Tarih: 17.12.2018 08:32

Ocak Medya yazarı Sinan Eskicioğlu ile özel söyleşi: "Miras İslam´ını yaşayan ?Miras Müslümanları"

Facebook Twitter Linked-in

 Öncelikle Haber Duruş haber sitesi çalışanlarına ve okuyucularına sevgilerimi sunmak isterim.

Ocakmedya´da kaleme aldığım yazılarımı takip etmeniz ve sitenize taşıyarak okuyucularınıza sunmanız önemli ve iyi bir çalışma.  

Fikirlerin ve bakış açılarının tek tip haline geldiği bir zamanda, farklı pencerelerden sunulan yazıların insanlarımızın bakış ve düşünüş yelpazesini genişleteceğine inanıyorum.

Yönelttiğiniz soruya geçmeden önce şu tespiti yapmak da yarar var: Ülkemizde yaygın olan bir sorun var, söylem sorunu. Kullanılan dilin sivriliği, bölücülüğü ve ötekileştiriciliği. Anlatılmak istenen konuların içeriğine geçemeden, söylem sorunları sebebiyle yüzeysellik yaşıyoruz. ?Aslında ne demek istiyoruz´ cümlesi bence çok daha ön plana çıkarılmalı.

Evet, konunun içine girerek, sorunlarımıza çözümler bulmak adına ?aslında ne demek istiyoruz´.

 

Almanya, Türk nüfusunun en yoğun olduğu Avrupa ülkelerinden biri. Türk ve Alman ilişkileri siyasi ve sosyal boyutta iç içe geçmiş durumda. Türkiye halkında ?Avrupa bizimle uğraşıyor, dış mihraklar? gibi söylemler yaygın olarak günlük hayatta yer alıyor. Sizce Almanya´da Türk siyasetçilerinin ve siyasetinin yansımaları Türk basınında olduğu gibi mi aktarılıyor?

 Sinan Eskicioğlu: Evet, Almanya Türkiyeli insanlarımızın en yoğun olarak yaşadığı ülkelerin başında geliyor. Türkiye halkında yoğun ve yaygın olarak kullanılmakta olan ?Avrupa bizimle uğraşıyor, dış mihraklar´ söyleminin temeline inmek gerektiğine inanıyorum.

Böyle bir söylem neden yaygınlaşıyor? Beni ilgilendiren esas soru bu.

28 yaşına kadar Türkiye´de yaşamış birisi olarak Türkiye´deki düşünce tarzını tanıyan biriyim. Almanya´da yaşamaya başladıktan sonra da, burada hakim olan düşünce ve yaşam tarzını tanıma ve gözlemleme fırsatı buldum. Almanya´daki düşünce tarzını daha yakından tanıdıktan sonra ülkemize ve diğer Müslüman ülkelere baktığımda olayları daha net görmeye başladım.

Ortada aslında bir kaçış var. Neyden kaçış. İnsanlarımızın kendileriyle ve toplumun kültürel kodlarıyla yüzleşememesi sorunu ve gerçeklerden kaçış.

Buna ?günahı başkasına atmak´ da diyebiliriz.

Ülkemizde bu söylemin yaygınlaşması, bana göre, gerçeklerden ve hataları üzerine almaktan bir kaçış.

?Dış güçler, üst akıl, bizimle uğraşıyorlar, bizim güçlü olmamızı istemiyorlar´ söylemlerinin haklılık payı vardır ve olabilir. Ancak bütün sorunları buna bağlamak toplumsal bir hastalık gibi geliyor bana.

En güncel bir olaydan örnek verelim.

9 insanımızın ölümüne sebep olan tren kazası. Rabbim, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet etsin.

Sinyalizasyon konusundan söz ediliyor. Sinyalizasyonun gerekli olmadığı en üst makamlar tarafından dile getirildi.

Demiryollarının en önemli özelliği sinyalizasyondur. Almanya´da trenlerde sinyal bozukluğu olduğunda bir an evvel seferler iptal edilir. Bu, üzerine yorum yapılmayacak bir doğrudur.

Bu konuda ?gerekli olmadığı´ ifade edilerek, ?bize komplo kuruyorlar´ zihniyetiyle olaylara yaklaşılırsa bu çok gülünç olur.

