Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Öfke ve Bilinç Fırtınaları

Atasoy Müftüoğlu, Türkiye’ye özgü muhafazakâr karşı kültür üzerine bir değerlendirmede bulundu.

Öfke ve Bilinç Fırtınaları

Küresel metalaşma süreçleri, insanlığı, toplumları, insani/ahlaki/vicdani dünyalara yabancılaştırıyor, insanlar/toplumlar, ahlaki farkındalıkları bütünüyle kaybediyor, hayatın/dünyanın/tarihin her alanını çıkar ilişkileri/beklentileri, çıkar putperestlikleri belirliyor, anlam kaybı yaşayan toplumlarda, ticari hayat tarzları ortaya çıkıyor. Küresel militarizm, küresel felaketleri hazırlayacak şekilde yükseliyor, umutsuz sorumsuzluklar normalleşiyor. Günümüzde İslami cemaatleri, tasavvuf/tarikat hareketlerini de içerisine alan, olumsuz yönde dönüştüren, bu cemaatlerin, hareketlerin, İslam’la ilişkilerini yüzeysel/pragmatik ilişkilere indirgeyen küresel metalaşma bütün ahlak/değer sistemlerini altüst ediyor, bütün temel ilke ve idealleri değersizleştiriyor. Türkiye’nin bir yanda Filistin davasını savunur/sahiplenir görünürken, bir diğer yanda Filistin halkına yönelik soykırım vahşeti ve canavarlığı sırasında İsrail'le ticari/diplomatik ilişkilerini sürdürmeye devam etmesi, çıkar/piyasa putperestliği konusunda çok çarpıcı, çok incitici, rencide edici bir örnektir.

İslam toplumlarında, İslam, bugün, daha çok yorum konusu olurken, temsil ve tecrübe konusu olmaktan çıkmış bulunuyor. Bu toplumlarda, muhafazakar, yerli/milli popülizmler, kendine özgü bir gerçeklik üretiyor. Bu yapay-kurgu gerçeklik, hiçbir şekilde İslami varoluşun/aidiyetin hakkını veremiyor. Popülist sağcılık, popülist muhafazakarlık, popülist dindarlık, İslam’ın bilinç evini, bilinç ailesini târumar ediyor, İslam’ı, evrensel, varoluşsal köklerinden kopararak, yerinden ediyor. Bütün bunlar, İslam’ı yerli-milli bir folklore dönüştürerek, bir tür yerel maneviyatçılığa dönüştürerek, mistisizme dönüştürerek, yerli-milli hapishanelere kapatıyor. Bütün bu nedenlerle, İslam dünyası, günümüzde varoluşsal bir açmaz ile radikal bir belirsizlik içerisinde bulunuyor. İslam’ın, yerel/sağcı/muhafazakar tiranlar aracılığıyla, Amerikan emperyalizmi tarafından kontrol edildiği, çarpıtıldığı, kısıtlandığı bir dönemde, bu varoluşsal açmaz daha çok derinleşiyor.

Günümüzde, içerisinde yaşadığımız toplumlarda, ahlaki yoksulluk, düşünsel/kültürel/entelektüel yoksulluk, ekonomik yoksulluk toplumsallaşır; cinsel sapıklıklar, kadın cinayetleri, uyuşturucu/kumar bağımlılıkları, mafyalar/çeteler kol gezerken, yerli- milli, muhafazakar propaganda gerçekliği, yalnızca iktidar çıkar ve ayrıcalıklarını nasıl sürdürebileceğini gündemde tutuyor.

