Tarih: 16.12.2019 11:32

Öcalan, General Mazlum ve Anadolu Federasyonu

Facebook Twitter Linked-in

Barış Pınarı Harekatı’nda, PKK’nın Suriye kolunu yöneten Şahin Cilo, Amerikan başkanı tarafından General Mazlum olarak muhatap alındı. Fransa Cumhurbaşkanı Makron ise YPG’yi terör örgütü olarak görmediğini açıkladı. Soğuk Savaş döneminin ürünü olan PKK’nın Suriye uzantısı, uluslararası arenada nasıl muhatap alınan aktör haline geldi? Bu sorunun cevabı, örgütün nasıl yeşertildiği cevabı verildiğinde anlam kazanacaktır. Uğur Mumcu’dan Avni Özgürel’e kadar birçok gazeteci ve araştırmacı Öcalan ve devlet arasındaki ilişkiye dair birçok şey yazdı. Mumcu, Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım’ın MİT elemanı olduğunu ve Öcalan’ın hapiste yattıktan sonra bile devlet bursunu almaya devam ettiğini yazdı. Avni Özgürel ise, Öcalan’ın Refik Korkud Yiğitbaş isimli eski özel harp subayının sahibi olduğu ve örgütsel faaliyetleri takip etmek için MİT’in katalizör olarak kullandığı Fikir Ajansı’nda ofis boy olduğunu söyledi. Fikir Ajansı’nın, başbakanlık örtülü ödeneği ile finanse edildiği bilgisi de mevcut. İstihbarat Uzmanı Alp Tufan, Avni Özgürel’in bu ifadesini doğruluyor: “Necati Kaya isimli kişinin basit bir haber elemanı olduğunu, Öcalan ile irtibatı bazı noktalarda onunla yaptıklarını ve gerçekten 1982 yılında bir uçak kazasında öldüğünü, asıl aktör olan Pilot Necdet Bey’den öğrenmiştim. Allah rahmet eylesin, Necdet Bey kahraman bir aileden gelmiş, TSK´da astsubay olarak görev yapmış, sonrasında Kontr-Komünizm Dairesi’ne intisap etmiş bir büyüğümüzdü. Öcalan´ın ofis görevlisi olarak çalıştığı Fikir Ajansı´nı istihbaratın kurdurduğunu ve bu ajans sayesinde sol örgütlenmeleri takip edebildiklerini, adres olarak da Ankara´da pasaj içi gibi bir yerde kurduklarını ilgililerden dinlemiştim. 1966 yıllında, Apo´nun Fikir Ajansı´nda çay ocağına baktığını, oraya yerleştirmelerinin sebebini de sağ görüşe sempati duyduğundan ötürü olduğunu gülerek bana beyan ederlerdi. Tabii ki Öcalan´ın sonraki konumuna gelmesinden çok üzüntü duyuyorlardı; büyük çoğunluğu kahrından öldü, gamsızlar bugün hala yaşıyor.” Örgütü yakından tanıyan Mehmet Şükrü Gülmüş, Öcalan’ın Türk Derin Devleti ile olan ilişkileri hakkında daha kapsamlı bilgilere sahip… Gülmüş, Türk Derin Devleti ile Öcalan arasındaki ilişkileri söyle açıklıyor:  

“Birçok senaryo anlatılıyor; Yalçın Küçük yapmış olduğu söyleşide farklı bir şey anlatıyor, Avni Özgürel farklı bir şey anlatıyor. Ben bu iki hikayeye de katılmıyorum. Apo’un Fikir Ajansı’nda ofis boy olduğu iddiası, Öcalan’ın rolünü küçültmeye yöneliktir. Öcalan’ın ilk kırılma noktası bana göre askeri okul sınavlarına girip kazanamamasıdır. Bu süreçten sonra Öcalan, Kürt olduğu için asker yapılmadığına inanmaya başlıyor. Bu bana göre önemli kırılmadır. Liseden sonra Diyarbakır Tapu Kadastro’da memur oluyor. Bunlar bilinen hikayeler, yalnız burada bir hususu belirtmek istiyorum. Öcalan Kayapınar köylülerinden ciddi miktarda rüşvet alıyor. Bu para ile örgütün kurulma sürecini finanse ediyor. Sonra İstanbul ve Ankara hikayesi başlıyor.” 

