlü bir şekilde) egemenliğini ilan etmiştir. İnsanın kendisine yaptığı kötülük çoğu zaman başkalarının yaptığından büyüktür… Bir özeleştiri olarak diyebilirim ki sürecin bu noktaya evirilmesinde öğretmenlerin pasifliği ve paraya perestiş etmeleri çok etkili olmuştur. Oysaki her şeye rağmen direnişi tercih edip bu itibar suikastini bertaraf edebilirdi öğretmenler…
Halihazırda Türkiye’de ve Dünya’nın bir çok yerinde kapitalist/neo-liberal sosyal-siyasal-akademik-hukuki-ahlaki gerçekliğin sağ/muhafazakar/dindar geçinenler eliyle tahkim ve terviç edildiği hakikatiyle (radikal bir şekilde) yüzleşmek gerekiyor. Bu da ancak “ilmî/entelektüel sorumluluk ve celadet sahibi” olanların harcıdır.
Kaynak: farklı bakış