Bugünün dünyası, büyük fikirler yerine, büyük güç ihtiraslarının, kavgasının, anarşisinin belirleyici olduğu, olabildiği bir dünyadır. Bu durum, emperyal nüfuz-etki sağlayabilmek için, nesnel bütün gerçekleri hiçe sayan, yalanlayan bir siyaset yaklaşımını, kaba ve bayağı milliyetçilikleri sıradanlaştırdığı gibi, stratejik ittifaklar yerine, konjonktürel-taktik ittifakları da sıradanlaştırıyor. Böyle bir dünyada, kitle demokrasileri, siyaseti, siyasal kültürü, siyasal ilişkileri ve siyasal kadroları bütünüyle yozlaştırıyor, bayağılaştırıyor. Ortadoğu´ya ?demokrasi-özgürlük-serbestlik ve serbest piyasa? götürmek gibi bilinçli ve tasarlanmış yalanlarla her tür saldırganlık, terör, katliam, kıyım, soykırım bugün rahatlıkla sürdürülebiliyor.
Bilinçli / tasarlanmış yalanlarla günümüzde, her ülkede, kurmaca gerçeklikler, kurmaca tehditler oluşturulabiliyor. Modernitenin sömürgeci niteliği, modern bütün kuramsal çerçeveleri yok sayarak, romantik yalanlarla, romantik hikayelerle, sömürgeci pratikleri uygulamaya devam ediyor. Modern tarih, kapitalist-endüstriyel ekonomiler için kaynak sağlamak üzere sömürgeciliği başlatmıştı. Bugün de modern tarih, bütün değer ve ahlak sistemlerini bütünüyle ayaklar altına alarak, kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı sömürgeciliği devem ettiriyor.
Modern tarih, ideolojik ve ırkçı anlamda bir evrensellik oluşturduğu için, her zaman sistematik/aşağılayıcı ?ötekilikler? üretti. Her ötekileştirme yaklaşımı evrenselciliği imkansız kılacağı için, İslami bilinç, tevhidi duyarlılık, evrenselcilik konusunda bütün Müslümanları çok tutarlı olmaları konusunda uyarır. Evrenselci bilinç-ahlak, yerli-yerel gerçeklere-bağlılıklara-sorunlara kayıtsız kalmak anlamına gelmez. Önemli olan yerli-yerel olan ile kısıtlanmamaktır. Kısıtlanmak, kapsamlı düşünememek, taşralılığa mahkum olmakla sonuçlanabilir. Kısıtlandığımızda, ulusal sınırlar dışında yankısı-işlevi olabilecek etkiler üretemeyiz. Dar kategoriler içerisinde düşünmek, dünyada neler olup bittiğini öğrenmemizi imkansız kılar.
Biz Müslümanların, içerisinde bulunduğumuz tuhaf zamanlarda, varoluşsal yaklaşımlara, varoluşsal dayanışmalara, varoluşsal kararlılıklara ihtiyacımız var. Hangi alanda olursa olsun, statükoyu ve sıradanlığı sürdürmek, yetenek yoksunluğuna işaret eder. Hayatımızı ancak, paylaşılmış bilinçle, paylaşılmış ilke ve sorumluluklarla anlamlı kılabiliriz. Düşünce hayatımızın, kültür hayatımızın, edebiyat hayatımızın yeteneklerini, birikimlerini, ufuklarını, önerilerini, yol ve yöntemlerini bir etki oluşturacak şekilde genel kamuoyuna yansıtmaları gerekir. Günümüzde, politik beklentiler adına, partizanlıklar adına, ne yazık ki, niteliklerden, ahlaki değerlerden feragat ediliyor, ahlaki adaletsizliklere başvurulabiliyor.
