Yazar ve düşünür Atasoy Müftüoğlu Analiz Etti...
Geçmişin; bir başka zaman, bir başka dünya ve bir başka ülke olduğunu idrak edemeyen bir düşünce ve kültür dünyası, kendi zamanını temsil edebilecek bir bilinç/dil/kültür oluşturamaz. Bu nedenledir ki; toplumlarımız, bugün, karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel sorunlara cevap veremiyor. İslami düşünce/kültür hayatı, kendi geçmişimiz ve tarihimiz hakkında, eleştirel düşünmek gibi bir sorumluluk taşımadığı için, kendi tarihimizi doğru değerlendiremiyor. İçe dönük kültürler, her durumda sınırlı kavrayışlar sergiliyor, olgulara ve gerçekliğe bütün boyutlarıyla nüfuz edemiyor, olayların akışına ve bu akışın muhtemel sonuçlarına da nüfuz yeteneği geliştiremiyor.
Geçmişe doğru savrulan bir zihin dünyası, zaman dışı varlıklar oluşturuyor.
Batıni-konformist-gelenekçi bilgi-dil-düşünce-kültür ilgisi üzerinde yoğunlaştıkları/derinleştikleri için, İslam toplumları, dünya bilgisine, vizyonuna, misyonuna ve siyaset bilincine yabancılaştılar, bu nedenle de, dünyanın, tarihin kıyısına, taşrasına sürüklendiler ve bugün yaşadığımız üzere, emperyalist siyasetin nesnesi/paryası haline getirildiler. Günümüzde, İslam ve siyaset tartışmaları, daha çok seküler/ideolojik referans çerçevelerinin sınırları içerisinde tartışıldığı için, İslam ve Müslümanların, emperyalist siyasetin nesnesi/paryası haline getirilmesi, seküler dünyayı olduğu kadar, derin bir kriz içerisinde bulunan İslami düşünce-kültür-ilahiyat ve siyaset hayatını da rahatlatıyor.
İslam ve siyaset konusu, İslami bilinç ve dünya görüşü temelinde, İslami anlamda, entelektüel bir varlık ortaya koyamadığımız için gereği gibi konuşulamıyor. Modernitenin ve geleneğin vesayetini aşamayan, düşünce-kültür hayatımız, kendisine olan güvenini kaybettiği için, her durumda hırpalanabiliyor, seküler dilin ve dünya görüşünün emperyalizmi karşısında tutunamıyor. Bugün, İslam toplumlarının zihin dünyası, entelektüel emperyalizmin ve entelektüel tiranlığın mağlup ve mağdurudur, bu nedenle de entelektüel otorite ve itibar sahibi değildir. Toplumlarımızda, dini ya da politik karizmatik figürler otorite ve meşruiyet kaynağı olarak görülebilirken, aziz İslam, otorite ve meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarılmıştır. İçerisinde yaşadığımız toplumlumda da, somut olarak görülebileceği üzere, dini hayat, dini kabilelelere/hiziplere dönüşmüş olarak faaliyet gösteriyor. Her kabilenin dokunulmaz kıldığı bir ikon’u var. Bütün bunlar, İslamın evrensel ufkuna/bilincine ve evrensel zihinlere yabancılaştığımız için mümkün olabiliyor.
İslam toplumları, totaliter rasyonelliğin ağır baskısı altında tutulduğu için, İslami kültürel/siyasal amaçlar için, modern-seküler alanı kullanıyor. Bu nedenle de, düşünce ve kültür hayatımız hiç bir alanda, hiç bir özgünlük üretemiyor. Laiklik gibi, totaliter rasyonelliğin ifadesi olan kavramların, Batı Hıristiyanlığının özel tarihine ait kavramsal çerçeveler olduğunu entelektüel yetersizliğimiz ve cesaretsizliğimiz nedeniyle tartışamıyor, reddedemiyoruz. Modern tarih, ideoloji ve felsefe; akıldan ve ahlak’tan bağımsız güç anlayışıyla, bilgelikten ve değerden bağımsız bir bilgi anlayışıyla, bütün insanlığa hitap edilemeyeceğini, insani-adil bir dünya kurulamayacağını gösterdi. Kâr ve çıkar hesaplarına dayalı bir dünya, ırksal ve ideolojik önyargıların dünyası bugün, kapitalist sömürü ve adaletsizlik sistemini normalleştirmiştir. Bugün, Batılı değerlerin, büyük ölçüde ideolojik/mitolojik olarak ayakta durduğu kesinlik kazandı. İçerisinde yaşadığımız dönemde, özellikle Ortadoğu’da somutlaşan emperyalist hunharlık/tahakküm ihtirasları sürdürülürken, bir diğer yanda da “demokrasi” adına politik maskaralıklar sürdürülebiliyor. Avrupa, kendi içinde, kendi değer sisteminin çöküşünü “Batısızlık” başlığı altında tartışabilirken, İslam toplumları Batı sonrası için, önerebilecek, İslami hiç bir şey bulamıyor. Maruz bırakıldığımız totaliter rasyonellikler, İslami otorite ve meşruiyeti göreli hale getirdiği için, İslami, eleştirel/felsefi/siyasal düşüncenin yeniden kuruluşunu gündeme getiremiyoruz. İslami otoritenin/meşruiyetin yeniden tesisi için, sistematik bir entelektüel mücadeleden söz edemiyoruz. Bu konuda, düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, çaresizliği yansıtan bir isteksizlik sergiliyor. Bu çevreler, İslami referans-değer-paradigma sistemine güven duymadıkları için, İslami bir konuma sahip değiller, bu nedenle de İslami tanıklık yapamıyorlar.
İslami tanıklık, İslami bütünlüğün, bütün boyutlarıyla beyanı-ifadesi yoluyla mümkün olabilir.
Günümüzde, zihinsel alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımız sebebiyle, her durumda, hep geçmişe doğru savrulmaya devam ediyoruz. İçerisinde yaşadığımız dönemde, romantizmlerden çok, gerçekçi bir ufka ve bilince ihtiyacımız olduğu çok açıktır. Her oportünist tercihin, ahlaki bir sahtekarlık olduğunu, oportünist tercihlerin bağlayıcı ahlaki yargıları yok saydığını bilmemiz gerekir. Toplumlarımızda, nereden gelirse gelsin bütün adaletsizliklere karşı çıkmak yerine, kimi adaletsizlikleri savunmak, kimi adaletsizlikleri sorgulamak, kültürel ve siyasal kutuplaşmayı ve çelişkileri derinleştiriyor. Farklı olgulara, farklı ahlaki kriterlerin uygulandığı, bu durumun normal karşılanabildiği bir dönemde, Müslümanlar olarak çok yoğun ve çok acımasız ahlaki ve entelektüel sorgulamalar/hesaplaşmalar ve muhasebe yapmamız gerekir.
İslam toplumlarında, iktidar sahipleri, aydınlar vb. emperyalizme karşı kesin yargıları olmayan, bu konuda göreci tutumlar takınan, emperyalistlerin ilgi-himaye ve desteklerine ihtiyaç duyan bir yaklaşım ve zihniyet sergilemekten çekinmiyor. Böylesi bir yaklaşım ve zihniyet, özellikle Ortadoğu’da, İsrail’in çok daha güçlenmesine neden oluyor. Sözünü ettiğimiz yaklaşım ve zihniyetin Türkiye’de de somutlaşması, İslami vakitlere, aziz vakitlere, aziz uğraşlara ne kadar yabancılaştığımızı gösterir. Kendi zaaflarını görmezlikten gelen, partizanlıktan kaynaklanan patolojik vicdan rahatlığı, sağlıklı bir sosyal/toplumsal bilinci imkansız kılıyor.
Toplumlarımızda, her tür, çıkar/iktidar arayışı, mülahazası, mücadelesi; insani/ahlaki/vicdani tüm nitelikleri kötürümleştiriyor. Bu kötürümleşme nedeniyle, yozlaşma, bayağılaşma, adaletsizlik vb. ahlaki bir infial ve öfke’ye bile yol açmıyor. Çıkar beklentileriyle, oportünist beklentilerle, her tür yozlaşmaya, bayağılaşmaya, cehalete, propoganda diline, hamaset diline, her tür kabalığa katlanıyoruz. Bugün, emperyalist/kapitalist sistemin çok acımasız ve merhametsiz mantığı, emperyalizmin/kapitalizmin nesnesi/paryası olan ülkelerin de, aynı mantıkla bütünleşmesi sonucunu doğuruyor.