Biz okur yazar münevveran takımını mutsuz eden temel aktörlerden birisi seçmenlerdir, yani oy veren halkımızdır. Bize göre; onlar cahildir ve kuru fasulyeye, kömüre tamah ederler. Sadaka yerine geçtiğini düşündüğümüz bu tür yardımlara kanıp güçlülerin peşine düşer, kendi dostu olan siyasi akımlara sırt çevirirler.
Halbuki ekmek mi hürriyet mi sorusuna her dönemde halkımız “hürriyet” cevabını vermiş, tercihini o yönde yapmıştır. Ben, toplumumuzun temel ihtiyacının ve beklentisinin bugün de öncelikli olarak “hürriyet” olduğunu düşünenlerdenim.
1946 seçimlerinden bu yana yapılan bütün seçimleri tek tek analiz etsek, okumuş yazmışların tercihinin mi yoksa seçmen kitlesinin eğiliminin mi demokrasiye daha yakın ve yatkın olduğunu anlayabiliriz. Hepsini tek tek saymayacağım. Burada daha önce dikkat çektiğim birkaç tipik örneği hatırlatmak istiyorum.
En çarpıcı olandan başlayayım. 16 Eylül 1961 günü darbeciler Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu astılar. 17 Eylül günü de Başbakan Adnan Menderes idam edildi. Aradan bir ay bile geçmeden 15 Ekim 1961’de genel seçimler yapıldı.
Devlet terörünün estiği, siyasetin kana bulandığı koşullarda seçmenin yarısı idam edilen Menderes’e yakın partilere oy verdi. Yani seçmen o korku ortamında bile geri çekilmedi ve mağdurların yanında durdu.
Okumak cehli giderir ama…
12 Mart 1971 askeri müdahalesine karşı çıkan Ecevit’in CHP’si 1973 seçimlerinde birinci parti oldu. Askeri darbeyle işbirliği yapan Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin bir önceki seçimde yüzde 54 olan oyu eridi ve 1973 seçimlerinde yüzde 29’a düştü.
12 Eylül darbesinin ardından, 1983 seçimlerinde darbecilerin oy vermeyin çağrısı yaptıkları Özal tek başına iktidara geldi. 28 Şubat 1997 post modern darbesi, AK Parti’yi iktidara taşıyan temel ivme haline dönüştü. Son örnek 2019 İstanbul Belediye Başkanı seçimidir.