Üçüncü sayfa haberleri” denir medya dilinde. Emniyet, Adliye haberleridir. 50 yıllık basın hayatımda o haberlerin gittikçe daha okunamaz hale geldiğini gördüm. Okunamaz, yani yürek kaldırmaz, yani olabilmesine şaşkınlıkla bakılan, kimi zaman tiksinti uyandıran haberler. Cinayetin en hunharcası, tecavüzün en iğrenci, yaş, cins tanımadan yapılanı… Hani katilin de durduğu yer olur, gelinen noktada katilin, tecavüzcünün çirkefleşmesi var.
O programlar… Hani şu evden kaçmalar, evli adamların tuzağına düşmeler, aynı anda birkaç kadınla birlikte olmalar, evlilik dışı doğan çocuklar, her şeye razı olmalar, DNA incelemeleri ile ortaya çıkan babalıklar, sokağa bırakılan çocuklar, hepsi ve daha fazlası ile bir toplum kesitinin ekran halleri…
Ne kötü programlar, elbette. Ama “Programlar mı kötü, oraya yansıyan toplum manzarası mı?” sorusunu sorduran programlar. Bunlar, eskinin ifadesiyle Yeşilçam muhitinin maceraları değil ne yazık ki… Orada olup bitseydi, gene de lokalize bir fesat denir geçilirdi. Bunlar, ne yazık ki “mahalle”den manzaralar. “Sokaklarımız”dan… “Bir kesit” yansıyor toplum hayatından bu programlara.. Ne dersiniz, bunlar dindar camiayı ilgilendiriyor mu?
Mesela kaç İlahiyat Fakültesi var Türkiye’de, kaç İslami İlimler Fakültesi ve Diyanet’in kaç bin din görevlisi var, ne dersiniz, kaç araştırma yapıldı bu programlara yansıyan toplumsal çözülüşlerle ilgili?
Şimdilerde psikiyatri alanına yansıyan vakaların filmleştiği – dizileştiği (Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı, Doğduğun Ev Kaderindir gibi) bir süreç de yaşanıyor. Belli ki problem oluşunca psikiyatrın kapısı çalınıyor: Her hayatta, geçmişi, anı, geleceği ile ilgili müthiş dramlar var. Kadın, erkek, çocuk, yakınlar, uzaklar, kavgalar, ölümler, tecavüzler, aldatmalar, aşklar, boşanmalar… Yani bir dramanın arayıp da bulamayacağı her şey…
Reyting mi, o da ne ki, tavan yapan gerilimler… Bir televizyoncu nasıl görmezden gelir onları? Evlere giriyor yürekleri kaldıracak her şey, bütün dramatik boyutu ile.. Var mı, var toplumda.
Asıl üzerinde durulması gereken konu şu: Biz nereye gidiyoruz? Nereye gittiğimizin farkında mıyız?
Hani zaman zaman “siyasi hesaplaşma” zemininde dile geliyor ya, “Bu iktidar döneminde muhafazakarlaşma arttı” ya da “Bu iktidar döneminde insanlar – gençler daha yoğun inanç problemleri yaşamaya başladı” gibisinden… Hangisi doğru?
Bu programlar, bu “üçüncü sayfa haberleri”, bu dizilerdeki hayatlar eğer gerçekse, herkes için alarm vermeli olan bitenler.
Neden?
Çünkü dokunur size bir yönüyle bunlar… Siz veya oğlunuz, kızınız, evlilikler, aşklar her ne ise çamurun içinden geçerler. Ateş yansır ocaklarınıza. Ben “Kozalak yangını” derim buna. Bir ara “Çocuklarımız için çağrı” başlığı altında bir sinevizyon metnini kaleme almıştım. Orada “Çocuklarımız cam kırıkları üzerinden geçiyor” demiştim. Siz bataklık deyin, siz çamur deryası deyin, siz mayınlı alan deyin… Sadece çocuklar değil üstelik, bakın o dizilere, haberlere, programlara aslında parça parça tüm toplum çekiliyor çamurlu alana, ya da bataklığa.
Milli Eğitim… Gençlik… Kadın ve Aile… Kültür…
Bunlar devletin toplumsal alana iyilik taşıması gereken etki güçleri… Bu programlara yansıyan toplum manzarasına baktığında acaba “Devlet” ne düşünüyor? Devlet ne yapıyor ya da yapmıyor da bunlar oluyor? Var mı yok mu bu akışta Devlet adına sorumluluk üstlenen kurumların payı?
Medya… Topluma bir şekilde mesaj taşıyan tüm yapılar.
Bir sorumluluk duyuyor musunuz toplumun gideceği istikamet konusunda? “Medya ne yapabilir bir çocuğun uyuşturucu batağına düşmemesi için, bir genç kızın kadın ticaretine malzeme olmaması için, bir kadının şiddet görmemesi, bir ailenin dağılmaması için, çocuğun bile çocuğa (ergen şiddeti) şiddet uyguladığı bir şiddet sarmalının hakim olmaması için…” gibi bir soru gündeminize geldi mi?
Bu üçüncü sayfa haberleri her gün biraz daha okunamaz, bu programlar yüreğinizi kaldırıyorsa, bu her türlü çarpıklığı içeren diziler seyredilemez hale geliyorsa, hemen yanı başımızdaki bir çürümeye, kokuşmaya bakamaz hale geliyoruz demektir. Sadece bu, alarm olarak kafidir, derim ben.