Tıp tahsilim esnasında insan bedenindeki öyle mucizelere şahit oluyorduk ki donup kalıyorduk.
Ne var ki, hocalarımdan hiç birinin ?Allah? dediğini duymadım, hatırlamıyorum.
Neden?
Çünkü ?Laik?tik!
?Allah? denirse ?Laiklik elden gider?di!
?Allah? yerine ?doğa? denir, laikliğe sadık kalınırdı(!).
Peki ?doğa? demek, laikliğe aykırı olmuyor muydu?
Elbette, oluyordu.
?Doğa?ya inanmak da bir dindi.
Tıp Fakültesi, devlet okuluydu.
Devlet, ?Laik? olacaksa her inanca eşit mesafede olmalıydı.
Laiklik, ?devletin her türlü inanca eşit mesafede durması? değil miydi?
Demek ki; ?Allah? yerine ?doğa? demekle ?Laik? olunmuyordu.
Devletin, tanrısı ?doğa? olan bir dinden olması ?laik?lik sayılamazdı.
Laiklik bu değildi.
Devlet hiç bir dinden olmamalıydı.
Öğrencileri önünde, İslam Dini´ni hatırlatacak diye ?Allah? kelamını söylemekten kaçınıyorlarsa, kendi dinlerinin tanrısı olan ?doğa? demekten de kaçınmalıydılar.
Gerçek ?Laiklik? buydu!
Peki...
İslam´a bin yıl bayraktarlık yapmış, İslâm bayrağını üç kıtada dalgalandırmış, dört asır hilafet mührünü taşımış bir millet nasıl bu hale gelmişti?
İşte böyle...
19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul Tıbbiyesinin kütüphanesini ziyaret eden Charles Mac Farlane, hayretler içinde kalır. Kitaplıkta Fransız Devrimi´ni hazırlayan filozoflarının kitapları yer almaktadır. Gördüklerini anılarında şöyle anlatır: "Çoktan beri bu kadar açıktan materyalist düşünceyi savunan bir koleksiyon görmemiştim!?
Genç bir Türk, oturmuş, Baron d´Holbach´ın ünlü eseri dinsizliğin el kitabı Le Système de la Nature (Tabiat´ın Düzeni)´ni okuyor, bir başkası Diderot´nun Jacques le Fataliste´si ile Dulaurens´in Le Compère Mathieu´sunu elinde tutuyordu. Cabanis´nin Rapportsduphysique et du moral de l´homme adlı eseriyse rafın göze çarpan bir yerine konmuştu.
Daha 1800´lerin ilk yarısında İstanbul Tıp Fakültesi´nin kütüphanesinde Materyalizmin eksiksiz bir koleksiyonu ile Dinsizliğin el kitabı bulunuyor. Düşünün ki Osmanlı´nın yıkılışına tam bir asır, yüz yıl var.
Bir Tıp Fakültesi´nin kütüphanesinde mesleki kitaplar bulunması lazım gelirken, acaba bu ?dinsizlik kitapları?nı hangi el o kütüphanede koleksiyon yapmıştı?
Hem de Avrupa´da hiç bir yerde rastlanmayacak bir dinsizlik koleksiyonu...
O kütüphanelerden elbette ?Militan Allahsızlar Birliği?ne üyeler çıkacaktı ve
?Allah? yerine ?Doğa? diyeceklerdi.
Sovyetler Orta-Asya Müslüman-Türk memleketlerini işgal ettiği zaman, halkı inançsızlaştırmak için ?Militan Allahsızlar Birliği?, ?Militan Hüdâsızlar Birliği?dernekleri kurmuştu.
Önceleri bu derneklerin üye sayısı, onlarla sınırlı iken, Sovyetler yıkılırken, bu derneklerin üye sayıları yüz binleri aşmıştı.
Sovyetler ve Orta-Asya Müslüman-Türkleri bu dernekler sayesinde öyle ileri gittiler, öylesine bir kalkındılar ve refah seviyesine ulaştılar ki, Sovyetler´in yıkıldığı günlerde bir dilim ekmeğe muhtaçtılar(!).
Orta-Asya Müslüman Türk ülkelerinin üzerinden, silindir gibi, ?Komünist Rusya?geçmişti.
Peki Türkiye´nin üzerinden ne geçmişti?
***
Cumhuriyet´in İlk yıllarında ?Türkiye´nin Kalkınması için Avrupa´dan damızlık erkek getirilmelidir? diyen doktor Abdullah Cevdet ve benzerleri işte o kütüphaneden yetişmişti.
O kütüphaneden beslenen Abdullah Cevdet gibi doktorlara göre, İslam kalkınmamızın önündeki en büyük engeldi.
Oda Tv´ nin iddiasına göre, Mustafa Kemal 1925 yılında Abdullah Cevdet´le dört saat görüşür ve görüşmenin sonunda konuğuna, ?Hep yazdıklarınızı ve söylediklerinizi yaptım? der."(https://odatv.com/ataturkun-hep-soylediklerinizi-ve-yazdiklarinizi-yaptim-dedigi-doktorkumpaslarla-nasil-tasfiye-edildi-1906161200.html)
Böyle bir görüşme oldu mu bilmem ama, doktor Abdullah Cevdet´in görüşlerinin layıkıyla yerine getirildiği yıllar zarfında Türkiye öyle kalkındı ki; 1980´lerin başlarında Türkiye´nin bir yıllık ihracatı sadece 2,9 milyar dolardı.
Türkiye´nin geri kalmışlık serüvenini Abdullah Cevdetler değil, yine bir Müslüman, Özal sonlandırdı.