Almanya´da Türk siyasetçilerinin ve siyasetinin yansımaları Türk basınında olduğu gibi mi aktarılıyor sorunuza hem evet, hem hayır diyerek cevap vermek isterim.

Almanya´da da Türkiye´de olduğu gibi, tek taraflı, olayları sadece bir pencereden göstermeye çalışan gazeteler var. Bazı haberler aynı mantıkla sunuluyor.

Türkiye´de siyasetçiler nasıl iç işlerine karışılmasını istemiyorlarsa, Almanya´da da siyasetçiler iç işlerine karışılmasını istemiyorlar. Bu sebeple, Türk siyasetçilerinin söylemleri kimi zaman rahatsız edici olmakta. Bazı gazeteler de aynı şekilde, Türkiye Cumhurbaşkanı, Almanya´nın kendi işlerine karışmasın diyebiliyorlar. Ama ülkemizdeki gibi, dış mihraklar söylemi, Türkiye´de olduğu gibi algılanmıyor ve yaygınlaştırılmıyor.

 

Almanya´daki Müslümanların kadına bakış açısı ve kadınların günlük yaşamı ile Türkiye´de bulunan Müslüman kadınların günlük yaşamları hakkında nasıl farklar görüyorsunuz.

Sinan Eskicioğlu: Aslında çok geniş kapsamlı bir soru bu. Yani cevaplamak geniş kapsamlı. Nasıl kısaltabilirim ve aynı zamanda da konuyu sunabilirim diye biraz düşünmem gerek.

Önce şunu belirlemek gerek:

Türkiye´deki Hangi Müslüman kadınlar?

Sıralamak gerekirse:

Kırsalda yaşayan kültürden Müslüman olan kadınlar,

Şehirlerde yaşayan kültürden Müslüman kadınlar,

Şehirlerde yaşayan aileden müslüman olan kadınlar,

Eğitimli ve kitaplardan bilgi takviyesi alan, aileden Müslüman olmuş ama üzerine bilgileri eklemiş bilinçli Müslüman kadınlar,

Hasbel kader Müslüman bilinip, öylesine yaşamını devam ettiren Müslüman kadınlar....

Almanya´daki Müslümanların kadına bakış açısını ve kadınların günlük yaşamını, sıraladığım hangi müslüman kadın örneğiyle kıyaslamam lazım.

Ben size, Almanya´daki Müslümanların kadına bakış açısını kısaca anlatayım, nasıl farklar olduğunu siz zaten müşahade edeceksiniz.

Almanya´daki Müslümanlar dediğimizde, aslında aynı sıralama mevcut.

Eğitimli, kültürlü ve bunu sindirmiş, hayatına uyarlamak isteyen bir kesim var.

Bir de, kültürdeki kadın bakış açısını olduğu gibi almış olan kesim var.

Kültürdeki kadın bakış açısını olduğu gibi alan kesim içinde okuyan kesim de var, eğitimini çok ileri götürmemiş ve işçi olarak hayatını idame ettiren kesim de var.

Kadına bakış açısı nasıl?

En yaygın olan bakış açısına göre, kadınlar erkekler gibi hak ve özgürlüklere sahip değilller.

Kadınlar, çocukluktan itibaren sindirilmekte. Kız çoçuklarının hakları ve istekleri ile erkek çocuklarının hak ve istekleri kesinlikle eşit değil.

Zaten kadına bakış açısının problemli olması çocukluktan başlıyor. Ne demek istiyorum.

Erkek çocukları için yapılan gösterişli sünnetlerle, erkek egemenliğine şahit oluyoruz.

Yaşları ilerledikçe erkek ve kadın cinsi arasındaki ayırım daha da artıyor. Erkek çocuklar özgür, başına buyruk, istediğini yapabilir; buna karşın kızlar ?evde kalmalı´, özgür olmaktan zaten söz edemeyiz, ?evlenince kocanla yaşa´ cümlesiyle sürekli sindiriliyorlar.

Bu baskı ortamı sonucu ne oluyor: Kızlar, genç yaşta yanlış insanlarla, yanlış evlilikler yapmak zorunda kalıyorlar. Sebebi de belli, evdeki baskıdan kaçmak. Evdeki baskıdan kaçmaya çalışırken, aslında başka bir baskının altına girdiklerini fark edemiyorlar.

Ve acıdır ki, kız çocuklarını bu şekilde yetiştirenler de aslında gene kadın. Kızlara baskı uygulayıp, onları sindiren de aslında gene kadın.