Hakikat karşısında ilgisizlik ve kayıtsızlık, niteliklerden feragat edildiğinde başlıyor. Niteliklerden feragat ettiğimizde, akışa kapılıyor, yüzeylerin altındaki yalanları göremiyoruz, görmek istemiyoruz. Nitelikten feragat ettiğimiz için, milliyetçilik ve mezhepçilik gibi kısır karşıtlıkları savunabiliyor, köhne bağnazlıklarla yüzleşemiyoruz. Niteliklerin ve bilincin hakim olmadığı bir toplumda ve kültürde, meydan okuma da yoktur, eleştiri de yoktur. Hakikat alanını terk ettiğimizde, bu alanı kısır karşıtlıklar ve köhne hikayeler doldurur. Hangi toplumda olursa olsun, hamasetin ve popülizmin toplumsallaşması, devletin himayesine mazhar olması, bütün umutların ve geleceğin gecikmesine neden olur.
Politik beklentiler doğrultusunda bir geçmiş icat etmek, geçmişi sömürmek demektir. Her toplum ve kültür, kendi tarihi konusunda eleştirel bir yaklaşıma, eleştirel bir hassasiyete sahip olmak zorundadır.
İslam dünyası toplumlarında otoritenin-otoritelerin her şeyi bizden daha iyi bildiği-bileceği inancı, eleştirel entelektüel sorumluluğa hayat hakkı tanımıyor. Bu nedenle aydınlar, alimler, yazarlar, otorite paradigması doğrultusunda tercihler yapıyor. Sözünü ettiğimiz tercihler sebebiyle bu çevreler ahlaki bağımsızlıklarını kaybediyor, adaletsizlikler karşısında sessizliğe bürünüyor. İslami kesimler, içerisinde bulunduğumuz dönemde, çok büyük bir sapmayı göze alarak, ?ulus-devlet? kutsallarıyla bütünleşiyor. Bu gelişme ile ilgili olarak ahlaki bir infiale bile rastlamıyoruz. İslami etkinliklerden, varoluştan, bilinçten bağımsız İslami aidiyet iddialarını da sürdürmeye devam edebiliyoruz. Yeni görüşler, fikirler, eleştiriler, ortaklıklar, dayanışmalar üretmek yerine, statükoya sıkı sıkı sarılıyoruz.
Günümüzde tüm toplumlar bir şekilde piyasa aklına maruz kalıyor, piyasa aklı tarafından yönlendiriliyor, engelleniyor, ya da terörize ediliyor. Piyasa aklı her tür kötülüğü, haksızlığı, adaletsizliği, ahlaksızlığı, merhametsizliği normalleştirdiği gibi, Siyonist-ırkçı İsrail örneğinde de görülebileceği üzere, her tür sömürgeciliği, ırkçılığı, işgal ve istilayı, mülksüzleştirmeleri bile normalleştiriyor. İnsanlık tarihinin barbarlıkta/zalimlikte bir benzerini görmediği İsrail rejimi ile Türkiye arasında sık sık siyasal kavgalar yaşandığı halde, piyasa aklınca yönlendirilen taraflar ticari ilişkilerini eksiksiz bir şekilde barış içerisinde sürdürebiliyor.
Modern-seküler toplumlarda ahlaki ölçütlerin toplumsal/siyasal/ekonomik alandan dışlanmasıyla birlikte, hesapçı ölçütler hayatın her alanında belirleyici hale geldi. Hesapçı ölçütler bugün İslam toplumlarını da dönüştürüyor. Bireyler her şeyden önce hesapçı tercihler, konumlar, ilişkiler ve hatta hesapçı bağlılıklar üzerinde yoğunlaşıyor. Herkesin kendi piyasa değerini yükseltmek için seferberlik halinde olduğu bir dönemde, birlikte varoluş umudu imkansız hale geliyor.
Müslümanlar olarak radikal umut´lardan söz edebilmemiz için radikal/varoluşsal hesaplaşmalar ve değişimin imkanları üzerinde düşünmeye ve konuşmaya cesaret edebilmemiz gerekir.