Öcalan’ın derin devletin elemanı olmasına rağmen neden tutuklandığı sorusunu Gülmüş şu şekilde açıklıyor: “Öcalan, 1972 yılında bildiri dağıtmak suçundan tutuklandığında Ramazan Özcan sahte kimliği ile tutuklandı. Uğur Mumcu bu konuda bir şeyler yazdı, daha sonra salıverilmesi ile ilgili… Ama benim görüşüm şu, hiçbir arka planı olmayan bir isimden, politik bir figür yaratmak için önce bir hikaye yaratmanız gerekir. Öcalan’ın tutuklanmasının sebebi bana göre, cezaevinde sol çevreyi tanıması ve orada bir alt yapı kurması içindir. Aynı zamanda da eğitim sürecidir. Öcalan’ı içeri alan güç, onun için bir hikaye yarattı. Öcalan’ın koğuş arkadaşı İbrahim Aydın’dan dinledim… Bir gün Öcalan, kan ter içinde uyanıp, bitişik yataklarda yatan İbrahim Aydın’ı uyandırıyor ve “İbrahim, ben bu akşam Sosyalizmin Alfabesi (Leo Huberman ) kitabını okudum. Kürtlerin kurtuluşu bu kitapta.” diyor… İbrahim de “Abdullah yat, biz o kadar kitap okuyoruz hala bir kurtuluş yolu bulamadık.” diye cevap veriyor. Ayrıca Öcalan’ın cezaevinde en uysal mahkum olduğunu, cezaevi arkadaşları söylüyor. Cezaevinden çıkmadan önce Dev-Yol liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu kendisine; “Apo, sen bu işleri yapacaksan, iki cevval Laz söyleyeyim, git onları bul.” diyerek Anıtkabir’in altında, Haki Karer ve Kemal Pir’in ev adresini veriyor. Cezaevinden çıktıktan sonra Abdurrahman Ayhan, Pilot Necati Kaya ve Fehmi Yılmaz, Öcalan’ın etrafında destek elemanı olarak yerleştiriliyor. Ben Öcalan’ın basit bir ajan veya muhbir olduğunu düşünmüyorum. Öcalan bana göre stratejik bir ajan, bir proje… 1972-1976 yılları arasında ABD eli ile Ortadoğu’da solcu örgüt liderlerine yönelik bir sürek avı başlatıldı. Bu süreçte, İbrahim Kaypakkaya, 24 yaşında iken, MİT ile çalışmayı kabul etmediği için öldürülüyor. Öcalan ise 26 yaşında, cezaevinde eğitime alınıyor. Sovyetlerin sol örgütler üzerindeki kontrolünü engellemek için, ABD kendi güdümünde, sol cephe içinde Truva atları yarattı. Bunun Türkiye’deki uzantıları bana göre Devlet Planlama Teşkilatı’nın sol dünyadaki önemli isimleri olan Mihri Belli, Oğuzhan Müftüoğlu,  Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’tür. Bu isimlere değinmişken şunu da belirteyim, Öcalan, Kesire’ye Mihri Belli üzerinden sus payı için para gönderiyordu. 

Öcalan’ın devlet ile ilişkisi hakkında ilgili tanıkların ve gazetecilerin bulguları bu şekilde… Devlet cephesinde ise, Milli İstihbarat Teşkilatı’nda uzun yıllar üst düzey yöneticilik yapan Mehmet Eymür bu konuda şunları söylüyor: “Görev yaptığım yıllarda Öcalan ile MİT arasındaki ilişkiye dair bir belgeye rastlamadım. Eğer varsa bile gayri resmi ve çok gizli tutulmuş olabilir. Ancak Öcalan’a karşı yaptığımız operasyonlarda kurum içinde çok ciddi dirençle karşılaştım. Kurum içerisinde engel çıkaranlar dönemin Operasyon Başkanı Şenkal Atasagun, İç İstihbarat Başkanı Mikdat Alpay ve Kürtçülük Dairesi Başkanı Afet Güneş’tir. Afet Güneş, biz Öcalan Operasyonu hazırlığında iken bana, “Ne yapacaksınız, Öcalan’ı öldürüp kahraman mı yapacaksınız.” şeklinde ifadesi olmuştu. Asker kanadında ise Çevik Bir ve Çetin Saner gibi isimlerin dirençleri ile karşılaştık. Deniz kuvvetlerinden bir ton C4 aldık, ertesi gün MİT bir ton patlayıcıyı ne yapacak şeklinde basına haber oldu. Ayrıca dönemin Genel Kurmay İstihbarat Başkanı Çetin Saner, Şam’daki Türk askeri ataşeyi arayarak, “Bizimkiler geliyor, Öcalan’ı alıp getirecekler.” şeklinde bir görüşmesi oldu. Muhaberat tarafından dinlenen bir telefonda böyle bir görüşme niye yapılır, sorguluyorum.” 

MİT’te üst düzey yöneticilik yapmış bir istihbaratçı: “Öcalan’a Şam’da düzenlenen bombalı saldırıda, her gün düzenli olarak bulunduğu o binada olmamasına rağmen bomba yine de patlatıldı. Örgüte istediğimiz zaman istediğimiz yerde size ulaşıp, gereğini yaparız mesajını verdik.” diyor. 

Dönemin ana muhalefet liderinin bu operasyonu, Öcalan’a danışmanlık yapan Yalçın Küçük aracılığı ile haber verdiği iddiaları da var. Kontr-Terör Dairesi’nin 1996 yılında Öcalan’a yönelik Lübnan’da düzenlediği operasyonda yine bir kurum içi dirençle karşılaşıldı. Operasyon Dairesi Başkanı Şenkal Atasagun’a bağlı Lübnan’daki istasyon şefinin, operasyon ekibine yeterli desteği vermediği iddiaları var. Bütün bu dirençlerin sebebi acaba “Öcalan’ı korumak mı?” sorusunu akıllara getiriyor. Bilindiği üzere Öcalan, idam edilmemesi karşılığında teslim edildi. 