Bu kısır döngü, Almanya´daki kadına bakış açısını ortaya koyuyor.

Şu şekilde netleştirebiliriz.

Almanya´da insanları gurbette oldukları için daha kapalı bir toplum örneği sergilemekteler. Akrabalar, tanıdıklar hep bir arada. Bu yapı içinde de 1. Ve 2. Kuşak büyüklerin bakış açıları hakim oluyor. Onlar da geldikleri dönemin kültürünü yaşadıkları için, bugünü değil de, 70´leri, 80´leri ya da 90´ları yaşamaktalar. Bu bağlamda bakacak olursak, Türkiye´deki Müslüman kadınların durumu, Almanya´daki Müslüman kadınların durumundan daha iyiler diyebiliriz.

Geniş akraba kitlesinde yaşayan eğitimli insanlar da, bu yaygın bakış açısını devam ettiriyorlar aslında.

Üniversite eğitimi almış olsalar da, habituslarında kadına baskıyı barındıran eğitimli gençler de, bu girdabın içine giriyorlar.

Sayıları çok az olan kesim, her ülkede olduğu gibi, kadınların haklarını ve konumlarını biliyorlar ve ona göre hayatlarını yaşıyorlar.

Konu Müslüman kadın olunca, işin içine İslam da girmiş oluyor. İşte burada da, sizin İslam´dan ne anladığınız da çok önemli.

?Kadının eşine karşı görev ve vazifeleri´ iksirli cümlesiyle, İslam kadına baskıyı arttırmak için kullanılıyor mu? Evet, malesef.

Ama aynı durum son zamanlarda ülkemizde de mevcut.

Bir bakıma, din adına kadınlar üzerinde tahakküm kurma düşüncesi ve çalışması var. Ancak bu durum toplumsal bir sorun.

Sorgulayan, hakkını arayan, konuları her pencereden irdeleyen ve dogmatik yaklaşımı kabullenmeyen bireyler nasıl istenmiyorsa, aynı şekilde sorgulayan, haklarını arayan ve ?ben de varım´ diyen kadınlar istenmiyor. Malesef toplumumuz bu duruma gelmiş vaziyette.

 

İslami fakülte ve üniversitelerdeki, akademide yer alan kadınların erkek hoca ve öğretim görevlilerine göre sessizliği toplumdaki kadın algısını etkilemiyor mu?

Sinan Eskicioğlu: Kesinlikle etkiliyor.

Bu tarzdaki fakültelerde de, konu direk İslam´la birleştirilerek, erkeklerin hakim olduğu eserler temel alınarak, kadınlara fırsat alanı tanınmıyor.

Kadınlar biraz seslerini çıkarsalar, hemen ?feminist´ damgasını yiyorlar.

Sonraki soru da zaten belli: Müslüman kadın feminist olur mu? Kesinlikle olmaz, olamaz.

Ben burada sorunu erkeklerde görüyorum.

?Müslüman kadın feminist olabilir mi?´ sorusu içinde şunu barındırıyor: ?Müslüman kadın feminist olamaz, sakın ha, dikkat edin hata etmeyin´.

Toplumun baskısından çekinen kadın akademisyenler de akıllıca davranarak ses çıkarmıyorlar.

?Müslüman kadın feminist olur mu, olabilir mi´ sorusu çok yaygın. Peki, Müslüman kadınları, feminist söyleme mecbur bırakan erkek egemen toplumun hiç mi suçu yok?

 

(Kaç kuşaktır siz ve aileniz Müslüman olarak yaşıyorsunuz, Müslüman olarak doğdunuz, öyle olmasaydı, İslam´ı din olarak seçmek aklınıza gelir miydi, Kendinizi bilmeye başladıktan sonra ?neden Müslümanım´ sorusunu kendinize sordunuz mu?) Bu soruları ?İslam algınızı gözden geçirmek ister misiniz?? adlı yazınızda okuyucularınıza ilettiniz.

Peki modern zaman Müslümanları olarak İslam´ı özümsemekte zorlanmamız ve kendi dinimiz hakkında bilgisizlikle boğuşmamızı neyle açıklayabilirsiniz? İnsanların kafasını meşgul eden nasıl sorular bulunuyor da kendi dinine bilgisi olmadan iman ediyor? Peki modern zaman Müslümanları olarak İslam´ı özümsemekte zorlanmamız ve kendi dinimiz hakkında bilgisizlikle boğuşmamızı neyle açıklayabilirsiniz?

