Bir önceki yazıda Ak Parti´nin İstanbul kaybını 16 Nisan Anayasa değişikliklerine ilgi ile ele almıştım. Meğer böyle düşünen yalnız ben değilmişim. Ak Parti Meclis Grup Başkanvekili Naci Bostancı da 16 Nisan Anayasa değişiklikleri ile getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin rehabilite edilecek yönleri bulunduğunu söylemiş. Üstelik Cumhurbaşkanlığında bu yönde bir çalışmanın halen yapılmakta olduğunu da ilave etmiş.
Böyle bir çalışmaya ihtiyaç duyulması bile iyiye işaret. Modern yönetim sistemlerinde, bu ister başkanlık sistemi ister parlamenter sistem olsun, güçler ayrılığı temel ilkedir. Böylece sistemin denge ve denetleme mekanizmaları oluşur.
Semavi dinlerde bu denge ve denetleme mekanizmalarına özel bir önem verilmiştir. Bizde namaz, insanın kendisini denetlemesi için bir vasıtadır. Her gün beş kez bunu hatırlamakla görevliyiz. Toplumsal denetim için de Cuma namazı işaret edilmiştir.
Doğrusunu isterseniz Ak Parti kurucularından birisi olmak hasebiyle Cumhuriyet Halk Partisi´nden 800 bin fark yemek benim içimi acıttı. Bu tehlikeye uzun zamandır dikkat çeken yazılar neşrediyorum burada. Bu fark niçin doğdu diye düşünmek varken Ak Parti´ye yakınlık iddiasındaki birilerinin,?gelin bunun sebeplerine bakalım´ diyenleri olmadık şeylerle itham etmeleri, Ak Parti´nin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikedir. Zehirli zihniyet budur. Bu zihniyetin, belki bilerek değil ama FETÖ kopyası olduğu hiç su götürmez.
?İstanbul´un kaybı ne gibi siyasi sonuçlara yol açar?, ya da ?açar mı? sorusunun cevabını almak için vakte ihtiyaç var. Ekrem İmamoğlu, klasik CHP diliyle kazanmadı, adeta bir zamanların Ak Parti üslubu hâkimdi kampanyasında. Kemal Kılıçdaroğlu´nun bu dile itiraz etmeyişini de not etmek lazım. İmamoğlu bundan sonra aynı tarz ve eda içinde mi hareket eder yoksa CHP´nin keskin Kemalistleri yolunu tıkar mı, bilmiyoruz. İmamoğlu´nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile yetinmeyeceğini söyleyenler az değil.
Ben pek ihtimal vermiyorum ama Ak Parti´nin bir kongre hazırlığından söz edenleri duyuyoruz. Hatta bunun için şimdiden yeni konumlara hazırlanma gayretine girenler ve buna göre pozisyon almakta gecikmemek için telaşa kapılanlar olduğundan da söz ediliyor. Bana sorarsanız yeni bir kongre ile elde edilecek pek bir şey yok. Bu nihayet genel merkezde zaten hiçbir dişe dokunur iş çıkaramayan kimselerin işgal ettiği bazı postlara yeni kişiler yerleştirmenin ötesine geçmez. Her biri Cumhurbaşkanının sekreteri konumundaki bakanları değiştirerek de sonuç almak imkânsız. Ancak bu ihtimale binaen gözünü dört açanlar ve etrafı kollayanlar olduğunu da duyuyoruz.
Yine bir önceki yazıda vurguladığım gibi sorunu kişilerde değil sistemde aramak gerekiyor. Buradan yola çıkarak 16 Nisan anayasa değişikliklerini sorgulamak lazım demiştim. Oradaki eksikliği de denge ve denetleme mekanizmalarının yokluğuna ve güçler ayrılığı ilkesinin göz ardı edilişine bağlamıştım.
Bir de mevcut sistemin ortaya çıkardığı güven kaybı var. Ak Parti´nin ilk on yıllık döneminde insanlara her anlamda güven gelmişti ve böylece GSYİH zirve yapmıştı. Şimdi piyasalardaki güven meselesini sadece birkaç bakana bağlayanlara da işin esasında bir sistem sorunu olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
16 Nisan´la gelen murakabe eksikliğinin bugünküne benzer sıkıntılara yol açabileceğine de referandum sıralarında yazdığım yazılarda işaret etmiştim. Yine o dönemlerde bugün eksikliğini daha çok hissettiğimiz demokrasi ve hukuk vurgulu yazılar neşretmiştim. Denge ve denetlemeye kuvvetle vurgu yapan yazılarım da vardı o dönemde? Kısaca bir hafta önceki yazıda söylediklerim yeni değil.
16 Nisan referandumunun bir başka tarafı daha var. 31 Mart seçimlerinden önceki bir yazıda şöyle bir hususa daha dikkatler teksif edilsin istemiştim: ?Anayasa referandumunda Ankara ve İstanbul´da hayır oyları evet oylarından fazlaydı. Kürtlerin önemli bir kısmı da evet demişlerdi. Ekonomik sıkıntıların ve işsizliğin getirebileceği muhtemel oy kayıpları da söz konusu iken şimdi durmadan Kürtleri rencide ederek nasıl kazanacak Ak Parti Ankara ve İstanbul´da? Binali Bey işin farkında. Nasıl çırpındığını görüyoruz Kürtlerin oyu adına? Kürtlerin gönlünü almak için hala vakit var. Cumhurbaşkanımız bunu yapabilir??
Beni kaygılandıran hususlar var. Yıllık ekonomik büyüme %5´in altına düştüğünde Türkiye´nin işi zorlaşıyor. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek? Ekonomik büyüme için yatırım gerekiyor. Yatırım için de sermaye? Var mı bu sermaye Türkiye´de? Var ama yeterli değil. O halde dışarıdan yatırımcıya ihtiyaç var, başka bir deyişle dış sermayeye ihtiyaç var. Sermaye girişi için de hukuk güvenliğine ihtiyaç var. Üzülerek şunu söyleyelim, yıllık büyümemiz %5´in çok altında. Küçülmeden de söz edenler var ama hadi onu görmezden gelelim.
Nasıl çözeceğiz bu sorunu? Tek çare demokrasimizi güçlendirmek, hukuken öngörülebilir bir ülke olmak için bu yakınlarda açıklanmış olan hukuk reformunu hiç gecikmeden hayata geçirmek? Ancak bunların olabilmesi için de güçler ayrılığı prensibine sıkı sıkıya sarılmak? Vaktiyle Avrupa Birliği´ne bir an önce girmek için gerekli reformlar yapılmalı diye çırpınışım da bu sebepleydi. Giremesek bile o yolda ilerliyor olmayı çok önemsemiştim.
G-20 zirvesi yapıldı Japonya´da. Türkiye açısından başarılı geçtiği anlaşılıyor. Ancak tehlikeye dikkat çekenler var. Ekonomimiz gerekli performansı gösteremezse bundan sonraki zirvelerde Türkiye´yi görmek mümkün olmayabilir. Bırakın dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına girmeyi, ilk 20 tehlikede. Şu tablo size de bir şeyler söylüyor mu?Ülkelerin yıllar itibariyle GSYİH rakamları:
Bana göre çare Avrupa Birliği ama hadi oradan geçtik daha güçlü bir demokrasi ve hukuk nizamı? İlle de güçler ayrılığı?