Dün 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümüydü.
Garip sonuçları olmuş bir girişimdir 15 Temmuz. O gece bir darbe engellenmiş, ancak devamında bu girişime verilen tepkiler, istikametleri, nitelikleri ve çaplarıyla, herhangi askeri bir darbenin ağır sonuçlarını aratmamıştır.
Başka bir deyişle, 2016’da Türkiye ciddi ve tehlikeli bir darbe badiresi atlatırken, siyasi iktidar bu durumu, ilan ettiği olağanüstü hal, önlemler üzerinden katı otoriter bir rejim inşa etmenin vesilesi kılmış, geçici olması gereken kaçınılmaz sert tedbirleri, sürekli düzenlemeler haline getirmiştir.
Benzetme garip olacak belki, ancak durum bir yanıyla 12 Eylül’ün yasaları elden geçiren “kurumlaştırıcı iktidarı” ile anayasayı yapan “kurucu iktidarı” arasındaki ters ilişkiye benzer.
12 Eylül’de askeri cunta, 2 yıl boyunca, önce Türkiye’nin 11 ciltlik mevzuatının neredeyse tümünü baskıcı istikamette değiştirmişti. Daha sonra cuntanın seçtiği ve güdümündeki “kurucu iktidar” devreye girmiş, yeni bir anayasa hazırlanmıştı. Bu anayasa temelleri, kendisinden önce değiştirilmiş mevzuat üzerine kurulmuştu.
15 Temmuz’un ertesi günü ilan edilen olağanüstü hal, bu çerçevede devreye giren kararnameler de, kimi yasaları elden geçirmiş, örneğin TSK’yı düzenleyen kanunlar değiştirilmiş, birçok kurum kapatılmıştı. 2017 referandumuna sunulan anayasa olağanüstü hal dönemi değişikleri ve ruhunun izlerini taşıyordu. Kurumsal yapı ve anayasal yapı arasındaki ters ilişki 12 Eylül’deki kadar kesif olmasa bile, model aynıydı.
Velhasıl 15 Temmuz sonrası önlemler bir bütün olarak bakıldığında, 15 Temmuz rejimi denebilecek bir düzen inşasının araçları da olmuşlardır.
Bu durum, garip bir paradoksa işaret eder.
Bir otokrat hükümranlık hamlesine karşı önlem alma gerekçesiyle başka otokrat hükümranlığın tesisi…
Bu paradoks, çok kişiye, darbe girişimi ile hükümet arasındaki bir ilişki olup olmadığı sorusunu bile sordurmuştur.
Oysa kuşku duyulacak herhangi bir durum yoktu.
15 Temmuz ordunun bir kısmını ele geçiren Gülencilerin darbe girişimiydi. Siyasi iktidar bu başarısız darbeyi otoriter düzeni inşa etmek için kullanması başka bir girişimdi.
Burada, bir zihniyet, siyasi anlayış sürekliliği bulunmaktadır.
15 Temmuz, zihniyetle ilgili bir darbe iklimidir.
Tarihe işin bu iki yönüyle geçecektir.
Tekrar vurgulayalım:
Bir yönünde darbe girişimi, o girişime direnen bir siyasi iktidar, onun yanında duran, sokağa inen, darbenin engellenmesine katkıda bulunan kitleler…
Diğer yönünde, tedbir kisvesi altında, sistemin şahsileştirilmesi, istemeyenlerin tasfiye edilmesi, anayasa mahkemesi başta yargı denetimin devre dışı bırakılması, tasfiye ve atamalarla yargının siyasileşmesi, keyfi gözaltılar, kamudan ihraçlar, kayyumlar ve bunlarda yaşanan süreklilik ve derinleşme….
2017 referandumuna sunulan ve kabul edilen anayasa bu sürekliliğin ürünüdür.
Geçen yılda yazmıştım, tekrar edeyim.
Ortada bayram olarak kutlanacak bir şey görmüyorum.
Kaynak: farklı Bakış