Birkaç gün önce Başakşehir-PSG takımlarının Şampiyonlar Ligi maçında hepimizin bildiği üzere ırkçı bir hadise yaşandı. Maçın 4. Hakemi Başakşehir futbol takımının antrenörüne Negro (zenci) hitabıyla ırkçılık yapması tüm kesimlerden tepki almıştı.
Murat Yiğit
Irk; renk, boy, ses vücut yapısı vb. kalıtımla gelecek kuşaklara aktarılan özellikler ile insan topluluklarının dikey olarak sınıflandırılmasına imkân veren kategori olarak tanımlanır. Irkçılık en ilkel şekilde renk, daha sonra kafatası ve daha sonra kan ırkçılığı olarak ortaya çıkar. Aslında batı kültürüne hâkim bir duygu olan ırkçılık her ne kadar son zamanlarda aşırı tepki gösterilse de batı medeniyetinin kodlarına işlemiş olduğunu ortalama bir düzeyde tarihe meraklı her insan bilmektedir.
Orta çağdan beri kendilerini üstün gören “Batı medeniyeti” birçok katliamın faili olarak görülmektedir. Avrupalıların istilasıyla keşfedilen Amerika kıtasının bakir topraklarında yaşayan yerliler yine Avrupalılar tarafından katliamlarla yok edildiğini görmekteyiz. Keşfedilen bu coğrafyada ucuz işgücü için özellikle Afrika’da yaptıkları baskınlarla gemilere doldurularak Amerika’ya getirilen bu insanlar köleleştirilmişlerdi. Bu yolculuklarda daha yeni dünyaya varamadan gemilerde açlık ve işkence sonucu yüz binlercesi ölmüşlerdi. Kıta’ya getirilenler ise yeni dünyada, Beyaz Avrupalıların her türlü işkencesine maruz kalmışlardı. İnsan gücünü aşan ağır işlerde çalıştırılan siyahiler, beslenme ve barınma şartlarının da kötü olması nedeniyle kısa zamanda hayatlarını yitirmelerine sebep olmuştu.
4 Temmuz 1776 da ilan edilen Amerika Özgürlük Bildirgesinde “…bütün insanlar eşit yaratılmıştır, Tanrı kendilerine vazgeçilmez bazı haklar vermiştir. Bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama…” gibi maddeler yer alır. Ancak buna rağmen Beyaz adamın bilinçaltı, bu maddeleri yalnızca kendileri için tasavvur etiğini eylemleriyle göstermiştir. Bu yüzden 1862 de Amerika’da köleliğin tamamen kaldırılmasını içselleştirememiş ve işi yargıya taşımışlardır. Kaotik geçen otuz yılın sonun da yüksek mahkeme beyazların lehinde ırk ayrımcılığını yasalaştırmış oldu. Bununla beraber yaşam koşulları da değişmeyen siyahiler kölelikten daha ağır şartlara mahkûm edilmişlerdi. 20.yüzyılın ilk yarısına geldiğimizde Amerika’da kölelik yerini ırkçılığa bırakarak siyahi toplum üzerindeki etkilerini uzun süre devam ettirmiştir. Siyahiler sağlık, eğitim, çalışma hayatı ve toplu taşıma araçlarının kullanımı konusunda bile ayrımcılığa uğramışlardır. Neredeyse hiç kamu hizmet alamamış siyahiler beyaz adamın her türlü gayrı meşru işlerinde kullanılmaya mecbur bırakılmışlardır. Kölelik dönemlerinde Beyazların sofra artıklarıyla ayakta kalmaya çalışan siyahiler, yeni dönemde ise hapsedildikleri gettolarda yaşam mücadelesi vermeye başlamışlardı.
10 Kasım 1948 de Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen insan hakları evrensel bildirgesi “insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu…” cümlesiyle başlar. Buna rağmen Birleşmiş Milletler’in ev sahipliğini yaptığı Amerika’da ırkçılığının en şiddetli şekilde devam etmesi ise çok ironik bir durum haline gelmiştir.
Donalt G. Murray’ın üniversiteye kaydolmak için yaptığı müracaat, siyahi olması nedeniyle reddedilmişti. Bunun üzerine üniversite aleyhine 8 Mart 1935’te açtığı davayı kazanması Amerika’daki siyahiler için bir umut olsa da tam olarak beyazlarla eşit vatandaş muamelesi görmeleri için 2 Temmuz 1964’te çıkan Medeni Haklar Yasası’na kadar beklemek zorunda kalmışlardır. Ancak Amerika polisinin ırkçı davranışları sebebiyle siyahiler hala hayatlarını kaybetmeye devam ediyorlar.
Amerika’daki ırkçı Beyazların atalarının yaşadığı Avrupa’da ise ırkçılık bambaşka bir boyuttaydı. 1889 Paris’inde 18 milyon kişinin katıldığı bir sergide 400 Afrikalı erkeğin hayvanat bahçesi tarzında sergilendiği bir “insanat bahçesi kuruldu”. Yine 1909’da Alman İmparatoru’nun Hamburg’da bir “insanat bahçesi” ziyareti tarihe not olarak düşüldü. 1897 yılında Belçika Kralı II.Leopolt Brüksel yakınlarında bir “insanat bahçesinin” kurulmasını emrettiğini kaydediyor tarihçiler. 1914’te Norveç’te Senegal’den getirilen 80 Afrikalının sergilendiği bir “insanat bahçesinin” kurulduğu da yine tarihi bilgiler arasında yer almaktadır. Bu tutum, beyaz ırkın üstünlüğü fikrini desteklemekte önemli rol oynadı. Birçok antropoloğun evrim teorisi ve üstün aryan ırkı teorisi üzerine araştırma yapıp kitaplar yayınlamasına neden olmuştu.
Genel olarak insanlık tarihine baktığımızda ise karşımıza ilk isyanın ırkçılık temelli olduğunu görmekteyiz. Nitekim Araf suresi 12. ve 13. Ayetlerinde Allah “Sana buyurduğum halde seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis) ben ondan daha üstünüm, çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın dedi. Allah, öyle ise in oradan! Orada büyüklük taslaman senin haddin değildir. Çık artık sen aşağılıklardansın” demiştir. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere ırkçılığın insanlık tarihinden daha eski bir suç olduğu ve cezalandırılması gereken bir eylem olarak görmekteyiz.
Eski Mısır, Yunan ve Roma dinleriyle Hinduizm, Taoizim gibi Uzak Doğu dinleri, Zerdüştlük, Mecusilik Yahudilik ve Şamanizm gibi ırk temelli dinler olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Yahudilik teolojisi haricinde kendi ırklarının diğer ırklardan üstün tutan bir inanç manzumesi vazetmemiştir. “Yahudilik mühtedi kabul etmez” anlayışı ile Museviliğin bir ırk dini olduğu düşüncesini bugün hala etkin bir şeriat olarak kabul edildiğini görmekteyiz.
İslam dini insanların farklı ırklardan geldiğini kabul etmesine karşın, ırklar arasındaki ilişkilerde belirleyici unsur olmasını reddeder. Gerek teori olarak gerekse de felsefi açıdan İslam’ın insan kavramında ırka dayalı bir üstünlüğünü kabul etmez. Fıkıhta da insanlar arası ilişkiler bağlamında ırkın belirleyici bir yeri yoktur. Konu hakkında net mesajı Hücurat suresi 13. Ayetinde okumaktayız. “ey insanlar şüphesiz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır…”. Allah, üstünlüğün iradi olmayan tabii özelliklerde değil, iradi olan dini ve ahlaki duyarlılıkla (takva) sınırlamıştır.
Atalar fetişizmi hür düşünceyi engellerken bu felsefenin ürünü olan adaletsizliği Allah, Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde yasaklar. Bu meyanda insanlık ailesinin, atalarının ve ırkının peşine körü körüne takılmasını yasaklar. İnsanlık için Kuran’ın bir rehber olarak izlemesine dikkat çeker.
Meşhur hadislerinden biri olan “Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” sözüyle Allah Resulü konuyu net bir ifadeyle ortaya koymuştur. Arap olmasına rağmen kendi soyundan gelen bir üstünlüğünün olamayacağını söyler. Yine “siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur” hadisiyle de günümüzün en popüler haliyle ten rengi ırkçılığını da yasaklar.
Günümüz Türkiye’sinde ise ırkçılık ten rengi üzerinden ziyade etnik kimlik üzerine inşa edilmiştir. Irkçılık, resmî ideolojinin Türk olmayan etnik kesimlere karşı ötekileştirici eylemleriyle ortaya çıkmıştır. Bu politikalardan en fazla etkilenen kesim Kürtler olmuştur.
Amasya genelgesinde Türkiye’yi kuracak olan asli iki millet Türk ve Kürt olarak belirlenmişken cumhuriyet kurulduktan sonra Türk milliyetçiliği baskın düşünce haline gelmiştir. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi kurumlar kurularak Türk ırkının üstünlüğünü pekiştirecek teoriler ortaya atmış ve bu politikaların sonucunda dağa taşa “ne mutlu türküm diyene” sözleri yazılmıştır. Hatta bu söylem Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı coğrafyada bile insanların gözüne sokularak her fırsatta Türk olmanın ayrıcalığı diğer milletlere zorla benimsetilmeye çalışılmıştır.
Irkçılık söylemi zaman zaman eksen değiştirdiğine şahit oluyoruz. Günümüz Türkiye’sinde hedef kitle Suriye göçmenleri üzerinden Araplara yönelmiştir. Bu durum ilkokulda başlayan eğitim sistemimizin temel taşı haline gelmiştir. Muhafazakâr kimliği ile kamuoyu desteği alan iktidar zamanla milliyetçi söylemleriyle seçmenini de bu yöne kanalize etmiştir.
Girişte de bahsettiğimiz gibi bir futbol müsabakası içinde siyahi bir sporcuya karşı yapılan ırkçı davranış karşısında tüm Türkiye, tepkilerini her platformda gösterdiler. Sosyal medya kullanıcıları ise hesaplarında “No To Racism” yazarak ortaya koymuşlardır. Lakin bu insanların çoğunluğu aynı sosyal medya hesaplarında Suriyeli ya da diğer göçmenleri aşağılayan tutumlardan vazgeçmemeleri dikkate değer bir konu olarak önümüzde duruyor.
Müslümanlar olarak ırkçılığın her türlüsüne karşı olmamız gerekirken ırkçılığı sadece renk ile sınırlandırmamız vahim bir durumdur. Oysa bütün çeşitleriyle ırkçılığa karşı bir duruş sergilememiz gerekmektedir. Aksi halde Allah katında bir ceza ile karşılaşacağımız gerçeğini göz ardı edemeyiz.