24.10.2018 Çarşamba
Ne zaman mahalli ya da genel veya referandum gündeme gelse siyasilerin üslubu sertleşiyor. Bir başka ifadeyle ölçü kaçıyor. Sanki bazı siyasiler üslubu sertleştirerek oylarını artıracaklarını düşünüyorlar. Böyle olsa bile nezaketin siyaseti güzelleştireceğini unutmamak gerekiyor. Siyasette nezaketin hâkim olmasından çok oy hesapları belirleyici olunca sanki saldırı konusunda bir yarış başlıyor. Sonuçta öyle bir noktaya geliniyor ki, özellikle iktidar kanadı tek doğruyu kendilerinin söylediği gibi bir anlayış sergiliyor. Kendileri gibi düşünmeyenler ya ?hain´ ya da ?bela´ olarak takdim ediliyor.
Genel seçimlerde AK Parti ile MHP arasında tam bir birliktelik söz konusuydu ya da öyle görünmek istediler. Seçim meydanlarında birbirlerine ters düşmemeye, hatta destek olmaya dikkat ettiler. Ne var ki, seçimlerin ardından iki parti arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmış görünüyor. Söz gelimi MHP´nin af teklifi ile başlayan hafiften sürtüşme, Danıştay´ın öğrenci andı ile ilgili kararı konusunda da MHP ile AK Parti ters düşmüş durumda. Aslında, MHP´nin öğrenci andı ile ilgili Danıştay´ın aldığı kararın ardından sergilediği tavır sürpriz değildir. MHP yıllardan beri bu konuda sahip olduğu yaklaşımına uygun hareket etmiştir. Aynı durum İYİ Parti için de geçerlidir.
Aslında MHP´nin affı gündeme getirdiği ilk günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, ?Şahıslara yönelik suçları devletin affetme yetkisi yoktur? diyerek bizimde katıldığımız tavrını net bir şekilde ortaya koymuştu. Zaman içinde bu yaklaşımına bir de, ?Bizler uyuşturucu satıcılarını affedenler olamayız? diyerek ikinci bir itiraz daha eklemişti. Bunlar olurken MHP ilk günkü duruşunda devam etmişti, buna bir de öğrenci andı ile ilgili konu eklenip, Bahçeli konuşmalarında kendine has üslubu ile AK Parti´nin karşı çıkışlarını cevaplandırınca olay iki parti arasında karşılıklı atışmaya döndü. Aslında partilerin bazı konularda farklı düşüncede olmaları, farklı görüşleri savunmaları kadar doğal bir şey yoktur. Bu bakımdan farklılık ne kadar doğal bir davranış tarzı ise bu farklılıkların dile getirilmesinde sergilenen üslubun nezaket sınırları içinde kalması da o kadar önemlidir. Siyasette nezaketi hâkim kılamadığımız sürece toplumun huzur içinde olması mümkün olmaz. Şahsen, seçimsiz demokrasi olmayacağını bildiğim halde seçimin her gündeme gelişinde sergilenen sert üslup sebebiyle tedirgin oluyorum. Hâlbuki siyasilerin görevi toplumu tedirgin etmek değil, huzura kavuşturmaktır.
Başkanlık sistemine geçilmesini öngören referandum kampanyası sırasında ısrarlı bir şekilde siyasi istikrarsızlık döneminin kesinlikle sona ereceği söylenerek anayasa değişikliğine ?evet´ denilmesi istendi. Ne var ki tüm bu söylenenlere karşı siyasi istikrarı sağlayabilmek iddiası ile partiler seçimlerden önce ittifak oluşturmak zorunda kaldılar. Çünkü iktidar partisi gördük tek başına hareket ettiği takdirde Meclis´te önü kesilebilecek, bunun içinde yanına MHP´yi aldı. Ama buna karşı oluşturulan ikinci ittifak ise yine MHP ve AK Parti tarafından hainler ittifakı olarak takdim edildi. Bir bakıma kendileri dışındaki partilerin yanlışta oldukları gibi bir yaklaşım sergilediler. Kısacası, seçimlerde istedikleri neticeyi alabilmek için toplumun kamplaştırılmasında sakınca görmediler.
Mahalli seçimler öncesinde de benzer bir hava estiriliyor. Ancak, bu defa MHP ve AK Parti tek vücut halinde değiller ya da öyle görüntü vermeyi tercih ediyorlar. Ancak, söz konusu iki partinin yarıştırıcı ve dışlayıcı, hatta hakaret içeren üslup sergilemeyi sürdürdükleri görünüyor. Bahçeli´nin dolaylı olarak Cumhurbaşkanı´na yönelik sözleri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın Kılıçdaroğlu´na yönelik, ?CHP´yi bu beladan kurtarmamız lazım? şeklindeki ifadelerinin siyaseti germenin ötesinde bir sonuç vermeyeceğini söylemeye bile gerek yok. Hâlbuki Cumhurbaşkanı´nın görevi CHP´de kimin başkan olacağını belirmek değil, ülke sorunlarına çözüm bulmaktır.