 Sinan Eskicioğlu: Çok güzel sorular ama cevaplaması o kadar da kısa olmayacak sorular.

Rahmetli Erbakan Hoca ile ilgili söylenen bir cümle vardı, şimdi daha iyi anlıyorum. Hoca´ya civata nedir diye sorulduğunda, cevaba demir filizlerini anlatmayla başlarmış.

Evet, bu durum da aynen öyle.

Dinimiz hakkında bilgisizlikle boğuşmamızı neyle açıklayabilirim.

Modern zaman Müslümları tabirinizden başlamak gerekir. Bu tabiri anlamak için Hz. Peygamber zamanındaki yaşanan İslam algısına ve sanayileşmeye kadarki sürece ve sonrasındaki tarım toplumu-sanayi toplumu farklılığına ve oradan bugüne kadar gelmek lazım.

En kısa olarak şunu diyebilirim: Bugünün modern zaman Müslümanları ?Miras İslam´ını yaşayan ?Miras müslümanları´. Bu yüzden İslam dediğimiz şeyin özümsenme derdi yok zaten. Yani Miras Müslümanları İslam´ı özümsemek istemiyorlar.

İslam´ın özümsenmesi için uzun yıllar gerekiyor. Uzun soluklu, yorucu ve zahmet gerektiren bir çalışma.

Miras Müslümanlarının böyle bir dertleri yok. Miras Müslümanları için, İslam bir kazanım değil. Çalışarak, emek harcanarak elde edilmiş bir şey değil.

Zaten vardı ve Müslümanlar olanın üzerine kondular ve kendilerini Müslüman olarak tanımladılar.

Yazarlardan siyasetçilere kadar söylemlere bir göz atın. İslam´ı kazanım olarak görmek isteyen var mı?

Sadece mirasın üzerine inşa edilen elektronik bir hayat yaşanıyor.

1000 yıl önce nasılsa aynı düşünce ve aynı hayat yaşanıyor. Hayat değiştiği için sadece o değişim ilave edilmiş. Bu da modern hayatın getirdiği tekonolojik gelişme.

Aslında konu ikinci sorunuzla çok bağlantılı.

İnsanların kafasını meşgul eden nasıl sorular bulunuyor da kendi dinine bilgisi olmadan iman ediyor?

Sorun da bu: İnsanların kafasını meşgul eden sorular yok. Sorular olmadığı için, bilgi olmadan miras islamını yaşıyorlar.

İslam kazanım olsaydı, zihinlerde olan sorular sebebiyle kazanım olurdu.

Sormuyoruz, sorgulamıyoruz.

Ben de şu soruyla konuyu bağlayayaım:

Miras İslamı´nı yaşayan modern zaman Müslümanları, gerçekten iman ediyorlar mı, yoksa miras İslam´ının ezbere sloganlarını söyleye söyleye iman ettiklerini mi sanıyorlar?

 

Yazılarınızı düzenli takip eden biri Türkiye siyaseti ile yakından ilgilendiğinizi görmekte. Seçimlere adım adım yaklaşırken, ittifakların şekillenmeye başladığı görülüyor, adaylar açıklanmaya devam ediyor. Türkiye seçmeninin kafası karışık. Sizce ekonomik kriz ve Türkiye´nin doğusuna yapılan operasyonlar seçimi nasıl etkiler?

Sinan Eskicioğlu: Mesafe 3000 km den fazla olsa da Türkiye siyasetiyle yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Siyaseti belirleyen aslında seçmen yani insanlarımız. İnsanlarımızın doğru bakış açısında olmaları siyaseti de direk olarak şekillendirecek, bu yüzden yakından ilgileniyorum. ?Neye layık iseniz, onunla idare olunursunuz´ cümlesi siyasetin, sosyolojinin ve siyaset biçiminin en kısa özeti aslında.

Bundan dolayı farklı pencerelerden olaylara bakarak gördüğüm manzarayı okurlarımıza sunmaya çalışıyorum.

Türkiye seçmeninin kafası karışık mı? Ya da kafası karışık olanlar kimler? Manzaraya baktığımızda kafası karışık olmayanlar çoğunlukta gibi. Sebebi de toplumdaki kamplaşma.