CIA Türkiye İstasyon Şefi Terry Percival, Şenkal Atasagun’u ziyaret ederek Öcalan’ın adil yargılanıp, öldürülmemesi şartı ile Öcalan’ın yakalanması için işbirliği önerdi. Türkiye’nin Öcalan’ı yok etmek konusundaki daha önce gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi, Öcalan’ın sağ ele geçirilmesinde ısrarlıydı. Öcalan’ın sağ olarak yakalanıp Türkiye’ye tesliminin nedenleri ile ilgili birçok boyut tartışıldı. Olayın stratejik boyutları hakkında Murat Yetkin’in Kürt Kapanı kitabı birçok soruya cevap veriyor. Ancak gözden kaçırılan diğer bir önemli husus ise “Öcalan kültü” nün henüz kullanım miadının dolmadığı gerçeğidir. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in Öcalan’ın niye teslim edildiğini anlamadığını söylemesi önemli bir nokta. Bazı analistlere göre; PKK, lider kültüne göre varlık gösteren bir organizasyon… Kişi odaklı örgütlerde, lider öldüğü zaman örgüt içi çatışmalar baş gösterir. Belli süre eylemler artar; ancak ondan sonra örgüt içi güç mücadelesi, organizasyonun zayıflamasına neden olur. Parti ve ideoloji temelli örgütlerde ise, lider sadece mekanizmanın işleyişini koordine eder ve liderin ölmesi halinde sistem yeni liderini üretir. “Apoizm” örgüt içi güç dengelerinde bu kadar önemli bir husus iken Öcalan’ın öldürülmesi, PKK’nın dağılmasına neden olabilirdi. Ancak bunu bilen güçlerin, Türkiye’nin Öcalan’a yönelik düzenlediği operasyonlara karşı Öcalan’ı korumak için teslim edildiği söylenebilir. Bunun çok ciddi bir iddia olduğunun farkındayım; ancak devletin bir kanadı 1996 yılında Öcalan’a yönelik operasyon planlarken, bir kanadının bu operasyona direnç gösterip, aynı tarihlerde Çevik Bir’e bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı’ndan Hüsnü Dağ ve ekibinin, Brüksel’de PKK’nın Avrupa temsilcileri ile ateşkes ve federasyon dahil bütün seçeneklerin konuşulduğu bir siyasi çözüm pazarlığına katılması başka nasıl açıklanabilir? Gelinen süreçte Öcalan’ın aklının yarısı olan Sabrı Ok’a bağlı YPG’nin, uluslararası meşruiyeti olan bir aktör haline gelmesine nasıl bir cevap bulacağız? Terörle mücadelede on binlerce şehit vermiş güvenlik kurumlarımızı töhmet altında bırakmaya kimsenin hakkı yok; ancak içimizdeki ABD ve bunun işbirlikçilerinin PKK’yı bazı maksatlarla kullandığı söylenebilir. Mehmet Eymür bir röportajında Mehmet Ağar, Çevik Bir, Mikdat Alpay gibi isimlerin birbirine çok yakın olduğunu ifade etmişti. Bu isimlerin görev yaptığı dönemlerdeki faaliyetleri ve ilişkileri araştırıldığında ortaya daha net tablo ortaya çıkacaktır. 

Öcalan yakalandıktan sonra nasıl bir savunma yapacağı sorulan Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun: “Kimse benden klasik savunma yapmamı beklemesin. Başbakanlık Kriz Merkezi’nin önüme koyduğu çerçeve var, savunmamı ona göre yapacağım.” sözünü nereye koyacağız. Öcalan’ın Şam’da kaldığı evin alt katında Türk askeri ataşesinin kaldığını Suriye Eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam, bir Türk gazetesine verdiği röportajda açıkladı. O kadar cevapsız soru var ki… Bu soruların cevap bulması için ilgili kişilerin açıklama yapması gerekiyor. Ama İŞİD ile savaşan diğer bir terör örgütü uluslararası arenada meşru bir aktör haline getirildikten sonra Öcalan artık vazifesini tamamlamış demektir. Bundan sonra Öcalan sonrası örgütün nasıl şekilleneceği sorusuna kafa yormak gerekiyor. Öcalan’ın manevi oğlu Şahin Cilo, ABD’nin muhatap kabul ettiği adı ile General Mazlum’un, Öcalan sonrası PKK jeopolitiğinin yeni politik önderi olması kaçınılmaz. Bütün 40 yıllık süreç neyin habercisi diye sorulursa, PKK’yı manivela olarak kullanarak Türkiye’nin etnik federasyon haline dönüştürülmesi ve periferisindeki Kürt aktörlerle entegre olması hedefleniyor olabilir. Siyasi açıdan bunun iyi veya kötü olup olmadığı başka bir tartışma konusu; ancak süreç birileri tarafından bu istikamete doğru sürükleniyor. Ben böyle düşünüyorum, siz ne dersiniz? 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —