OBEZLEŞEN “İSLAMİ” HAREKETLERİN FİKİR FUKARALIĞI VE SONUÇLARI ÜZERİNE

Mehmet Yaşar Soyalan’dan Aydınlanmacı İşgale Direnişin ve Direniş Hareketlerinin Sosyo-politiği üzerine bir Analiz…

OBEZLEŞEN “İSLAMİ” HAREKETLERİN FİKİR FUKARALIĞI VE SONUÇLARI ÜZERİNE

Son iki yüzyıl dünyasının tarihi, aslında dünyanın, bütün renklerinin, farklılıklarının, çok kültürlülüğünün, çok dilliliğinin, çok dinliliğinin nasıl yok edildiğinin ve nobran bir köye dönüştürüldüğünün tarihidir.

Zaman zaman köyün ağası değişse de ağanın ve köyün, nobran, talan kültürüne dayalı, en önemlisi de varlığın doğasına aykırı yapısında herhangi bir değişiklik olmamış.

Zoraki bir şekilde, başta eğitim gibi her türlü şartlandırma yöntem ve araçları kullanılarak dünyayı tek hakikatli, tek merkezli, tek kültürlü, tek dilli hale getirme çabaları hızlanarak devam edegelmiştir. Hatta teknolojinin gelişmesi ile varlığın (insan ve doğanın) fıtratı/ doğası daha bir bozularak, yeryüzünün, insanın/insanlığın cehennemi olması yolunda hızla ilerlenmektedir.

Aydınlanmacı derebeylerinin dünyayı kendileri için bir yeryüzü cennetine dönüştürme hırsı ve bu hırsın yönettiği talan, kadim sakinleri için yeryüzünü bir cehenneme dönüştürdü. Yeryüzünün bu cehennem hali, psikolojik ve metaforik bir durum olmanın çok ötesinde derebeyleri ve aveneleri dışındaki her bir canlı için fiili ve fiziki bir gerçeklikti: Acısı, ıstırabı, işkencesi, açlığı, yokluğu, kıtlığı, yalnızlığı, umutsuzluğu ve kol gezen zamansız ölümü ile fiili bir cehennem…

Çünkü Batı aydınlanmasının ürettiği enerji, tüm yeryüzünü yaktı, yıktı, tüm yaşam alanlarını tahrip etti. Coğrafyaların, toplumların, kendine has özelliklerini, tüm farklılıklarını, renklerini, kültürlerini ya değersizleştirerek ya da fiili müdahalelerle ortadan kaldırdı. Yerine efendi köle dikotomisinin egemen olduğu bir dünya kurdu: Güçlünün dilinin, düşüncesinin ve kültürünün egemen olduğu tek düze, mekanik bir bataklığa dönüşmüş bir dünya…

Bu iki yüzyılda Aydınlanmacı derebeylerinin, çevresindekileri yok ederek dünyayı, talan kültürünün egemen olduğu bir köye dönüştürmeleri tam bir talan mantığı ile gerçekleştirildi.

Bu yeni düzene karşı çıkanlar, kendileri kalmaya direnenler en acımasızca katledildi, her boyutu ile küresel bir soykırım yaşandı, kalanlar büyük oranda tek tipleştirildi, umut ve hayalleri ellerinden alındı ve bu cehennemden çıkışlarının mümkün olmadığına inandırıldı. Bu süreç ve bu savaş hali hala devam ediyor.

Aydınlanmacı İşgale Direnişin ve Direniş Hareketlerinin Sosyo-politik Analizi

Dünyanın, acımasız robotların yönettiği kocaman bir köye dönüşmesi, sakinlerinin yok edilmesi veya robotlaştırılması, coğrafyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarının talan edilmesi ile mümkün oldu.

Küresel işgal süreçleri “sarı öküz” hikâyesinde olduğu gibi gerçekleşti:

Sırayla, bir plan dâhilinde bütün köyler/bölgeler bir bir düştü. İşgalcilere karşı dişlerini tırnaklarına katarak ölüm kalım mücadelesini verenlerin derdi kendi bölgelerini, küçük köylerini, binlerce yıldır içinde yaşadıkları coğrafyalarını koruyabilmek, kurtarabilmekti; bir adım ötesini düşünecek durumda değillerdi. Çünkü onlar için mücadele bir varlık yokluk meselesiydi. Dolayısıyla mücadelenin mantığı da bu şekilde gelişti ve tehlike ve karşı çözüm hep bölgesel bazda ve tepkisellik çerçevesinde ele alındı.

O çağlarda imparatorlar, krallar değişir, halk olarak kendileri rutin hayatlarına devam ederlerdi; sadece vergi verdikleri muhataplar farklılaşırdı. Müslüman coğrafya, moğol ve haçlı istilalarıyla da benzer acılar yaşamıştı ama tufan geçtikten sonra kaldıkları yerden devam edebilmişlerdi. Ancak bu kez karşı karşıya oldukları daha farklı bir şeydi ve her şeyi ile tam bir soykırımdı: etnik, dini, kültürel vs…

Oysa küresel derebeyi bütün planlarını sistemin dışına çıkılamaması üzerine kurgulamış ve sistemin dışına çıkılmasının imkânsızlığını kör bir iman, kutsal/dogma bir inanç haline getirmişti. Elbette bu kör inanca öncelikle kendi halkları/ askerleri iman etmişti ve işgal ettikleri bölgelerin halkları da önce korkudan sonrasında her gün biraz daha derinleşen ve karmaşıklaşan teknolojik despotizm ile bu kör imanın esirleri haline dönüştüler. Bu gün bu iman, onların zihinlerinin ve ruhlarının daha da derinlerine nüfuz etmeye devam ediyor; ancak süreç de devam ediyor.

Bir kısır döngü içinde her şeyi yeniden, yeniden yaşıyorlar. Evet insanlar, hangi inanç ve etnik kökene sahip olursa olsunlar, köylerinin yıkılıp, dillerinin, dinlerinin, kültürlerinin, geleneklerinin yok edildiğini, çocuklarının ellerinden alındığını gördüklerinde canhıraş bir şekilde ve panik halinde ellerine ne geçirdilerse işgalcilere karşı koymaya, bölgelerine ve kültürlerine sahip çıkmaya çalıştılar, ancak yıkılmaktan, yenilmekten kurtulamadılar. Sonrasında düşmanlarından öğrendikleriyle yeniden var olma, siyaset veya eğitim yoluyla (siyasi örgütler/ partiler, cemaatler kurarak vs.) veya köylerini kurtarmaya, kültürlerini yeniden elde etme çalışmalarına başladılar. Bu süreçte küresel egemenlerin taktiksel, göreceli geri çekilmeleri siyasete bir alan açtı ve görünüşte özgür ve bağımsız pek çok devletçik ortaya çıktı ama değişen bir şey olmadı. Ancak bu süreç, aydınlanmacı fikirlerin bu coğrafyalarda kök salmasına ve kadim kültürlerin daha bir dejenere olması veya folklorik bir ögeye dönüşmesi ile sonuçlandı. neden oldu. Aydınlanmacı derebeyleri, bu coğrafyalarda ötekilerin çocuklarından kendi adamını yetiştirme konusunda çok mesafe kat ettiler. Eğitim, medya, sinema, spor gibi araçları kullanarak kendi projelerini gerçekleştirdiler. Hatta diyebiliriz ki, daha az bedelle bu “barış dönemleri”nde, “savaş dönemleri”nde elde edeceklerinden daha büyük başarılar elde ettiler.

Sonuçta bu çabaların üzerinden de yüz yıl geçti ama aydınlanmacı dünyaya bağlılık veya karşıtlık anlamında coğrafya hala yüz yıl öncesi noktadaydı. Sömürgecilik ve işgal yeni bir boyut kazanmış, yeni bir evreye geçmişti.

Elbette bu Aydınlanmış işgal ve talan hareketleri, yeryüzünün her bir tarafında bölgelerin kültür ve özellikleri çerçevesinde bir direniş ile karşılaştı. Ancak Aydınlanmacı derebeyleri bu direniş hatlarını kolayca aşarak amaçlarının birinci aşamasını kolayca gerçekleştirdiler. İşin işgal ve talan aşaması tamamlanmış olsa da asimilasyon ve soykırım (etnik, kültürel, sosyal, siyasal) safhası işgalin kalıcı olması açısından daha önemliydi. Son yüz yıldır işin bu aşaması gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır ve birincisinde olduğu gibi bölge toplumları/milletleri kendi çaplarında işgalin derinleşmesini önlemeye, kendi kimliklerini korumak için direnmeye çalışmaktadırlar. Genel görüntü böyle… 

Devam Edecek..

Bu yazı aynı zamanda "Yetkin Düşünce Dergisi'nin 2019 temmuz-eylül (2. yıl, 7.sayı)  sayısında yayınlanmıştır."

Kaynak: hertaraf.com