İnadına şu partiden olanlar ile, inadına o partiden olmayanlar net belli. Arada kalanların kafası karışık evet. İşte bu kesim seçimin sonuçlarına yön verecek olan grup.

Ekonomik kriz diyenler var, ekonomik savaş diyenler var, bu konuda bile kafalar karışık. Hayat pahalılığı ve ekonominin durumu iç açıcı değil. Asgari ücretli zor durumda. Bu kesim için oy vermek zor olacak. Çünkü muhalefet sorunu da var. Ekonominin durumu sebebiyle birçok Ak partili de oy verecek parti arayacak kanaatindeyim.

 

 ?Adil Düzen? adlı yazılarınızda amacınızı; ?Tarım toplumu özelliklerinin tam olarak hâkim olduğu bir dönem ve sosyal yapıda gelmiş olan İslam´ın, sanayi devrimi sonrası bilgi çağını yaşayan, ultra değişim geçirmiş bir dönemde nasıl anlaşılıp hayata geçirileceği´ olarak açıklamışsınız. Peki Müslümanlar bu kadar parçalanmış ve öncelikleri değişmiş durumdayken bu amacınızı ümmet olarak nasıl gerçekleştirebiliriz?

Sinan Eskicioğlu: Sanırım bu da son soru. Ben size tekrar teşekkür etmek istiyorum. Günlük makalelerimizde konuları çok uzun tutmadan ele alıyoruz. Önemli olan merkezdeki konuyu aktarmak ve sunmak. Ancak o konunun anlaşılması için diğer yan konuları da ele almak lazım. Hele din, İslam, bugünkü Müslümanlar ve bugünkü İslam anlayışı gibi konularda. Aktüel olan bir sorun sebebiyle uzun uzun yazmaktan kaçınıyoruz. İnsanlarımızın sosyal medya alışkanlıkları sebebiyle bir bakıma yazma kültürü de bundan nasibini alıyor. Bakıyorum da, son zamanlarda birkaç konuyu ele alan ve kısa paragraflar halinde sunulan makaleler moda oldu. Sebebi de, insanlarımızın hemen okuyarak sonuca gitme istekleri. Israrla tek bir konuyu ele almayı sürdürsek de, okuyucularımızın konuyu anlamak için mi, okuyup itiraz etmek için mi okuduklarını çözmek zor. Başta dediğim de aslında buydu: ?Aslında ne demek istiyoruz?´ konusu.

Adil Düzen´le ilgili o kadar yanlış inanışlar ve yanlış teşhisler var ki, hepsini ele almak gerek ama konu uzuyor ve insanımız anlamak istediğini görmek istiyor.

Bir örnekle açıklayayım: Bugün iktidarda olan Ak Parti, Milli Görüş çizgisinden çıkan bir parti olduğu için, milli görüşçü ve doğal olarak da Adil Düzen´i savunduğu sanılıyor. Ama Ak Parti nin Adil Düzen´le uzaktan yakından alakası yoktur.

Bir de İslamcılık konusu var, ona hiç girmeyeyim, konu çok daha uzayacak.

Ancak şunu ifade etmem gerekir ki, İslamcılık dediğimiz konuya baktığımızda da, bugün yönetimde olan Ak Parti´nin islamcılıkla bir ilgisinin olmadığını görüyoruz. Bunu İslamcılığı benimsiyorım, savunuyorum diye söylemiyorum. Yanlış olan bir inanışı düzeltmek adına söylemek icap ediyor.

Neden bunları ifade ettim?

Çünkü bugün şu duruma geldik: ?Çamur at izi kalsın, veyahut söylendi-bitti ve doğru bu´ anlayışı toplumun her kesiminde hakim.

Sosyal medyada, görsel medyada o an söylenen bir cümle, verilen bir haber doğru olarak algılanıyor ve zihinlere kazınıyor ve sonra değişmiyor.

Bu yüzden süreki ifade edip, düzeltmemiz gerekiyor.

Soruya gelecek olursak, gene biraz uzun olacak, umarım okuyucularımız sıkılmazlar.

Belirttiğiniz aslında bir tespit ve benim üzerinde düşünüp, üretim yapmaya çalıştığım bir cümle:

?Tarım toplumu özelliklerinin tam olarak hâkim olduğu bir dönem ve sosyal yapıda gelmiş olan İslam´ın, sanayi devrimi sonrası bilgi çağını yaşayan, ultra değişim geçirmiş bir dönemde nasıl anlaşılıp hayata geçirileceği´

Ben burada bir tespit yaparak, konuyla ilgili fikir üreten, yazıp-çizenlere bu soruyu yöneltiyorum. ?Aslında ne demek istiyorum´ cümlesi gibi, ?İslam, aslında ne demek istiyor? ? benim asıl derdim bu.

?Geçen zaman hiç önemli değildir, İslam çok güzel anlaşılıyor ve hayata da geçiriliyor´ diyen bir zümre var ya da zümreler var. Aynısını ifade eden birçok müslüman da vardır.

O zaman diğer sorular geliyor.

Madem öyle, neden bugün Müslüman toplumlar, Müslüman toplumların yaşadığı ülkeler fakir, gelişmemiş, açlık ve yokluk içinde ve sürekli savaş ve içsavaşla yaşamak zorundalar?

Anlatabiliyor muyum.

Bir yerlerde bir terslik var.

Önümüzde iki yok var: Ya tersliği görüp sorgulayacağız, ya da görmezden gelip hiçbir şey yokmuş gibi yapacağız.

Bu tespitten sonra aslında konu Adil Düzen´e gelmiş oluyor. Yeri gelmişken ifade etmem gerekir, Adil Düzen dediğimiz çalışma ne yazık ki hak ettiği değeri görmedi ve hala da görmemekte. Sadece değer olarak da demeyelim, ele alınış biçimi olarak da hak ettiği muhatap alınmayı göremedi ve göremiyor.

Bunun çeşitli sebepleri var.

Açıkça konuşmak belki daha iyi olacak.

Adil Düzen ilk gündem olduğunda siyasi söylem olarak ortaya çıktı. Rahmetli Erbakan Adil Düzen´i dünyaya ve Türkiye´ye duyurmuş oldu. O zamanki durum ve şartlar bugünden çok farklıydı. Bu sebeple Adil Düzen çeşitli ilahiyatçılar tarafından (İsim zikretmek istemiyorum) incelendi ve siyasi olduğu ifade edilerek fazlasıyla eleştirildi. Objektif bakış açısıyla ele alınmadı ve o zamanki ülke şartları ve durumu sebebiyle sakıncalı bulundu.

O incelemeleri yapan kişi, kişiler ve ekip inceleme yaptığını yakın bir zamanda ifade etti/ettiler. Yakın zamandaki bu söylemi, ben biraz günah çıkarma gibi yorumladım. Sanki bir bakıma kendini affettirme çabası.

Bugünün Türkiye´siyle kıyaslama yaparak konuyu açalım. Bugün hakim olan düşünce ve devlet/hükümet yaklaşımı ?öteki´ni samimi ve objektif olarak kabul ederek yakınlık kurmak istiyor mu?

Hayır.

O zamanki Türkiye de de aynı durum vardı.

Bir ekip çıktı ve Erbakan, İmam hatipleri ?arka bahçe´ görüyor diyerek, Adil Düzen´i toptan yok saydılar.

Hemen şu soruyu soralım, çünkü tam yeri: O gün Adil Düzen´i değerlendiren, negatif görenler, peki bugün Müslümanlara çözüm sunabiliyorlar mı?

Gene hayır.

Benim tespitimin Adil Düzen´le ilişkisi de işte burada başlıyor.

Ben Adil Düzenci değilim. Israrla onun savunulması ve en doğrudur mantığı içerisinde de değilim.

Ancak şu bir gerçek ki Adil Düzen, İslam´ın yorumlanması ve hayata aktarılması noktasında yapılmış olan en kapsamlı ve İslami olan bir deneme. Türkiye´de ve dünyada benzeri olmayan bir deneme.

Bu yüzden Adil Düzen ile ilgili yazılar kaleme alarak genç insanlarımıza tanıtmaya ve konuyu aktarmaya çalışıyorum.

Sorunuza geçecek olursak; Peki Müslümanlar bu kadar parçalanmış ve öncelikleri değişmiş durumdayken bu amacınızı ümmet olarak nasıl gerçekleştirebiliriz?

Şimdi başka bir kelimeyi tekrar irdelememiz gerekiyor: Ümmet.

Ümmet dediğimiz zaman neyden bahsediyoruz.

