23. 08. 2018 Perşembe
Türk lirası dolar karşısında sene başından itibaren yüzde 34 değer kaybetti ve enflasyon 2017´ye kıyasla 6 puan artışla yüzde 16´yı buldu. TÜİK verilerine göre mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 11´e yaklaşırken, tüketici güven endeksinde Temmuz ayına göre 5 puanlık düşüş gözlemlendi. S&P Türkiye´nin kredi görünümünü ?durağan?da bırakırken, Moody´s ?negatif?e çekti. Yaklaşan yerel seçimlerde ekonomik algıların oy tercihlerini ne yönde etkileyeceği merak konusu. Benzer şekilde 24 Haziran seçimleri öncesinde de seçmenin döviz krizine yönelik refleksi öngörülemez nitelikteydi. Cumhur İttifakı´nın mecliste çoğunluğu sağlayabilmesi kuşkuluyken, Erdoğan´ın ilk turda rahatça kazanabilmesi beklenmiyordu. Beklentilerin üzerinde gelen seçim başarısı; yürütülen milliyetçi kampanyanın seçmen üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Metropoll Araştırma Başkanı Özer Sencar´a göre ideolojik kimliğini ?milliyetçi? olarak tanımlayanların oranı son yıllarda ikiye katlandı ve yüzde 30´a yaklaştı. Milliyetçi algıya göre bölgesel bir güç olma iddiasıyla iç ve dış siyasette daha bağımsız bir politika izleyen Türkiye; 2013´ten bu yana, muhalefet, FETÖ, PKK ve Batı merkezli uluslararası finansal aktörler aracılığıyla köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Suriye iç savaşı, sona eren çözüm süreci, 15 Temmuz darbe girişimi, Batı ülkeleriyle gerilen ilişkiler ve kurdaki dalgalanma milliyetçi söylem için somut ve bütüncül bir zemin oluşturdu. Ekonominin bir milli güvenlik meselesine dönüştüğünü yineleyen Cumhurbaşkanı destekçilerini ikna etmeyi başardı. KONDA araştırması her üç AK Partiliden ikisinin döviz krizinin sorumlusu olarak dış güçleri gördüğünü ortaya koyuyor.
Ayrıca kararsız seçmenin önemli bir bölümü döviz krizinin enflasyona henüz yansımadığı koşullarda Erdoğan ve Cumhur İttifakı´nı tercih etti. Milliyetçi söyleme ek olarak Erdoğan´ın seçim sonrasında döviz krizini çözeceğine dair vaadi bu noktada etkili olmuş görünüyor.
Seçim sonrasında oluşan güven ve istikrar havasıyla birlikte Temmuz ayında tüketici güven endeksi 3 puanlık artışla 73´e ulaştı. Buna paralel olarak Erdoğan´ın görev onayı, Metropoll bulgularına göre yüzde 53´ü aşarken, AK Parti yüzde 46´yı buldu.
Ancak Temmuz ayının sonunda tırmanan Brunson kriziyle beraber Türkiye ekonomisi yeni bir teste tabi tutuldu. Döviz krizi, ithalata bağımlılık ve cari açık nedeniyle dış finansmana ihtiyaç duyan Türkiye ekonomisinde maliyetlerin yükselmesiyle sonuçlandı ve enflasyonu yüzde 10 seviyesinden yüzde15´e taşıdı. TÜİK´in açıkladığı verilere göre tüketici güven endeksi 5 puanlık düşüşle 68´e geriledi.
Türkiye ekonomisini yatırımcının gözünde yeniden cazip kılmak adına faiz artırımı seçeneği dile getirilse de Cumhurbaşkanı, iki nedenden dolayı buna sıcak yaklaşmıyor. Birincisi, Erdoğan ve AK Parti´nin 16 yıllık seçim başarısı düşük faiz, ithalat ve tüketime dayalı büyüme modeline dayanıyor. 1999 yılında ABD´de yaşanan resesyon ve 11 Eylül şokunun ardından sermayenin gelişmekte olan ülkelere yönlendirildiği 2000´li yıllarda Türkiye´de düşük faiz politikası kolaylıkla uygulanabildi. 2008 ve Euro bölgesi krizlerine kadar sorunsuz bir şekilde uygulanan bu politika sayesinde istihdam sağlandı, işsizlik azaldı ve enflasyon düşük seviyede kaldı. Ayrıca vatandaşların alım gücü arttı ve düşük faizli kredilerle konut ve araç sahibi olmaları kolaylaştı. Diğer yandan devlet ithal ürünlerden gelen vergilerle kamu bütçesini genişletip sağlık ve eğitim alanındaki refah politikalarını kitlelere yaydı. Ulaşım ve altyapıdaki büyük projelerle de önemli bir gelişim sağlandı.
Sonuç olarak, yaşam standardı yükselen ve statü atlayıp alt sınıflardan orta sınıflara ilerleyen seçmenler ekonomik büyüme ve sosyal hizmetlerden memnun oldukları için partiyle bütünleştiler. Metropoll´e göre AK Partililer partisine en bağlı seçmen gruplarından biri. KONDA´ya göre ise AK Partililerin yüzde 90´ı olası bir ekonomik krizi yalnızca AK Parti´nin çözebileceğine inanıyor. Metropoll araştırması düşük faiz politikasına yönelik yüzde 80´lik bir kamuoyu desteği olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Erdoğan düşük faize dayalı büyüme modelini sürdürmekte kararlı.
İkinci neden Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın para politikalarına dayanan faiz artırımı gibi çözümleri Batılı ülkeler ve finans çevrelerinin çıkarlarına dayalı reçeteler olarak görmesi. Ayrıca Cumhurbaşkanı finansal işlemlerde katılım bankacılığını öne çıkarmak istiyor.
Cumhurbaşkanı´nın Gezi olayları ve sonrasında devletin bekasını tehdit altında görmesi bu hususta önemli bir rol oynuyor. Özellikle 17-25 Aralık operasyonları ile başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimiyle sonuçlanan sürecin akabinde; ABD´nin Fethullah Gülen´i iade etmemesi bu endişeyi somutlaştırmış durumda. ABD´nin Türkiye sınırı boyunca koridor oluşturmak isteyen PYD ile oldukça yakın bir işbirliği içinde olması da Türk tarafındaki hayal kırıklığını öfkeye dönüştürüyor. Böylelikle 2013´ten bu yana gergin seyreden Türkiye-ABD ilişkileri Brunson kriziyle birlikte karşılıklı restleşmeye dönüştü. ABD´nin FETÖ ve PKK ile yakın bir görüntü vermesinin yarattığı rahatsızlık Trump´ın tehditlere dayalı popülist dış politika anlayışıyla birleşince diplomasinin yerini hamaset aldı.
PEW araştırmasına göre Türkiye ABD karşıtlığının en yaygın olduğu ülkelerden biri. 1974 Kıbrıs Harekatı´ndan sonra ABD´nin uyguladığı ambargo sonucunda yükselen karşıtlık, ABD´nin sonraki yıllarda devamlı olarak PKK ve İsrail ile birlikte anılmasıyla kuvvetlendi. Öte yandan Ali Çarkoğlu´na göre Batılı din adamlarının misyonerlik faaliyetleriyle Türk kültürüne zarar verdiklerine dair yerleşik bir tehdit algısı mevcut. Misyonerlik ve Evanjelizm tartışmalarıyla beraber Brunson üzerinden tırmanan kriz; Türkiye kamuoyunda ABD karşıtlığı bağlamında bir konsensüs oluşturdu. Güncel verilere göre ABD´ye olumsuz yaklaşanların oranı yüzde 80´i aşıyor. Ayrıca Trump´ın ekonomik yaptırımlarla baskı siyaseti izlemesi dünya çapında endişe ve öfkeyle izleniyor. Nitekim PEW araştırmasının bulguları, Avrupa ve Türkiye halklarının yüzde 90´a yaklaşan düzeyde Trump´a güven duymadıklarını gösteriyor. Almanya, Çin, İran ve Katar gibi Türkiye´nın dış ticaretinde önemli paya sahip ülkeler Trump´a karşı Türkiye´yi destekleyen açıklamalarda bulundular. İtalyan hükümeti benzer bir spekülasyondan doğabilecek kriz endişesi taşıdığını açıkladı. Pakistan gibi İslam ülkelerinde Türk Lirası satın alma kampanyaları başlatıldı. Tüm bu gelişmeler Türk kamuoyuna ABD karşısında yalnız olmadığını hissettirdi. Sonuç olarak döviz krizinin yansımaları hissedilmeye başlansa da özellikle AK Parti ve MHP seçmenleri ekonomideki kötüye gidişin sorumlusunun Trump yönetimi olduğunu düşünüyor. Yükselen milliyetçilik ve ABD karşıtlığı, ekonomideki yapısal problemleri arka planda bırakıyor.
Döviz krizinin etkileri henüz derinleşmeden Kasım ayında yerel seçimlere gidilmesinin ülkenin yararına olduğu dile getirilmeye başlandı. Böylece hükümet seçim baskısı yaşamadan ekonomide daha somut adımlar atma şansı yakalayacak. Yerel seçimlerin öne çekilebilmesi için 400 milletvekilinin onayı gerekiyor. Kurultay krizinden sıyrılmak ve iktidarın çağrısından kaçan bir görüntü çizmemek adına CHP´nin erken seçim önerisini desteklemesi muhtemel. Ayrıca CHP bu şekilde Marmara, Ege ve Akdeniz´de CHP´den kayan oylarla yükselen İYİ Parti´ye kongre sonrasında hazırlık fırsatı vermemiş olacak. AK Parti için durum daha kritik. İlk bakışta yükselen milliyetçilik ve Erdoğan desteğinin partiye avantaj sağlayacağı düşünülse de, AK Parti ile Erdoğan oy oranı arasındaki 10 puanlık fark yerel seçimlerde önem arz ediyor. Nitekim MHP yerel seçime ortak adaylarla katılmayacağını açıkladı. Dolayısıyla MHP´ye yönelebilecek oylar 2017 referendumunda Hayır blokunun kazandığı İstanbul, Ankara ve Antalya gibi büyükşehirlerde AK Parti´nin kaybıyla sonuçlanabilir.
Ekonomik algılar son 10 yılda tüm yerel ve genel seçimlerde AK Parti oy oranını doğrudan etkiledi. Tüketici güven endeksinin düştüğü seçimlerin hepsinde AK Parti oy kaybetti. Bununla birlikte Erdoğan, endeksteki dalgalanmalara rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve 2017 referendumunda oy oranını korumayı başardı. Yerel seçimlere kadar tüketici güven endeksindeki düşüşün sürmesi muhtemel. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın, kendisine olan teveccühü AK Parti´ye yönelik desteğe tahvil edebilmesi merak konusu. Bu hususta sol-sağ kutuplaşması belirleyici olabilir. CHP ve HDP´nin güçlü olduğu şehirlerde sağ oyların ağırlıkla AK Parti´de toplanacağı anlaşılıyor. Ancak sağ partilerin birbiriyle rekabet ettiği İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu gibi bölgelerde diğer partilerin iddialarını sürdürmesi bekleniyor.