29. 09. 2018 Cumartesi
Geçtiğimiz Pazar gününden bu yana, Cumhurbaşkanımızın New York ve Berlin´i kapsayan ziyaretleri çerçevesinde oldukça yoğun bir yurtdışı programı devam ediyor. Bu kapsamda ilk durağımız olan New York ziyareti, Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu vesilesiyle gerçekleşti. Çok sayıda ülkeler arası ikili görüşmenin de yapılmasını fırsat kılan BM programında en öne çıkan husus, doğal olarak liderlerin Genel Kurul´daki hitapları oldu.
Bu noktada Salı günü Genel Kurul´da ev sahibi sıfatıyla ilk sıralarda söz alan ABD Başkanı Trump´ın o malum argümanlarını tekrarı, doğrusu başlangıç adına bir hayal kırıklığı olarak yorumlanabilir. İran´dan Kudüs´e, küreselleşmeden Dünya Ticaret Örgütü´ne uzanan çeşitli mevzularda negatif ve tek taraflı bir söylemin ağır bastığı söz konusu hitap, ekonomi dahil çok sayıda alanda milletlerin işbirliği perspektifine menfi bir zemin sundu. Bu bağlamda, konuşmasının hemen başında ?iki yıldan az bir zamanda gelmiş geçmiş neredeyse tüm ABD yönetimlerinden daha çok iş başardığını? ifade eden Trump´a salondan yükselen tepki de duyulmaya değerdi.
Dünyanın liste başı sorunlarından olan göç meselesinin uluslararası bir platformca ele alınması düşüncesine karşı çıkmak da ABD tarafından dile getirilip tepki çeken maddeler arasında yer alırken, hemen ardından sahneye çıkan Türkiye´nin tam tersi bir bakışla BM´de insaniyet ve işbirliği vurgusu yapması oldukça anlamlı oldu.
Bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Erdoğan, son yıllarda yaşanan ve bir kısmı giderek büyüyen insani krizlere parmak basarak, Türkiye´nin vicdanını dinleyerek üstlendiği yükleri bir kez daha BM salonundaki milletlere hatırlattı ve samimi bir işbirliğiyle bu yönde yapıcı adımlar atılması çağrısını yineledi.
Belki bugün savaş, kriz, göç kelimeleri, çivisi çıkmış dünyanın bir normaliymiş gibi kulaklara adeta tekdüze geliyor ancak o zulümlere maruz kalanları, her biri BM salonunda oturan temsiller gibi bir canı, bir aileyi taşıyanları, vicdanla, kalple, empatiyle tahayyül etmek, ettirmek bir insani görev? Bu bağlamda koskoca ulusların, varlıklı devletlerin insanlığa gerektiğince el uzatması sorumluluğunu hatırlatmak adına, Türkiye örneği bir BM Genel Kurulu´nda daha gururla yankılanmış oldu.
Cumhurbaşkanımızın BM hitabı, savaş ve yokluk kaynaklı insani krizlerin yanı sıra FETÖ dahil terör musibetiyle mücadelede de uluslararası işbirliklerinin ve Türkiye´nin kararlılığının altını çizerken, bir diğer yükselen çatışma alanı olan ekonomiye de dikkat çekti. Ekonomik yaptırım ve korumacılık rüzgarının sebep olacağı kaosun altındaki tehlikeye işaret eden konuşma, her alanda olduğu gibi ekonomide de sorumlu ve uyumlu bir uluslararası davranış sergilenmesinin gerekliliğine vurgu yaptı.
Ve yoğun bir diploması trafiği de içeren New York ziyaretimiz, 9. Türkiye-ABD Yatırım Konferansı ile son buldu. Hemen ardından Perşembe günü Berlin´e vardığımızda ise ilk iş, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya gelmek oldu. Dün bu yazıyı yazdığım saatlerde de, Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Şansölye Merkel ile görüşmeleri de içeren bir heyetler arası toplantı yoğunluğu vardı. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine dair önemli bir adım olan ve bugün de devam eden Berlin ziyaretinde, ekonomiden güvenliğe uzanan çeşitli kritik başlıklarda işbirlikleri ele alınıyor.
Aslına bakılırsa, BM´de de öne çıkan uluslararası kaygıların var olduğu bir ortamda, sadece ikili ilişkileri değil, dünyadaki endişeleri de yumuşatacak işbirlikleri şu dönemde kıymetli? Neticede bilindiği üzere Avrupa da, ABD yönetiminin başlatmış olduğu korumacı ve yaptırımcı girişimlerden oldukça mustarip. Ve bu çerçevede AB için en acil mevzular arasında, İran´a uygulanmasına haftalar kalmış olan ikinci dalga yaptırımlar geliyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Birlik, bu soruna hızlı bir çözüm bulmak adına, nükleer anlaşmanın bir tarafı olarak Special Purpose Vehicle (SPV) denilen bir özel mekanizmaya başvurmayı düşündüğünü de açıkladı.
Daha önceleri de dile getirdiğim üzere, ABD tarafından estirilen dışlamacı ve tekilci tutum, dünyanın geri kalanını, düzeni koruyucu, tehditleri savurucu işbirliklerine teşvik ediyor. Almanya bu noktada, AB içindeki gücü hasebiyle çoklu işbirliklerinde de anahtar ülkelerden?. Türkiye´nin AB süreci, Gümrük Birliği´nin güncellenmesi ve vize serbestisi gibi konular da, Almanya´nın ülkemize vermesi gereken destekler arasında geliyor.
Berlin´de satırlarıma son verdiğim sıralarda başlayacak iş dünyası toplantısı ise, Türkiye-Almanya arasındaki hatırı sayılır ekonomik ilişkilerin güçlenmesini amaçlıyor. Cumhurbaşkanımız başkanlığındaki heyetin önde gelen Alman firmalarıyla bir araya geleceği yuvarlak masa toplantısında, ülkemizde faaliyet yapan/yapmayı düşünen şirketlerin görüş ve soruları samimi bir istişare çerçevesinde ele alınacak. Ekonomi, iki ülkenin derin bağlarına kazan-kazan anlayışı çerçevesinde ivme kazandıracak en temel dinamik?