Sağcı-muhafazakar propaganda gerçekliği, günümüz dünyasındaki gerçek tehditleri hiç görmediği için, hayali tehditler icat etmek suretiyle siyaset yapıyor, hayali tehditler temelinde yeni milliyetçilikler, yeni mezhepçilikler üretiyor. İslam, tarihin her döneminde çoğulcu bir yapı-sistem-model üzerinde hassasiyetle yoğunlaşırken, yerli-milli, kurgu propaganda gerçekliği, gücün tek elde toplanmasını dayatıyor. Toplumlarımızda, düşünce adamı olmaktan çok aksiyon adamı olan popülist politik figürler, büyük sorular, büyük sorunlarla ilgilenmek yerine, iktidar çıkar ve ayrıcalıklarını kaybetmemek için, her gün birbirinden farklı, kimi zaman birbirleriyle çelişen/ çatışan referanslara yöneliyor. Sözünü ettiğimiz pragmatik ilgiler, pragmatik/ilkesiz/çıkarcı tercihler, istisnasız bütün yapısal/hayati/tarihsel sorunları görmezden geliyor. Politik kadrolar/iktidarlar, çıkarlarına hizmet etmesi durumunda, İslamı, çıkarlarına hizmet etmesi durumunda, ırkçılıkları/milliyetçilikleri, çıkarlarına hizmet etmesi durumunda, sekülerizmi araçsallaştırabiliyor.

Günümüz İslam toplumları faşizan özellikler sergileyen muhafazakarlıkları içselleştirdikleri için, İslam toplumları bugün, ne yazık ki, İslami bir beklenti ufkuna sahip değiller. Toplumlarımızda, çok derin bir bağnazlığın ifadesi olarak yaşatılan, kimi dönemlerde resmi müdahalelerle güçlendirilen/harekete geçirilen etnik-mezhepçi patolojiler, küresel bir İslami hareketi/dayanışmayı imkansız kılıyor. Küresel İslami hareketi/dayanışmayı imkansız kılan, kabilecilikler/hizipçilikler, köylülük ve taşralılıklar sebebiyle, İslami bir toplum modelini ortaya koyabilecek, evrensel zihinler-kadrolar yetişmiyor, radikal-entelektüel eleştirel bir iklim-ekol oluşmuyor. Bütün bu nedenlerle, gerçekliklere kayıtsız kalan tehlikeli bir körlük biriktiriyoruz. Bir yanda konformist kültürün muhafazakar nesneleri, bir diğer tarafta, Batılı ideolojik söylemin seküler nesnelerinden oluşan içerisinde yaşadığımız toplum, nesneler toplumu, evrensel insanlığa, evrensel insanlığın bilinç ve vicdanına hitap edebilecek yetenekte düşünürler/filozoflar/aktivistler yetiştiremiyor.

İnsandışı bir zeka'nın, insanlığa yön verdiği bir dünyanın tuhaflığı/çelişkisi/belirsizliği ile karşı karşıya bulunuyoruz. Teknoloji tiranlıklarının köleleştirici araçları, varoluşsal bütün anlamları/düşünceleri/felsefeleri insanlığın gündeminden uzaklaştırıyor. Sömürgeci geçmişleriyle, hiçbir zaman yüzleşmeyen, buna hiçbir zaman ihtiyaç duymayan, emperyalistler, her dönemde yeni sömürgecilikler icat ediyor, hayata geçiriyor. Yeni sömürgecilik, sömürgeci/ ırkçı amaçlar adına, Müslümanların, İslam’ı siyasal bir varoluşun-duruşun-yaşayışın ifadesi olmak üzere temsil çabalarını İslami faşizm olarak etiketlediği-dışladığı, bir tehdit unsuru olarak algıladığı için, yüzyıllardır etkin bir İslami varoluşu mevcudiyeti temsil edemeyen Müslümanlar, İslam’ı, sufi-mistik bir tercih olarak tecrübe etme yolunu seçiyor. Günümüzde insanlık, emperyalist çıkarlara hizmet etmeyen toplulukları, halkları "terörist' olarak damgalayan bir dünya düzeninin muhatabı durumundadır. Modern Batılı ülkeler, geçtiğimiz yüzyıllarda sömürgeciliği/emperyalizmi/etnik temizliği/katliam/işgal/istila, ve toprak hırsızlıklarını normalleştirdikleri için, bugün de, Siyonist canavarlık/vahşet devleti İsrail, modern dünyanın ayrılmaz ideolojik bir parçası sayıldığı için, Batılı ülkelerin yaptıklarını yapmakta hiç bir sakınca görmüyor, savaş hukuku diye bir hukuku asla tanımıyor.

İslam toplumları, sözcüklerin dünyasından, eylemlerin dünyasına geçmeyi düşünmediği için, İsrail karşısında, ezici bir sessizlik, ezici bir etkisizlik, ezici bir ikiyüzlülük/münafıklık, ezici bir hiçlik sergilemeye devam edebiliyor. Sözcüklerin dünyasından, eylemlerin dünyasına geçilebilmiş olsaydı, Filistin-Beyrut soykırıma maruz kalırken, İslam toplumları dalga dalga yayılan öfke ve bilinç fırtınalarıyla ayağa kalkmış olacaktı. İslam toplumlarında çıkar tercihleri, çıkar putperestlikleri çok büyük bir kimlik/kişilik krizine neden oluyor. İkiyüzlü bir varoluş hali, yüzsüz bir varoluş hali, ahlaki derin uçurumlar oluşturuyor. Çıkarların kılığına bürünen sahte varoluşlar, karanlık tercihlerde bulunabiliyor, ilkesel sefaleti normalleştirebiliyor. Ahlaki uçurumlar sebebiyle neyin kimin gerçek ya da sahte olduğunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Kalbini yitiren kitleler, gündelik otoriter popülizmin önünde savruluyor. Sağcı-muhafazakar propaganda dili, İslami kültür/tefekkür/bilgelik adına ne varsa ne kalmışsa bütün bunları silip süpürüyor. Katı-kirli-bağnaz etnik bencillikler, mezhepçi bencillikler, en sorunlu, en zayıf, en patolojik yanlarımızı ortaya çıkarıyor. En patolojik ve en utanç verici yanlarımızın etkisi altında yaşamaya devam ettiğimiz için, pervasız adaletsizlikleri görmüyor, resmi hikayelerin doğru olup olmadığını merak etmiyoruz. Taşralılığı seçmek kolay olanı seçmek olduğu için, zor olan evrensel bilinç alanına çıkmayı düşünmüyoruz. Günümüz İslam toplumlar evrensel bilinç inşası yönünde bir sorumluluk üstlenmedikleri için, bu toplumlar, stratejik ittifaklar kuramıyor. Etnik sınırlara hapsolmak, mezhepçi-hizipçi sınırlara hapsolmak, aziz ve mükerrem İslamın bütün imkanlarını mutlak bir imkansızlığa dönüştürüyor. Derin bağnazlık ve derin önyargıların oluşturduğu hapishanelerde yaşayan Müslüman topluluklar, birbirlerine tahammül edemezlerken, emperyalist dayatmalara, aşağılanmalara, hakaretlere, saldırılara tahammül edebiliyor. İslami bünyenin yaşadığı parçalanmışlıklar, inançlarımızla eylemlerimizin bütünleşmesine izin vermiyor. Parçalanmışlıklarla yüzleşmeyen, bu parçalanmışlıkları aşma iradesine sahip olmayan toplumlar, İslami umutlardan söz edemezler. Emperyalistlerle "müttefik"lik ilişkisi içerisinde olan ulus-devletlerle, İslami anlamda iyi şeyler yapılamaz, çünkü, bu ittifaklar İslami dayanışmaya geçit vermezler. Gerçek anlamda dayanışmanın gücünü ortaya koyabilmek için, evrensel İslami ufku, görünür, yaşanılır, temsil ve tecrübe edilebilir kılmak gerekir. Evrensel İslami ufkun temsil ve tecrübe edilebilmesi için, yerli-milli mitolojilerin, uydurulmuş geçmişin, "şanlı tarih" retoriğinin rahatlatıcı/uyuşturucu aşırılıklarıyla yüzleşebilecek eleştirel bir tarih bilinci oluşturulması hayati önemi olan bir konudur. Eleştirel tarih bilincinin, sömürgeci yalanlardan oluşan modern tarihle, tarihi kirleten evrensel ideolojik yalanlarla hesaplaşması, modern tarihin insanlığa karşı işlediği, işlemeye devam ettiği ağır suçları teşhis ve teşhir etmesi de büyük bir zorunluluk/sorumluluktur. Sömürgeci ideolojinin, çıkar mücadeleleri tarihini "uygarlık misyonu" tarihi olarak insanlığa dayatmasının, dayatabilmesinin, Müslüman toplumların/kültürlerin, İslami anlamda eleştirel evrensel bir tarih bilincine sahip olmamalarıyla yakın bir ilişkisi vardır.

Dini popülizm uyuşturucularıyla, hurafeleriyle, politik popülizm uyuşturucuları ve hurafeleriyle ele geçirilen, ele geçirilebilen, yönlendirilebilen, araçsallaştırılabilen, sömürülebilen toplumlar, yirmi birinci yüzyıla hiçbir şey söyleyemezler, teknolojik otokrasi yüzyılı karşısında hiçbir varlık ve hayatiyet gösteremezler. Karizmatik bir dini figürün, ya da karizmatik bir politik figürün ufkuna kapatılmak suretiyle, sistematik bir şekilde, popülizm uyuşturucularına maruz kalan, bütün hayatları, birkaç romantik/nostaljik sloganın sınırları içerisine sıkıştırılan toplumlar, bir toplama kampı toplumundan farksızdır. Hayatın bütün boyutlarının metalaştırılabilmesi, insanların, toplulukların, cemaatlerin de İslami temel ilkelere yabancılaştıklarını gösterir. Toplumlarımızda bugün yaşanmakta olan metalaşma ve çıkar mücadeleleri ilkesel bir yabancılaşma, kimliksizleşme, kişiliksizleşme ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Çıkar mücadelelerinin, cemaat/tarikat bünyesinde bile normalleştiği bir toplumda, hak ve adalet mücadelesinden bahsedilemez. Çıkar mücadelelerinin belirleyici olduğu zamanlar, insaniliğin ve ahlakiliğin unutulduğu zamanlardır. İnsaniliğin ve ahlakiliğin unutulduğu zamanlarda kontrolsüz-keyfi gücün sınırları olduğunu gösteren bir irade, dayanışma iradesi oluşturulamıyor. Günümüzde, İslam toplumları eşi ve benzeri görülmeyen oportünistler tarafından yönetildikleri için, bu ülkelerin emperyalizmler karşısında yaşadıkları edilgenlikler, hiçlikler, bugün, kusursuz bir itaatkarlığa dönüşmüş bulunuyor. Mutlak tahakküm ideolojisi olan "uygarlaştırma misyonu" ideolojisi yoluyla, yüzyıllardır ve bugün bütün kötülükler, soykırımlar ideolojik Haçlı seferleri meşrulaştırılabiliyor. Mutlak tahakküm ideolojisine, ideolojik Haçlı Seferlerine maruz kalan İslam toplumları, bu nedenle, kendi dünya görüşlerini, sosyopolitik sistemlerini seçme özgürlüğüne, ontolojik/epistemolojik anlamda İslami ufku belirleme, tanımlama, hayata geçirme özgürlüğüne sahip değiller. Nazi emperyalizmi gibi, Siyonist emperyalizmi de hayata geçiren, bu mutlak tahakküm ve ideolojisini meşrulaştıran Avrupa kültürüdür. Soykırımcı Siyonist ideoloji/proje, aynen, Nazi ideolojisinde olduğu gibi, dünyada kimin yaşayacağına ya da yaşamayacağına karar verebiliyor. Siyonist terörizm, uluslararası hukukun üstünde olduğunu iddia edebiliyor. Irkçılıklar, sömürgecilikler, soykırımlar ve faşizmler modernizmin karanlık yüzünü somutlaştırmaya devam ediyor.

 

Devamı >>>



Anahtar Kelimeler: Bilinç Fırtınaları

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER