Gelecek Partisi (GP) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Haziran ayında Diyarbakır’ı ziyaret etti ve burada “Demokratik Geleceğimizin İnşası: Kürt Meselesi” başlıklı bir çalıştaya katıldı. Çok sayıda sivil toplum aktörünün iştirak ettiği çalıştayın açılışında Davutoğlu, Türkiye’nin yeni bir demokratikleşme sürecine ihtiyacı olduğunu belirtti ve partisinin Kürt meselesine bakışını yansıtan 10 maddelik bir metni kamuoyunun bilgisine sundu.
GP, Kürt meselesini birbiriyle bağlantılı üç alanda ele alıyor. Alanlardan ilki, memleketteki herkesin hayatına tesir eden genel demokratikleşme problemleridir. İkincisi, Kürtlere özgü, onların maruz kaldığı sorunlar ve bu sorunlara bağlı olarak yoğunlaşan talepleridir. Üçüncüsü de, sınır ötesindeki Kürtlerle -ki Davutoğlu onları “tarihdaşlarımız” ve “soydaşlarımız” olarak niteliyor- olan ilişkilerdir.
Üç Alan
Davutoğlu, kapsayıcı bir çözüm için bu üç alanda eş zamanlı olarak harekete geçilmesini; demokratik bir siyaset ile ülkedeki bütün vatandaşların istemlerinin karşılanmasını ve sınır ötesindeki Kürtlerle de bağların sıkılaştırılması gerektiğini vurguluyor. “Kürt Meselesi: Yeni Bir Demokratikleşme Sürecinin Temel Unsurları” adlı metnin de bu anlayışla kaleme alındığı görülüyor.
Nitekim metnin 3’üncü maddesindeki “sivil, özgürlükçü ve kapsayıcı anayasa”, 4’üncü maddesindeki “düşünce ifade özgürlüğü” ve 10’uncu maddesindeki “yeni bir sosyo-ekonomik kalkınma stratejisi”, daha ziyade birinci alanda yapılması düşünülenlere işaret ediyor. Metnin 9’uncu maddesi ise üçüncü alana, yani sınır-dışı Kürtlerle ilişkilere hâkim olması gereken ilkeleri içeriyor:
“Türkiye, sınırları dışındaki tüm tarihdaş ve soydaşlarla farkındalık ve sorumluluk ilkeleri ışığında ilişki içinde olmayı ve bölgeye onlarla birlikte oluşturulan bir vizyon çerçevesinden bakmayı temel bir ilke olarak ilan etmelidir. Biz, doğal tarihdaş ve soydaş olarak gördüğümüz komşu ülkelerdeki Kürtlere bu genel ilke çerçevesinde bakıyoruz. Sınır ötesinde yaşayan Kürtlerin geleceği ne emperyalist güçlerin ne de terör örgütlerinin insafına terk edilemez. Türkiye olarak sorumluluğumuz ve görevimiz, sınırlarımızın dışındaki Kürtleri tehdit olarak görmek yerine bütün diğer soydaşlarımız gibi Kürtlerin de bulundukları ülkenin onurlu ve eşit vatandaşları olmalarına katkı sunmaktır. Komşu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde gerçekleşecek böylesi bir katkı bu ülkelerle aramızdaki barışçıl ilişkileri güçlendirecektir.”
Vatandaşlık, Anadil ve Yerel Yönetimler
Türkiye’de Kürtlerin taleplerinin genel olarak üç noktada toplandığı söylenebilir. Eşit vatandaşlık, anadilde eğitim ve merkezi iktidar-yerel iktidar ilişkilerinin demokratik tanzimi. Elbette bu, söz konusu taleplerin salt Kürtleri ilgilendirdiği anlamına gelmez; buralarda yapılacak özgürlükçü ve demokratik düzenlemeler, bütün vatandaşların yaşam kalitesini artırır. Mamafih, bu taleplerin yoğunluklu olarak Kürtler tarafından dillendirildiği de izahtan varestedir.
GP’nin metninde bu üç talebe de yer veriliyor; 5’inci maddede, “eşit vatandaşlık” ilkesi benimseniyor. Kimsenin özel bir imtiyaza ve ayrıcalığa sahip olmayacağı ve ayrımcılığa tabi tutulmayacağı; etnik, dini ve mezhebi kimliğinden bağımsız olarak herkesin eşit muamele göreceği çoğulcu bir vatandaşlık anlayışı savunuluyor.
7’nci maddede anadil “en temel ve doğal insan hakkı” olarak tanımlanıyor, kimsenin anadile yasak getiremeyeceği, herkesin anadilini öğrenme ve bireysel ve toplumsal yaşamda kullanma hakkına sahip olduğu ifade ediliyor.
“Ülkenin asli dillerinden olan Kürtçeye yabancı veya bilinmeyen dil muamelesi yapılması kabul edilemez. Resmi dilimiz Türkçe olmakla birlikte Kürtçenin kamusal hizmet alanlarında kullanılması Kürt vatandaşlarımızın aidiyet bilincini güçlendirmesi bağlamında ayrıştırıcı değil birleştirici etki yapacaktır. Kamusal alanda, devletin ve yerel yönetimlerin sunduğu tüm hizmetlerde Kürtçenin de kullanılmasının önündeki ideolojik ve yasal engellerin kaldırılması şarttır.”
“Demokratik yerel yönetimler” başlığını taşıyan 8’inci maddede de, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde baskı kurmasını sağlayan bütün yasal düzenlemelerin ilga edilmesi gereğinin altı çiziliyor. GP, seçilenler üzerinde açık bir vesayet olarak işleyen KHK uygulamasının da, hukuk devletine ters düşen ve milli iradenin tecellisini engelleyen kayyım atamalarına karşı olduğunu belirtiyor.
Silahsızlandırma
Ezcümle GP, Kürt meselesinin üç mühim parametresine dair bir perspektif ortaya koyuyor. Kürt meselesinin gündem dışına itildiği bir ortamda bu, kıymetli bir çabadır. Ancak, metinde bir eksiklik var, ona da işaret etmek lazım. O da, bu meselenin dördüncü bir parametresi olan silahsızlandırmadır, metinde buna hiç değinilmiyor.
Ciddi bir eksikliktir bu. Çünkü eğer GP’nin Kürt meselesinin çözümünü de merkeze alan yeni bir demokratikleşme süreci başlatma gibi bir politikası varsa, bu politika silahsızlandırmayı da kapsamak durumundadır. Silahsızlandırma, bu işin olmazsa olmazıdır. Mevcut şartlarda silahsızlandırma üzerine konuşmadan, gerçekte Kürt meselesi konuşulmuş olmaz.
Silah, odadaki fildir. Görmezden gelinemez. Yanından geçip gidilemez. Arkasından dolaşılamaz. Silahları tamamen susturmadan, ülkede istikrar sağlanamaz. Çünkü siyasi mekanizmalarla türlü zahmetlere katlanarak elde edilen kazanımlar, patlayan bir silahla yerle bir olur. Dolayısıyla Kürt meselesini çözmeyi hedefleyen her girişim, silahsızlandırmayı mutlaka programına almalı; bunun hukuki, siyasi, iktisadi ve sosyal çerçevesi üzerinde kafa yormalı, farklı modeller geliştirmelidir.
Hafızayı Tazelemek
Aslında GP, bu durumu en iyi bilecek kadrolardan birine sahip. Zira yakın geçmişte Genel Başkan Davutoğlu ve Genel Sekreter Kani Torun, dünyanın farklı coğrafyalarında çatışma çözüm süreçlerinde bilfiil rol oynadılar. Müzakereler yürüttüler, arabuluculuk yaptılar. Onlar, zehirleyici bir faktör olan silah tamamen devre dışı bırakılmadan demokratikleşmeyi gerçekleştirmenin mümkün olmadığını çok iyi bilirler.
Şimdi kendilerinden beklenen, bu deneyimleri, Türkiye’deki çatışmanın çözümü için seferber etmeleri. Siyasetin milliyetçi kabullere teslim olduğu bir vasatta, Kürt meselesinde bir silahsızlandırma programı açıklamanın riskli olduğu söylenebilir.
Evet, doğru, riskli olabilir, ama siyaset de risk alınmadan yapılacak bir iş değil.
Ayrıca, hafızayı tazelemek; Türkiye’nin bu mevzuya o kadara yabancı olmadığını, gerek Oslo ve gerek çözüm süreçlerinde bu konunun enine boyuna tartışıldığını hatırlamak ve hatırlatmak herkese iyi gelebilir.
Kaynak: perspektif.onlina