Dünyadaki diğer Müslümanlar ve bu Müslümanların birlikteliği.

Ben bugün ümmet kavramından bahsetmenin gerçekçi olduğuna inanmıyorum. Ümmet dediğimiz dünya müslümanları, bir arada olma düşüncesinde değiller.

Olmaları gerekiyor mu? Aslında bu da başka bir önemli soru.
Ben ?ümmet´i, en genel anlamıyla insanlık bilinci olarak görüyorum. Bu bağlamda Müslümanlar, ümmet durumundalar mı? Hayır değiller.

Parçalanmış ve öncelikleri değişmiş müslümanlar.

Evet müslümanların öncelikleri değişmiş durumda. Müslümanların, İslam´ın hayata uyarlanması gibi bir sorunları, dertleri yok. Müslümanların öncelikleri maddi imkan (maddiyat), güç olma hırsı, gösteriş ve şov.

Parçalanma konusu, haklısınız.

Aslında ilmi ve islami bir görüş ayrılığı olsa, zenginlik diyebiliriz demek isterdim ama çok sığ olan parçalanmışlıktan söz ediyoruz.

Nasıl gerçekleştirebiliriz?

Yanıldığımız konu belki de, şimdi ve bugün için istiyoruz. Tarihe baktığımızda medeniyetlerin birkaç yılda değil, yüzlerce yıl geçerek oluştuğunu görürüz.

??Tarım toplumu özelliklerinin tam olarak hâkim olduğu bir dönem ve sosyal yapıda gelmiş olan İslam´ın, sanayi devrimi sonrası bilgi çağını yaşayan, ultra değişim geçirmiş bir dönemde nasıl anlaşılıp hayata geçirileceği´ sorusu daha fazla sorulmaya başlanacak.

Çözümler, alternatifler ortaya çıkacak.

Bu süre içerisinde müslümanlar da olgunlaşacaklar. Maddi doygunlukla beraber maddi olgunluk habituslara işleyecek.

Gelecek nesiller bu soruları arttırarak, daha elle tutulur çözümleri yaşamaya başlayacaklar. Bunların da olgunlaşmasıyla yeni yaklaşımlar gelecek.

Bu yüzden ben yeni nesillerden umutluyum. Onlar zorluk yaşayacaklar ama çözümleri daha objektif ve samimi olarak arayacaklar. Çünkü habituslarında maddi doygunluk, maddi olgunluk, samimiyet ve ötekine düşman olmama yerleşmiş olacak.

Kötümser tablo çizmiş gibi olduğumun farkındayım. Aslında ne demek istiyorum: ?Bugünün müslümanlarının çözebileceği bir konu değil aslında bu. Daha çok çalışmamız, donanımlı olmamız ve gelişmemiz gerekiyor´.

Kötümser olmaya gerek yok.

Bugünün şartları böyle, bunu da kabullenmemiz gerekiyor. Bir meyvenin yenecek kıvama gelebilmesi için olgunlaşması gerekir. İslam´ın hayata uyarlanması konusunda da, olgunluk gerekiyor. Olgunluk olmadığı için meyveyi ısırınca acı geliyor ve tat vermiyor. Bugünkü Müslümanların durumu da aynen böyle.

Bugün, Avrupa yerleşik ve daha insani bir sistemi yaşıyorsa, bu hemen oluşmadı. Uzun yıllar savaşlar, mücadeleler, mezhep savaşları  gibi sorunları aşarak bugüne geldiler.

Müslümanların da aynı süreci yaşaması gerekmiyor. Ama sanki aynı süreç olacakmış gibi bir resim var ortada.

Aynı sancılı, savaşlı ve acılarla dolu süreç olmasın diye ben bu soruyu yöneltiyorum ve çözümler arıyorum.

Aslında herşey çok kolay.

Yeter ki, biz biraz daha fazla okuyalım (sadece islamla ilgili değil herşeyle ilgili), daha fazla düşünelim, bir işi yaparken neden yaptığımızı daha fazla irdeleyelim, bizi yaratan Rabbi kandırmaya çalışmayı bırakalım, İslam´ın sadece namaz-oruç-haç-zekat olmadığı üzerine zihin yoralım...

Hep dediğim gibi bitireyim.

Sevgi ve Bilgiyle kalın

 

Söyleşi: Betül Bozan

 

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —